Beklentisiz gidilen yerler hep şaşırtır insanı. Pozitif anlamda şaşırtır. Fazla beklenti de hayal kırıklığı getirir çoğu zaman. Deneyimle sabit, ne zaman bir yere tatile beklentisiz ve plansız gitsem oradan çok keyif alıyorum. Kos’da böyle oldu. Beklentilerimi minimumda tutup, hiç bir tavsiye ya da yergi duymadan gittim.
Kos, Türkiye’ye en yakın Yunan adalarından biri
Bodrum’un Akyarlar köyüne mesafesi sadece 4-5 km. Türkçesi İstanköy olsa da çok kullanılmıyor. Ada ününü, Batı tıbbının kurucusu kabul edilen Hipokrat’a borçlu. Hipokrat, M.Ö. 460’lı yıllarda Kos’ta doğmuş ve hayatının önemli bir kısmın da Kos’ta geçirmiş.
Adanın köklü tarihi Hipokrat’tan da öncesine, Batı Anadolu’nun en eski halklarından olan Karya’lılara kadar dayanıyor. Osmanlılar, Kos’u 1523’te Hospitalier Şövalyeleri’nin elinden almış ve 1912’ye kadar tam 400 yıla yakın yönetmiş. Ada 1912’de İtalyan, II. Dünya Savaşı sırasında Alman, savaş sonrasında İngiliz yönetimi altına girdikten sonra 1947’de Yunanistan’a devredilmiş.
Kos, mübadele sırasında İtalyanların elinde olduğu için tıpkı Rodos gibi Türkiye ile Yunanistan arasındaki mübadele anlaşmasından etkilenmemiş ve adada yerleşik olan Türkler, orada kalmaya devam etmiş.
Bugün adada Yunanistan vatandaşı olan Türklerin nüfusunun 1500-2000 arasında olduğu tahmin ediliyor ve ağırlıkla Kos’un merkezine çok yakın mesafede bulunan Platani kasabasında yaşıyorlar.
Nasıl gittiğim ile başlayayım anlatmaya
Varması en zahmetsiz Yunan adalarından biri olabilir Kos. Bodrum’dan feribot ile yirmi dakika sonra adadasınız. Deniz çok çalkantılıydı şansımıza o gün, ha vardık ha varıyoruz derken mesafe bize biraz uzun gelmiş olabilir.
Kos, Oniki Adalar’ın büyüklük bakımından üçüncü, nüfus bakımından ikinci adası. Küçük bir yer beklemeyin. Bu yüzden eğer günü birlik gelmediyseniz ve adayı keşfetmek istiyorsanız araba kiralamak en iyisi diyerek ilk iş araba kiraladık.
Limandan iner inmez hepsi yan yana sıralanmış bir çok araba kiralama yeri var. Ada büyük olduğu için araç sıkıntısı yok. Havadar gezmek isterim derseniz buggy ve atv seçenekleri de mevcut. Pek çok otelde bisiklet de kiralayabiliyorsunuz. Şehrin içi dümdüz, pek çok tarihi yeri bisiklet ile rahatça gezip, görmek de mümkün.
Otel seçenekleri de şehrin içinde çok fazla var. Biraz Kuşadası, Marmaris havası aldım limandan. Turistler için sıra sıra cafeler, restoranlar var. Eylül ortası, mevsim sonu gitmemize rağmen oldukça kalabalık. Yaz sezonun canlı aylarında nasıl olur merak ettim. Otelimizi şansa bırakmamak için daha evvel ayarlamıştık. Şehir merkezine bir kol mesafesinde ne çok yakın, ne çok uzak, deniz kıyısında çok huzurlu, gürültüsüz bir otel bulduk.
Tekrar gidersem yine orada kalmak isterim. Otelin sahibesi Despina, akdeniz kanı işte, kollarını açarak, kırk yıldır görmediği akrabası gibi sımsıcak sarılarak karşılıyor bizi.
Lokal yerler konusunda eşsiz tavsiyelerde bulunuyor. Ben bir liste ile gitmiştim ama tamamen o listenin dışına çıktık ve bundan hiç pişman olmadık.
Bir yerin en iyi tavsiyesini orada yaşayanlar verir, tecrübe ile sabit. İlk gün yol yorgunluğunu otelde biraz attıktan sonra, Despina’nın tavsiyesine kulak verip, “ Never on Sunday” e gittik.
