Bir insan sevdiği birini kaybederse, yüreğinde kırk tane mum yanarmış, Her gün bu mumlardan biri söner, ama kırkıncı mum sonsuza dek yanık kalırmış.
Yürekte Kırk Mum kitabından alıntı
Şarmin Sarkisyan bir ölüm ve yas doulası. Ayzen’in tanımıyla o, bir deniz feneri. 24 saat parlıyor. Fırtınada, karanlıkta yolunu kaybetmişlerin elinden tutuyor. Ayzen, Serkan’la yaşadığı uzun ve zorlu süreçte, Şarmin’den destek aldı. Serkan bu dünyadan eksik parçasını tamamlayarak kocaman ailesiyle ayrıldı.
Ölüm ve yas doulalığı ve Serkan’ın vedası
Serkan aramızdan ayrıldı. Bir hastane odasında müzik ve mumlar eşliğinde 4o yıllık arkadaşları, sevenleri ve diğer yarısı, sevdiği kadın Ayzen’le, oğlu Efe’yle vedalaşarak son nefesini verdi. Bir vedayı yazmak, Ayzen’in acısını paylaşmak elbette çok zor. Ama Serkan, o güzel yürekli adam, sanki bir döngüyü tamamlayarak doğum gününde toprağa verildi.
Hastalık sürecinde yanında olanlar ona öyle güzel veda etti ki, ölümün soğukluğu gitti. Ölüm sevgiye dönüştü.
Hastane odasında sevdiği müzikler çalıyordu, Bornova Anadolu Lisesi’nin o muhteşem bağlılığı, Ayzen’in arkadaşlarından oluşan “Yetiş Bacım” grubunun enerjisi ve Levent, Ebru Serkan’ı bu dünyadan o kocaman ailesiyle uğurladı.
Serkan, sen sadece “görüşmek üzere,” diyerek ayrıldın aramızdan.
Ayzen, yaşadığı bu zor süreci, bir hastane odasında geçen dört ayı anlatırken yas doulası Şarmin’den öylesine minnet dolu söz etti ki, bu yas, bu veda paylaşılmalı o zaman diye düşündüm. Ayzen ve Şarmin’in buluşmasının ardındaki hikâye inanılmaz. Uzun yıllara dayanan bir arkadaşlık değil onların yoldaşlığı. İkisi de Şiddetsiz İletişim grubunun, o an ki ruh halinin sorulduğu bir çemberdeler. Ayzen’in eşinin hastalık sürecini paylaşmasıyla, Şarmin, “sana destek olmamı ister misin?” diye soruyor. Ve gerçekten de uzun ve çok zor bir süreci birlikte geçiriyorlar.
Şarmin bir yas doulası. Nasıl doğum doulası var, ilk nefesinde yanında oluyor, bir de son nefesinde yanında olan, sürecini, acını paylaşan bir yas doulası var. Şarmin, sadece yüreğini koymuş bu eşlikçiliğe. Ayzen, Şarmin ve ben bir araya geldik. İlk sorumu Şarmin’e yöneltiyorum.
Yas doulalığı nedir?
“ben boş kasemle sana geliyorum, sen de içinden akanlarla boş tuttuğum kâseyi dolduruyorsun,”
Doulalık aslında eski Yunancadan gelen bir kelime. “Kadına destek olan kadın” demek. Doğum doulalığı gibi Yas doulalığı da var. Eşlik ediyorum, ama senin istediğin şekilde senin yanındayım. Kendi istediğim şekilde değil. Ben Filiz Telek ve Berna Köker Poljakın açmış olduğu “Ölüm ve yas bilgeliği” çemberlerine şiddetsiz iletişimden tanıdığı bir arkadaşımın davetiyle katıldım. Ölüm doulası olan Berna Köker Poljaki ve ölüm doulalığını ve bunun bir eğitimi olduğunu o çemberde ilk kez duydum. Sonrasında Berna’nın açtığı ölüm doulalığı eğitimine katıldım, halen doulalıkla ilgili eğitimler almaya devam ediyorum. Hocam Berna Poljaki, ölüm doulalığını “ben boş kasemle sana geliyorum, sen de içinden akanlarla boş tuttuğum kâseyi dolduruyorsun,” diye tanımlar. Aslında sadece yanında duruyorum. Durmak, o kişiyle kalabilmek sessiz de kalabilmek önemli. Orada o sessizlikte kalmaya ihtiyacı olabilir insanın. Bazen yakınlarına da zor gelir bu süreç.
Vedalaşmak, biraz da yaşadığın kişinin sende bıraktıklarıyla da ilgili. Mesela siz yemekle ilgilenmiyorsanız, bir bahçede güller ekebiliriz. Ne istediğini bildiğimiz zaman onu hatırlamamız ve onun için bir şeyler yapabilme gücümüzün olması önemli. Ben bunları yapamam, unuturum dediğin noktada beni çağırıyorsun, hastalık sırasında da destek oluyorum.
