BİLGE KEYKUBAT…
Gıda enflasyonu sadece fiyat artışı değil, bir toplumun vicdan aynasıdır. Sofralarımızdan sadece ekmek eksilmiyor; paylaşım, güven ve umut da azalıyor. “Neden bitmiyor?” sorusuna ekonomik değil, insanî bir cevap arıyorum.
Marketin soğuk ışıkları altında yürürken, elimdeki alışveriş listesine bakıyorum: ekmek, süt, domates, zeytinyağı… Aynı liste, ama her ay biraz daha hafifliyor. Çünkü artık bir liste değil bu, bir seçme zorunluluğu. Hangisinden vazgeçeceğime karar verme listesi!..
Kasada duran kadın, fiyat etiketlerine aldırmadan alışkanlıkla barkod okuturken ben, “Bu sefer ne kadar tutacak?” diye içimden hesap yapıyorum. Yan kasada yaşlı bir adam, küçük bir peynir kalıbını iade ediyor. “Bu ay onu da alamayacağım” diyor.

“GIDA ENFLASYONU” DEDİĞİMİZ; SESSİZ FISILTILARIN TOPLAMI
Sesi neredeyse fısıltı gibi. Gıda enflasyonu dediğimiz şey aslında bu sessiz fısıltıların toplamı. Sofralarımızdan eksilenlerin hikâyesi.
Bu yazı, fiyat tablolarının ötesine bakmaya, sofradaki sessizliğin ardındaki toplumsal sesi duymaya davettir. Gıda enflasyonunu sadece ekonomiyle değil, vicdanla okumayı denemek gerek. Çünkü açlık, sadece karınla değil, adaletle ilgilidir.
Bugün bir domatesin tarladan sofraya ulaşma süreci, masal gibi ama sonu mutlu bitmiyor. Üretici sabahın ilk ışığında tarlaya gidiyor, ama kullandığı kimyevi gübre, mazot, kimyasal ilaç, sulama suyu, işçilik ve vergiler her yıl biraz daha pahalı.
Hasat zamanı geldiğinde, tarlasındaki ürünün kilosuna biçilen fiyat, neredeyse maliyetine denk. Ama o domates market rafına geldiğinde fiyat dört katına çıkıyor. Arada kim var? Nakliyeci, tüccar, komisyoncu, aracı, market zinciri, ambalajcı, lojistikçi…
Yani o domates sadece toprakta değil, bir sistemin içinde olgunlaşıyor. Her halkada bir el daha değiyor ve her el, kendi payını alıyor.
Sonra biri çıkıp “Gıda enflasyonu neden bitmiyor?” diye soruyor. Cevabı basit ama, rahatsız edici: Çünkü tüm dünyada sistemin içindeki çıkar gruplarının, krizin sürmesinden nemalanması, çözümü zorlaştırıyor ve bu gruplar bunun bitmesini istemiyor.

KRİZDEN BESLENEN BİR SİSTEM
Gıda enflasyonu sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda politik bir güç dengesi. Fiyat artışları, tedarik zincirindeki her oyuncuya bahane yaratıyor: çiftçiye değil ama büyük zincirlere, ithalatçılara, stokçulara…
Bu sistem krizden besleniyor.
Çünkü kriz, denetimsizliğin, manipülasyonun, “kurtarıcı” görünümlü ithalat politikalarının meşruiyetini sağlıyor. Bir dönem “yerli üretim” vurgusu yapılıyor, bir dönem “İthalatla fiyatları düşüreceğiz” deniyor. Ama sonuç hep aynı: üretici yoksullaşıyor, tüketici öfkeleniyor…
Tarladaki çiftçi zarar ederken, market zincirleri rekor kâr açıklıyor. İşte bu sebeple gıda enflasyonu bitmez, çünkü tüm dünyada bu adaletsizliğin çarkı hâlâ dönüyor.
KÜRESEL BAHANELER, YEREL GERÇEKLER
Evet, dünya genelinde de gıda fiyatları artıyor. FAO Gıda Fiyat Endeksi (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün küresel gıda fiyatlarını takip ettiği endeks) son yıllarda rekor seviyelere ulaştı.
Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail’in Gazze saldırısı ve insanlık dışı işler, ABD-Çin tarife savaşları, pandemi sonrası tedarik zinciri kırılmaları, iklim krizinin vurduğu üretim alanları, hepsi küresel nedenler…
Ama bu, yerel sorunları yok saymaz. Küresel fırtınalar her yerde esiyor ama bizim gibi döviz karşısında para değeri düşük, enflasyonu yüksek ve dış olaylardan çok fazla etkilenen ülkelerde yıkım daha büyük oluyor.