Burası limandaki turistik restaurantlardan farklı olarak, deniz kıyısında değil, içerilerde oldukça eski, kalın duvarlı, taş bir evin bahçesinde. İnat ettik, biraz zor olsa da sora sora bulduk. Zeytin ağaçlarının ve begonvillerin kucaklaştığı bahçede küçük masalarda, kendimizi bu evin bir davetlisi gibi hissettik. Yunanistan’ın en sevdiğim taraflarının özeti gibiydi.
Özenilmemiş özen, rahatsız etmeyen rahatlık, evde bir çırpıda annenizin önüne bir önlük bağlayıp, size beş dakikada hazırladığı menemendeki sıcaklık ve lezzeti zahmetsizce sunması. Never on Sunday, adında belirttiği gibi pazarları asla açık değil. Şansımıza günlerden Cumartesiydi. Adada zamanımız az olduğundan, bu güzel yönlendirme ve şans için mutluluk duyduk.
Yemek sonrası adanın çarşısında yürürken, ağustos böceklerinin güçlü korosu bize eşlik etti. Her yerde soluk almak için parklar, iki yanı yüz yaşını devirdiği belli olan çınar ve çam ağaçları ile bezenmiş yollar. Havada deniz ve reçine kokusu. Kos, geç saatlere kadar canlı bir ada. Labirent gibi sokaklarında hediyelik eşya dükkanları, özgün parçalar bulabileceğiniz butikler, barlar, canlı müzik, aradığınız her şeyi bulmanız mümkün.
Denizin Ortasında bir küçücük ada
Ada olduğu için sınırsız plaj seçeneğimiz var. Bizim plajlarımızdan farklı olarak, hiç birinde giriş ücreti yok. Sadece (kendi şemsiye ve şezlongunuz ile de gidebilirsiniz ) şezlong ve şemsiye için bir ödeme yapıyorsunuz. Yalnız bazı plajlar çok bakir, etraflarında yemek yiyebileceğiniz bırakın bir restoran, market bile yok. Bu plajları tercih edecekseniz, bir market alışverişi yapmadan gitmemenizi öneririm.
Biz ilk gün için Kefalos bölgesinde Agios Stefanos Plajını tercih ettik. Agios Stefanos Beach’e giden yoldan aşağıya indiğinizde hemen bir Basilica göreceksiniz. Sütunları ortaya çıkmıştı ama zeminin altında görünen mozaikler ortaya çıkarılırsa çok daha güzel olabilir.
Plajdan bakınca yüzme mesafesinde üzerinde mavi beyaz boyalı bir şapelin bulunduğu Kastri Adası var.
Denizden 500 metre uzaklıkta bu adaya şnorkelim ile yüzerken, irili ufaklı bir çok balık görüyorum. Denizin temizliğini anlatan beyaz yosunlar etrafında dolaşıyorlar. Mavi beyaz boyanmış küçük şapel, özel günler dışında kullanılmıyor. Adet yerini bulsun diyerek çanını çalıyorum, sırtımı duvarına yaslayıp, bu koy bizim toprağımız olsa bu deniz böyle temiz ve bakir kalır mıydı diyorum iç geçirerek.
Denizin üzerinde güneş ışıkları dans ediyor. Yeşilin, turkuazın, lacivertin en güzel tonları birbirine karışmış. Kıyıdan uzakta olsam bile bana ulaşabilecek, kulak tırmalayan bir müzik yok. Kulaklarımda sadece rüzgarın sesi.
Kefalos tepeden kuş bakışı tüm koyu görebileceğiniz köy meydanında bizi köyün kalesi ve etrafına dağılmış köy kahveleri karşılıyor. Biraz soluklanıp, manzaranın güzelliğine bakarak frappelerimizi içiyoruz. Yunanistan’a gelip frappe içmeden olmaz. Evde denedim, ona özel köpürtücü aldım, aynı lezzette olmadı kahvem. Oysa üç şey lazım granül neskafe, şeker, süt, mini mikser. Komşunun tavuğu, komşuda güzel.
Akşam yemeği için yine hareketli başka bir köye geçiyoruz. Kos’da sayısız köy var. Kefalos ve akşam yemeği için gittiğimiz Kardamaina öne çıkanlar arasında.