Ayzen, bütün bu süreçte Şarmin’in yanında olması sana nasıl geldi?
Öncesinde ablamı kaybetmiştim. Orada bir ham acı vardı. Şarmin, ben sana eşlik etmek istiyorum dediğinde, o an hiçbir şey bilmiyordum. Doğum doulalılığını biliyordum, ama yası bilmiyordum. Serkan’a da ölümü yakıştıramıyordum. Şarmin her gün aramaya başladı. Canım istemediğinde açmamak gibi, çok büyük bir özgürlük alanı verdi bana. Bazen konuşacak enerjim olmuyordu. Bazen çok sıkıştığım zamanlarda ben onu arıyordum. Arkadaşlarımdan destek alıyorum, ama onların üzüntüsünü görünce içime kaçıyorum. Çünkü benim üzüntüm kadar onlar da üzülüyor. Orada daha nötr birine tutunmak gerekiyor. O acının yakmayacağını bildiğim birisiydi benim için Şarmin. Arkadaşımla paylaşınca onun gözündeki acıyı da görüyor, onu da üzmek istemiyordum. Bir de bunu misyon olarak aldığı için benim daha rahat ettiğim, kendimi borçlu hissetmediğim bir yer oldu. Ve çok ağır zamanlar oldu. Oradaki alma verme ilişkisi de beni rahatlatıyordu. O ağır zamanlarda hep Şarmin tuttu beni. Serkan zor bir şey yaşıyor arıyorum, ben zor bir şey yaşıyorum arıyorum. 24 saat telefonun ucunda seni duymaya hazır biri var. O duyguların içinde kaybolmamı engelleyen bir can simidiydi benim için Şarmin. Sonra süreç giderek ağırlaşmaya başladı. İki üç kere hastanede bayılıyordum. Onun sesini duyarak oryante oluyor, tekrar kendi sistemimi kendi kaynaklarımı hatırlıyordum. O acının içinde kaybolmuyordum. Bir gün yoğun bakım sürecinde eve geldim. Eve Serkan’sız girmek çok zordu. Uyuyamadım. Şarmin’i aradım. O konuştu konuştu konuştu uykudan önce gibi. Ne kadar geçti bilmiyorum, ama bir baktım ki telefon başında göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. Serkan’ın hastalık süreci 10 kasım 2019’da başladı Ve son güne kadar aradı Şarmin. Aşırı yalnız hissettiğim dönemler oldu. Şarmin bir can simidiydi, hayat kurtardı. Her şeyi konuşabileceğim biriydi. Bankada işim var, Efe’nin saçını kestireyim mi? Tatile nasıl çıkalım, korana var gibi.
Ayzen, senin bu süreçte aldığın eğitimlere Serkan nasıl yaklaşırdı. Onun mühendis yanı ne derdi?
Serkan’ın duygusal zekası, analitik zekası gelişmiş. Serkan Şarmin’e hep minnettardı. Serkan’ın benim için endişelenmesine gerek yoktu. Meşgul bile olsak, Şarmin arıyor deyince “tamam tamam sen git konuş, “ derdi. Şarmin ile tanıştığım Şiddetsiz İletişim eğitimindeki Neurosystemics Care eğitimindeki çemberleri anlatırdım. O, bana analitik, mühendis zekâsıyla açıklardı. Sivri topuklu ayakkabıyla yürümeye çalışırsan, kara batarsın. Geniş yüzeyli kar botlarıyla yürürsen, batmazsın yüzeyde kalır, acıyı dağıtırsın. Çemberde de acıyı dağıtırsın. Ya da bir sisteme birden elektrik akımı verirsen sigorta atar. Network halinde dağıtırsan atmaz.
Evet, acının paylaşılmasında sorumu Şarmin’e yöneltiyorum. Neden ölüm ve yas doulalığı?
Neden böyle bir şey yapıyorsun? diye bana soruyorlar. Aslında tek bir nedeni yok. Ama nedenlerimden biri. Birileri sen doğarken etrafında ve seni karşılıyor “hoş geldin” diyorlar, sen o dünyada ömrünün elverdiği sürece yaşıyorsun ve giderken neden sana hak ettiğin gibi bir uğurlama yapılmasın. Neden biri senin elini tutmasın? Belki de ardından bir hayalin var….söyle dua edin, beni şuraya gömün gibi.
Elbette yakınların var ama acı içinde oldukları için neyi ne kadar yapabilirler. Orada bir eşlik edenin destek olanın seni acın içinde duyan birinin olması hoş olur diye düşünüyorum. Ben ölüm ve yas bilgeliği çemberine katıldım. Gönülden bunu yapabilecek insanlar var. Ben bunu misyon edindim, gönüllü yapıyorum. Bu dünyadan bir iz bırakarak gitmek istiyorum. Kızıma ve beni sevenlerime bir şey bırakmak istiyorum.