Maalesef yıllardır tarımsal üretimden uzaklaşan bir süreç yaşanıyor. Küçük üretici hakkıyla desteklenmiyor, genç çiftçi köyde kalamıyor.
Tarım arazileri ya betonlaşıyor ya da atıl durumda. İthalat, kısa vadeli bir “yangın söndürme” aracı haline geldi. Ama uzun vadede ülkeyi gıda bağımlısı yapması muhtemel. İşte bu yüzden, küresel rüzgâr estiğinde en çok biz savruluyoruz. Çünkü köklerimiz artık toprağa değil, ithalat kalemlerine bağlı.
BİR ÜLKENİN HUZURU SOFRALARDA BAŞLAR
Gıda enflasyonu sadece cüzdanları değil, insan onurunu da etkiliyor. Eskiden bir aile, akşam sofrasını kurarken sohbet ederdi. “Gün nasıl geçti?”, “Çocuk ne yaptı?”, “Çay demle, zeytini çıkar”… Şimdi o sohbetin yerini “Bu ay yine zam gelmiş” cümlesi aldı. Sofra artık paylaşım değil, kaygı mekânı.
Psikologlar diyor ki: sürekli artan gıda fiyatları, toplumda “erişememe kaygısı” yaratıyor. Bu da stres, öfke ve güvensizlik hissini büyütüyor. Bir ülkenin huzuru, önce sofrada başlar. Eğer sofrada adalet yoksa, o ülkenin ekonomisi de, toplumsal barışı da sarsılır.
VİCDANIN ENFLASYONU
Bugün enflasyondan daha tehlikeli bir şey var: vicdanın enflasyonu. Çünkü artık kimse şaşırmıyor. 150 liraya satılan domatese, 400 liraya çıkan zeytinyağına, 5 bin lirayı aşan mutfak masrafına bile alıştık. Bu kabulleniş, sistemin en büyük dayanağı.
Bir zamanlar sofrada herkesin bir payı vardı; şimdi bazıları için sofraya oturmak bile lüks oldu. Yani mesele sadece fiyat değil, erişim hakkı. Gıdayı satın alabilenler için bir pazar, ulaşamayanlar için bir kriz var. Bu iki dünya arasındaki uçurum büyüdükçe, gıda enflasyonu bitmez. Çünkü bu sadece ekonominin değil, etik bir meselenin yansıması.
GÖRÜNMEYEN TETİKLEYİCİ İKLİM KRİZİ
Küresel ısınma, kuraklık, sel, don, iklimdeki anormallikler ve hastalıklar… Tüm bunlar artık “olağan dışı” değil, yeni normalimiz. Ege’nin zeytini, Akdeniz’in limonu, İç Anadolu’nun buğdayı bile bu değişimden nasibini alıyor. Üretim azalıyor, maliyet artıyor, fiyatlar tırmanıyor.
Yani iklim krizi, gıda enflasyonunun görünmeyen eli. Ama biz hâlâ konuşmaktan kaçıyoruz. Bir damla suyun, bir karış toprağın geleceği üzerine konuşmadıkça, sadece fiyat etiketlerine bakarak hiçbir şeyi düzeltemeyiz.
ADİL SOFRALAR MÜMKÜN
Gıda enflasyonu bitmez, ama hafifletilebilir. Bunun yolu, adil bir gıda sistemi kurmaktan geçiyor: Küçük üreticinin emeğini koruyan destek politikaları; yerel üretim ve tedarik zincirinin güçlendirilmesi; güçlü ve sağlam kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması; planlı üretim ve adil fiyat politikaları; tüketicinin gıda okuryazarlığını artıran eğitimler ve israfı önleyen toplumsal bilinç…
Bunlar birer romantik ideal değil; geleceğin gıda güvenliği için zorunlu adımlar. Çünkü gıda sadece bir ürün değil, bir yaşam hakkı. Ve hiçbir hakkın piyasa dalgalanmalarına, rant hesaplarına, kar marjlarına teslim edilmemesi gerekir.
FİYAT DEĞİL DEĞER KONUŞULDUĞUNDA…
Gıda enflasyonu bitmez çünkü biz, sistemin köklerine inmeden hep dalları buduyoruz. Gerçek çözüm, sadece fiyatları düşürmek değil; gıdanın anlamını yeniden hatırlamak. Bir domatesin toprağa değen kısmında, bir üreticinin ellerinde, bir çocuğun tabağında saklı o anlam…
Belki de yeniden sofraya oturup birbirimize şu soruyu sormalıyız: “Bu sofrada herkes için yer var mı?” Eğer cevap “Evet” olursa, işte o zaman gıda enflasyonu gerçekten biter. Çünkü o gün, fiyat değil değer konuşur. Ve değer, her zaman adaletle başlar.
Bilge Keykubat