Avli restaurant’da unutulmayacaklar listemize ön sıralardan giren nefis bir yemek yiyoruz. Avli, tahmin edeceğiniz üzere Avlu demek. Yine eski bir evin avlusu, dün geceki bahçeden daha genişçe.
Tam ortasında bir kuyu, begonvil yerini çok sevmiş, çocukken defterlerimize yaptığımız kenar süsleri gibi boydan boya tüm avlunun duvarlarına sarılmış. Benim bir restaurantı en iyiler arasına almam için sadece lezzetli yemekler sunması yeterli değil. Tabi o da önemli kıstaslardan biri ama ondan evvel, sıcak karşılama, servis kalitesi, ortamın ambiyansı, hepsi bir bütünün parçaları.
Bir tanesi eksik kalsa, unutulmazlar arasına giremiyor. Hafızanıza demir atması lazım. Bir daha gelmek istemeniz lazım. Yolluk olarak garsonumuzun bize microvawe de ısıtarak ikram ettiği rakılı, ballı likör benim için Yunanistan’da bir ilk. Nasıl güzeldi anlatamam. Yüzümüze yayılan gülümseme, içimiz liköründe etkisi ile sıcacık ayrıldık oradan.
Adanın sembollerinden 500 yıllık Hipokrat Ağacı
Kos’daki son günümüzü adanın sembolü haline gelmiş tarihi yerleri görmeye ayırıyoruz. Adaya günü birlik gelenler için şehir merkezinde yürüyerek gezebilecekleri çok yer var. Hepsi birbirine çok yakın.
Bir diğer adı Şövalyeler Kalesi olan Neratzia Kalesi ile gezimize başlıyoruz. Saint John şövalyeleri tarafından inşa edilmiş daha sonra 1380 yılında Osmanlı saldırılarına karşı 4 kule daha eklenerek bugünkü halini almış.
1523’te Osmanlılar kaleyi ele geçirmiş ve 1912’ye kadar himayelerinde tutmuşlar. 2017’deki depremden sonra uzunca bir süre kapalı kalmış. Restorasyonu tamamlandığı için açıktı biz gittiğimizde. İçini gezebilme şansımız da oldu. Kalenin giriş kapısına giden köprüde fotoğraf çekilmeyi ihmal etmeyin.
Hipokrat Ağacı, Neratzia Kalesi’nin girişinin hemen önünde bulunuyor. Adanın önemli sembollerinden biri bu ağaç. Bu yaşlı çınar ağacının altında tıbbın öncüsü Hipokrat’ın öğrencilerine ders verdiğine inanılıyor. Ağacın etrafı demir parmaklıklarla çevrili ve burada küçük de bir çeşme var.
Buradaki ağaçların gölgesinde serinlemek bizim için büyük keyifti. Adadaki en iyi cafe Neratzia cafe olabilir. Beş yüz yıllık Hipokrat ağacına bakarak bir kahve için. Hemen her dile çevrilmiş, papirüs kâğıdına basılı Hipokrat yeminleri, doktor arkadaşlarınız için iyi bir hediye alternatifi olabilir.
Hipokrat Ağacı’nın hemen yanında göreceğiniz Gazi Hasan Paşa Cami adını aldığı Cezayirli Gazi Hasan Paşa Cami tarafından 1786’da yaptırılmış. Cami kesme taştan yapıldığı için mimarisi oldukça güzel duruyor. Fakat ne yazık ki Cami 2017 Kos depreminden ciddi zarar görmüş. Caminin hemen yanında bir aslan heykeli göreceksiniz. Bu aslan heykeli, zamanında ABD’yi haraca bağlayan Gazi Hasan Paşa’nın evcilleştirip yanında dolaştırdığı aslana ithafen yaptırılmış.
Eleftherias Meydanı ( Kos’un eski adı İstanköy Hali olarak da geçiyor) ile devam ediyoruz. Özgürlük Meydanı olarak da bilinen Eleftherias Meydanı Kos’un en merkezi noktası. Belediye pazarı, 1934-1935 yıllarında İtalyan mimar Rodolfo Petracco tarafından inşa edilmiş. Ada 1933 yılında depremde büyük hasar görünce, o dönem adaya hakim olan İtalyanlar, kendi mimarilerinde devlet binaları yapmışlar.