Aslında ölüme bakışımız da değişiyor. Cafe Mortel’dan da söz eder misin?
Cafe Mortel olarak açtık zoom üzerinden. Yurt dışında ölüm cafeleri var. Bir kahve eşliğinde ölüm konusunu konuşmaya başlıyoruz. Bir deneyiminizi paylaşabilir ya da bir konu üzerinden tefekkür edebilirsiniz. Ben kendi yaşadığım deneyimi, siz kendi deneyiminizi anlatıyorsunuz. Cafe Mortel, ölüm doulalığı eğitiminden arkadaşımız Melike, ölüm cafe fikrini paylaştığında onunla alanda olma fikri beni heyecanlandırdı. Melike’nin attığı ölüm cafe tohumu bizi bir araya getirdi. Tıpkı benim gibi ölüm doulalığı eğitiminden arkadaşlarımız Ezgi, Gizem ve Züleyha’nın da Melike’nin davetini aynı heyecanla karşılaması bizim birlikte Cafe Mortel’i hayata geçirmemize vesile oldu. 13 Şubat’ta ben, Melike, Gizem, Ezgi ve Züleyha Cafe Mortel’ı açtık. Bizim niyetimiz “ölüm size nasıl değdi?” sorusuydu. Tam da o dönemde benim bu hayattaki en kıymetlilerimden biri, anneannem ölmüştü. Ben anneannemle açtım çemberi. Ben anneannemi onurlandırmak için çemberde onun nasıl biri olduğundan bahsettim. Ölümünden sonra yaşadıklarımı, onun bana, hayatıma kattıklarını paylaştım. Onu çok özlüyorum. Cafe Mortel’de anlatmak kalbime hafiflik getirmişti. Sevgili anneannemi anlatmak, yaşamını onurlandırmak yas sürecimde bana şifa oldu.
Ve Serkan da yas doulalığı eşliğinde bir veda yaşandı.
Ayzen: Herkes alanıma çok saygı gösterdi. Vedalaşmaya Şarmin, adım adım götürdü. “Artık vedalaş,” dedi. Vedalaştım ve Şarmin’e güvendiğim için onun kucağında ağladım. Odadan çıktım, aşağı indim. Düşsem tutulacağımı biliyordum. Her koridorun, her dönemecin başında bir arkadaşım vardı. Şiddetsiz iletişim ekibinden Enis, ellerini açmış, dua ediyordu. Onu görünce rahatladım.
Ben onu yolculadım. Yeni boyutuna geçişinde eşlik ettim. Geçişini huzurla yaptı. Duyduklarıyla mutlu gittiğine inanıyorum. Hissederek, bilerek, duyarak gitti.
19 yıllık beraberliğimizde, Efe erken doğduğunda fark ettik ki hayatta çok yalnızız. Eski büyük aileler kalmadığı için. Modern dünyanın çekirdek ailesinde bir Serkan ve bir ben varım. Serkan’ın ve benim dünyamda yalnızlık çok eksik bir parçaydı. O veda Serkan’ın o parçasını tamamladı. Hayır, yalnız değilsin ve çok seviliyorsun. O kadar mutluyum ki, öyle gitti. Hayatının son saatlerinde yalnız olmadığını ve sevildiğini anladı. Gecenin o saatinde o kadar insan ona sevgisini dile getirmek için sıraya girdi. Hayatında eksik olan parçasını da buldu. Tamamlandı döngüsü.
Acıyla kalabilmek gerçekten çok önemli. Mezarda vedalaşmak istiyordum. Orada bulunan biri, o acıya katlanamadığı için, beni oradan kaldırmak istedi. Bana sorulmadan alanıma giriliyordu o an. O kadar acım vardı ki, alanımı koruyamadığımı hissettim. Tabii bu hiçbir zaman kötü niyetle yapılmıyor.
Şarmin’in beni hep tarafsız bir kulakla dinlediğini biliyordum. Hem acıyı karşılamayı biliyor, hem de tarafsız bir yer. Deniz feneri gibi, fırtınaya yakalanıyorsun, her yer zifiri karanlık, pusulan kaybolmuş her şeyin kaybolmuş. O, orada 24 saat yanıp sönen deniz feneri, ne zaman ihtiyacın olursa ona bakarak yolunu buluyorsun.
Şarmin: Evet, Ayzen’in acısı çok büyük, ama bu tören acıyı sevgiye dönüştürdü. Güçsüzlüğün ve yasın içinde insanların seni tutması, alan açması gerekiyor.
Onun acısında gözyaşlarını ve acıyı emanet edeceğin kucakların çok önemli olduğunu öğrendim.
