Korona günlerinde aşk acısı
Aklıma geldin elbette…
Elim telefona gitti ama…
Durdum ve bir düşündüm. En son ne zaman ne konuşmuştuk hatırlamıyorum. Olmadı öyle son söz, son bakış. Son olduğunu bilemezdim ki. Hiç tartışmadık bile. Sen sustun, ben de nedenini hiç bilmeden gittim. Oysa bu günlerde arardım seni sık sık. Güldürmeyi bile başarırdım. Ağlamak istediğimde, mutlu olduğumda telefonun öbür ucunda hep sen vardın. Bilirdim, sen vardın. Eminim, şu an tüm titizliğinle milim milim konuyu çalıştığını, her şeyi steril ettiğini, rakamları, dünyadaki gelişmeleri araştırdığını. Neyse ki, sigara içmiyorsun artık, ya da başladın. Bilemem. Ama sert sulu kırmızı Pamuk prensesi kandıran elmayı sevdiğini biliyorum mesela, kahveyi her zaman zehir gibi sütsüz içtiğini, ama güne koca bir bardak ılık suyla başladığını, Pazar günleri tüm gazeteleri alıp gün biterken okuduğunu da… Ne çok şey hatırlıyorum şu dönemde, salatanın üstüne o maydanozları tek tek serptiğin de dün gibi gözümün önünde… yok ya, insan duygusallaşıyor bu günlerde de, öyle gitmiyor eli telefona hemen. Susuyor. Demek ki zaman halletmemiş hiçbir şeyi.
Diyorlar ki, yeni bir dünya. Ve belki de bir gökkuşağı çıkacak sonunda. Ama benim elim sadece bu satırlarda kalacak, telefon hiç gitmeyecek. Ama aklıma geldin işte.

Seninki çift, benimki tek kişilik
Böyle olduğu gibi…
Gururlu ve dürüst.
Sen de biliyorsun, Olmuyor…
Aşk “hiç yoktan iyidir” le gitmiyor
Sonuç yine aynı.
İkisinin de adı mutsuzluk.
Eninki her zamanki gibi yine sahtekâr
Dört duvar arasında kaldık ya,
Köşe kapmaca oldu evlerde hayat,
Biliyorum,
Uzun uzun televizyona bakarsın,
Sanki haber takip edermiş gibi,
Gözlerimi dinlendiriyorum diye kapatırsın gözlerini,
Biliyorum sırf kaçmak için
Belki de sırf beni düşünmek için,
Oysa ben burada tek başına özgürce seninleyim.
Seni beklerken gidemezdi bakışlarım şu kirli sarı binanın ötesine. Kırmızı kiremitler takılırdı gözüme… Güneş doğmuş, bulut şekilden şekle girmiş hiç umursamazdım. Kırmızı ve kirli sarıda takılırdım. Bakışlarım yorgun ve yaşlı. umut var ya umut. Şu küçük parmağımın ucu kadar bile olsa, takıyor bakışları bir noktaya. Bugün ilk defa baktım pencereden. Artık yok ya gelme ihtimalin. Eminim, gelemeyeceksin. Bakışlarım gitti uzaklara ve ben ilk defa gördüm, kirli sarının ötesini, terastaki kaktüsleri. Bir de bulut, bir martı gibi salınıyordu gökyüzünde. Bu ke gelmez değil, gelemezsin ya, o bir e harfi var ya, avuttum kendimi, bir tek bakışlarım biliyordu gerçeği. Ve ilk defa bugün taktım bu mavi şapkayı. Neden mi? Bırak o da bende kalsın.
Şarabı bıraksam unutur muyum?
Gece hiç ama hiç uyumadım
Yalnızlık sessizlik ve sensizlik
Kocaman bir kupada zehir gibi bir kahveyle tokatladım kendimi.
Sonra telefonu aldım elime,
Lafı dönüp dolaşıp sana getirebileceğim bir arkadaşım var.
Bir tek o dinler beni,
Aradım.
“Sigarayı bıraktım,” dedi.
“Şu dönemi mi seçtin?”
“Çünkü sigara almak için dışarı çıkmaya korkuyorum. Kimseye de aldırtamam.”
“Nasılsın peki?”
“Dört gün oldu. Dört gün önce aklımda sadece Corana vardı. Evde büzülmüştüm bir köşeye.”
“Peki şimdi?”
“Şimdi sadece sigara var. Sen bağımlılık nedir bilmezsin.”
“ben mi?” dedim, kapattım telefonu.
Noktası virgülü kalmadı yazıların,
De ile da yı da ayırmaz oldum,
Dahi anlamında bile olsa,
Fotoğraflarda da ne kadraj, ne netlik kaldı,
Şarabın da tadı kalmadı,
Ne tanen, ne gözyaşları,
O gittiğimiz restoran da kapalı.
Hani kıtır hamurdan yapılan ekmek sepeti vardı ya,Hamur yoğuruyorum kaç gündür,Olmuyor işte olmuyor,
Bir tek makarna al dente,
Noktasız virgülsüz alan derinliksiz şu günlerde, bir tek al denteyi tutturuyorum,
Geliyor musun?
De ki acının bir ağırlığı var, Seninki hafif, benimki ağır mı olacaktı.
Farz et ki tanımladık, seninki anlamlı, benimki anlamsız mı olacaktı.
Yaşı olsaydı mesela, çocuk deyip geçecek miydik?
Diyelim ki bir değer biçtik, Benimki sudan ucuz mu olacaktı?
Hayır, yanıldın.
Acı yüreğe bir yerleşir,
Hiç göstermeden sinsice,
Taşırsın ya da taşıyamazsın,
O yüzden bakma böyle gülümsediğime.
Mine TÜRKİLİ