Bunlardan en çok dikkat çekenler, sahilde yer alan belediye binası ve binanın arkasında bulunan, kentin en hareketli noktalarından birisi olan Elefheria Meydanı’ndaki belediye pazarı.
Bu pazardan hediyelik eşya, yöresel ürünler, baharatlar, alkol, meyve sebze gibi çeşit çeşit ürünler alabilirsiniz.
Meydanın bir tarafında Belediye Pazarı (Agora), bir tarafında Defterdar Cami, bir tarafında Kos Arkeoloji Müzesi bulunuyor. Eleftherias Meydanında bulunan Defterdar İbrahim Paşa Cami, Osmanlı zamanında 1724 yılında İstanköy Maliye Müdürü İbrahim Paşa (Defterdar İbrahim Paşa) tarafından yaptırılmış.
Ne yazık ki 2017 yılında Kos’ta yaşanan depremde burası da çok fazla zarar görmüş. Bu güzel Osmanlı Camisi 2017 Kos depremi öncesine kadar ibadete açıkken bu depremden sonra ne yazık ki ibadete kapatılmış. Caminin minaresi yıkılmış, şadırvanının hali içler acısı. Umarım bir gün yaptırılır ve tekrar kullanıma açılır.
Kos Adası antik dünyada önemli bir yere sahipmiş. Bunu adayı gezerken anlıyorsunuz. Her yerden tarih fışkırıyor. Bu antik kalıntılardan biri de Antik Agora. Agora maalesef günümüze kadar pek sağlam gelememiş. Antik çağlarda adanın ticaret ve sosyal merkezi olarak kullanılan Antik Agora Kos merkezde bulunuyor. Agoranın birden fazla girişi var ve giriş ücretsiz.
Kos merkezden çıkıp adanın güney tarafına doğru yol aldığınızda Wine Roads tabelalarını göreceksiniz. Yol üzerinde birçok şarap evi var. Bu şarap evlerinden herhangi birini seçip ziyaret edebilirsiniz. İşletmeciler içeride size imalathanelerini tanıtıyorlar ve şarap tadımı yapabiliyorsunuz. Dilerseniz bir şişe şarap açtırıp üzüm bağları manzaralı şarabınızı yudumlayabilir ya da buradaki şaraplardan satın alabilirsiniz.
Zia Köyü’nde gün batımı bir başka
Adadaki son akşam yemeğimiz için, Kos adası gezilecek yerler listemizde en güzel yerlerden birine geldik. Zia Köyü, konum olarak her ne kadar wine roads’tan sonraki ilk rota olsa da ben burayı adanın güney kısmını gezdikten sonra dönüşte gün batımı için en sona saklamanızı öneriyorum. Zia’ya gitmek için bol virajlı ve ormanlık yollardan yukarılara çıkılıyor. Kalimnos, Plati ve Pserimos adaları ile Bodrum’a bakan manzarası nefes kesici.
Alışveriş yapabileceğiniz hediyelik eşya dükkânları, birbirinden şirin kafeleri, nefis panoramik manzarası, şahane gün batımıyla Zia Köy size istediğiniz birçok şeyi bir arada sunuyor. Köyün devamında trekking yapmak isterseniz çıkabileceğiniz Dikeos Zirvesi var. Buraya bir yarım gün ayırıp, güneşin deniz ile kavuştuğu, renkten renge büründüğü eşsiz bir gün batımı eşliğinde akşam yemeği ile gününüzü bitirebilirsiniz.
Kos’a üç gece, iki tam gün ayırmıştık. Yeter de artar diye düşünmüştük. Ama yeterli olmadı. Bir turiste gezecek, görecek çok farklı seçenek sunan bir ada Kos. Her Yunan adasında hissettiğimiz o tanıdık, samimi hava, karşılama bu adada da var. Gelmesi çok kolay.
İnsan beğendiği bir yerde eşyalarını unuturmuş. Bunun psikolojik alt sebebi, oraya bir daha dönmek istemesiymiş. Ne kadar doğru bilmiyorum, Kos’da bir eşyamı da bırakmadım ama tekrar gelmeye niyet ederek ayrılıyorum. Sabah iki buçuk saat sürecek feribot yolculuğu ile on iki ada içerisinde en kuzeyde yer alan Patmos adasına doğru yola çıkıyoruz. Heybemize yeni anılar eklemek üzere.
Aslı Erten Çokça