Ayzen: Serkan’a teşhis konulmasından dokuz ay önce kaybettiğim ablamın da son nefesinde yanındaydım. Onun giderken o huzurlu hali beni etkilemişti. Ölüm korkutucu mu, uçurum mu kabus mu? Yoksa başka bir kapı mı? Ablamla başbaşaydık. Ölmeden önce, dışarıdaydım, bir his geldi ve bir an evvel hastaneye gitmek istedim. Gittim ve bir müddet sanki beni bekledi. Onun acısında gözyaşlarımı ve acıyı emanet edeceğim kucakların çok önemli olduğunu anladım. Biliyorum ki o gözyaşları o kucakta çok güzel tutulacak. Gözyaşlarının kıymetli tutulması da önemli. Şarmin’le de paylaştıklarımın kıymetli tutulacağını biliyordum. Şarmin’e derdimi anlatırken, orada tutulacağımı, alanıma girilmeyeceğini biliyordum. O alan gerçekten çok kırılgan ve özel bir alan, bazen insanlar o alan çamurlu ayakkabılarıyla girebiliyor sana yardım edebilmek için.
Ben bu kadar büyük acıyı yaşadığım halde hayatımı sürdürebiliyorsam o tutulmalar sayesinde
Kırılganlığımı taşıyacak çok büyük kaynaklar vardı. Şarmin bunlardan biriydi.
Serkan’ın son günü olduğunu anladığımızda yavaş yavaş arkadaşları gelmeye başladı. Ben o günü yalnız geçirdiğimi ya da benin halimi anlamayan bir ailenin içinde geçirdiğimi hayal edemiyorum.
Acı akıl kaçırtıcı. Şermin, mum yaktı, odada zaten müzik çalıyordu. Hastanede de garip bir şekilde alan açtı. Can dostlarımız Levent, Ebru ve lise arkadaşları geldi. Serkan’ı her anlamda onlar ayakta tuttu. Bütün bu süreçte yurt dışından ilacı buldular getirttiler, kan gerekti, buldular, nefesim darlandı elimi tuttular. Biz çok yalnızız bir tek ikimiz varız, dediğim anda kafamı bir kaldırıyorum. Bir bakıyorum karşımda Şermin, diğer yanda Bornova Anadolu Lisesi, bir yanımda da Yetiş Bacım grubu. Benim bu süreçte insanlığa olan inancım arttı.
Şarmin, Serkan hastanede bir seremoniyle veda etti. Belki hastanede ilk defa mum yakıldı, müzik çalındı, tek tek arkadaşları geldi… Yas doulalılığında ritüellerin önemi nedir?
Ritüeller, bağı kuvvetlendiriyor. Mum yakmak, sevdiği yemeklerle bir davet vermek, helva kavurmak… Hepsinin birleştirici bir etkisi var, ruhuna dualar ediliyor. Helvanın kokusu eve yayılıyor, birlikte pişiriliyor, o anda yapılabilecek tatlı bir niyet. Sanki bir kapanış gibi.
Eskiden köylerde biri ölünce acıya ortaklık edilir, herkes bir şeyler yaparmış. Şehir hayatında ölümler, hastanelerde olunca, ölüm bize çok uzak ve tabu. Çok soğuk bir yerden bakılıyor. Ama ritüellerle o köy özümüze dönüyoruz. Ölümü de hayatımıza katıyoruz. Yasımda yalnız değilim hissini yaşıyorsun. Bir anlamda içi huzuru veriyor. Ritueller seni bir çatı altında birleştiriyor. Yasını da yaşamana alan tanıyor. Sana eşlik ederken amacımız, senin acını yok etmek değil, seninle o acıda kalabilmek ve o acıda seninle kalırken, o eşlikçilik sırasında bir nebze de olsa, sana iç huzuru verebilmek. Sen orada kafanda soru işaretleriyle kavrulma diye elimden ne geliyorsa, sana orada katkı sağlayacak ne varsa alet çantamdan çıkarıp ortaya koymaya hazırım.
Ayzen, Serkan çok sevdiği müzikle veda etti değil mi?
Müzikle bağı çok kuvvetliydi. Benim de içimde hep bir müzik çalıyor. Son gün oğlumuz Efe’yle konuştuktan sonra “müzik açın,” dedi. “Efe açsın senin için,” dedik. Spotify play listesinden seçtik. Onun yokluğunda da, içimde durduk yerden şarkılar çalıyor. İsyan şarkısını çok severdi. Dinlerdi. Yedisinde İsyan çaldı içimde. Hastaneden eve giderken de, özgürlük çaldı. Artık onun özgür olduğunu hissettim. Ve onun yokluğunda da “Yiğidim, Aslanım” çalıyor. Serkan, gerçekten ne bir haram yedi, ne bir cana kıydı, ekmek kadar temizdi.”
Mine Türkili