BİR-İKİ DAMLA

Dost sohbetlerimizin birinde, biraz yaşımıza dokundurmak, biraz da miskin ortamı dürtme fırsatını  kaçırmayacak bir dost, ‘durduk yerde gözlerinin yaşarmasından’ yakındı. Olmadık yerde demek istedi daha doğrusu. Film izlerken,  gönül havzasında dolaşırken, gözünü senden ayırmayan biriyle konuşurken. Niceleri için istifimizi bozmadıklarımızdan ne değişti de, iki damla yaş ile göveren gözlerimizden bu denli mahcubiyet duyuyoruz, deyiverdi. Neşeli geçecek bir günün cazibesini biraz ürkütse de çoğumuz uysal dinleyicilerdik ve  gözyaşının kumsallarında epey zaman geçirmiştik.

Fotoğraf: Füsun SAKA

Birimiz, yaşlı beyinlerde savunmaların zayıfladığını ileri sürdü; belleğin çoraklaşması, birlikte koşumlandıkları dün-bugün atlarından bugünün çözülüp çıkarılması. Sonra balıklar gibi dolaşmak ortalıkta.

Bizim yaşımızda konuşmalar uzadıkça uzar

Bizlerin yaşına gelmiş ahbap, dost, akranlar arasında  konuşma bir başlamaya görsün, uzadıkça uzayabilir. Zaman; girilen tüneller, beklemeler, uyuklamalar, haber saatleri ile kesintiye uğrayabilir.

Bizim yaşımız derken  iki haneli bir  sayıya takılmamak  keyifli olabiliyor.  Siz yine de kabaca hepimizin  işinin başında, her anı yeni heves ve devam yolları üzerine tartışan insanlar olduğumuzu düşünün. İçtenlik ve doğruculuktan vazgeçmediğimizi söylemek de abartılı olabilir. Konumuz apaçık: çatlak testiden su sızdırır gibi, gözlerimizin dolması, neredeyse  boşalması. (Hemen de kınanması, günleri boydan boya kateden gerçekçilikle.)

Davet sonlandığında yüzlerinde değişen çizgiler ve  gölgelenmeler  gülümsemeyi andırıyor

Oysa biz  yaşını almış, yaşadıklarını anlatırken üçü beşi aramayanlardan olmuştuk. Tek kusurumuz buymuş gibi bir şeyler izlerken, dinlerken, anlatırken  gözümüzün dolmasından, sesimizin boğulmasından utanıp sıkılıyoruz.  Bunları yaşamayalım diye  konuşmaz, dinlemez oluyoruz. Bir arada olmaktan büyük keyif alıyoruz. Ama bazen göründüğümüzden daha kalabalık olduğumuzu farkediyorum. İsteyen istediğini getirmiş oluyor sanki, bazen de birimizin öteki berikinden gelen seslere kulağını çevirip bir başka içsel davete katıldığını farkediyorum. Davet sonlandığında yüzlerinde değişen çizgiler ve  gölgelenmeler   gülümsemeyi andırıyor.

Öylesi anlarda derimizden epey içeriye yol almış bir dikeni çıkartmaya bir kez daha  çabalıyoruz sanki, öyle derin bir acı olmasa da gözlerimiz sulanıveriyor. Bizim yaşımızda bunayan da var mutlaka ama şimdilik kendimize hiç konduramıyoruz.  Hastaların çoğu anlatacağı dertlerin ucunu kestiremediğinde geriye bir gözatıp   ‘geçmişin birikintisi herhalde’ deyiverirler. Bu saptama herkesi rahatlatır, ne olsa yapacak bir şey yoktur.

Yarı yolda belleği tarafından terkedilmiş birçok hasta gördüm; yakınlarının kaygı yüklü gözleri önünde gelecek belki de gelmeyecek zamana fal açtık birlikte, ne olabilir, neler bekliyor bizi diye. Hastalar çoğalınca bu hikayeler de ucuzladı, bakımevleri toptan alıyor bu hikayeleri, tek tek unutup öldürüyorlar sonra. Aman Allahım, hepimiz müthiş   korkuyoruz bunamaktan; oysa yarısına kadar acıklı bir hikaye, sonrası yolcularını indirmiş, menzilini yitirmiş bir trende yolculuk. Kimi hikayelerini alıp gidiyor, kimi başkalarına emanet ediyor.

İnsan sırtındaki  ağır  bir yükle zorlanır  belki

Mezun olup göreve ilk başladığım köyde, kahvede toplaşan yaşlılar  güler, eğlenir, söver, açık saçık konuşurlardı. Onların yanında olduğum zamanlarda  kederli, zorunluluklardan azat edilmeyi bekleyen biriydim. Aynı öyküleri anlattıklarında da, aynı keyifle gülerlerdi. Şimdiki bilgi ve deneyimim olsa içlerinde bazılarının apaçık bunamış olduğunu  söyleyebilirdim herhalde. Pek işe de yaramazdı, herkes halinden memnundu. Neşeleri, içi balık dolu koca bir ağı çeken balıkçıların neşesiydi. Keşke, bilmişlik taslamayıp bastonların, tespihlerin, çayların ve tütünün  içten davetine katılıp,  zamanımı içimi kemiren kurtlarla geçirmeseymişim.  Birkaç diş görünen ağızlarını kapanmış galerileri ile maden ocaklarına benzetip, bu içten neşelerine dudak  bükmeseymişim. Şimdilerde bu kadar neşeli olabilmeyi ne kadar isterdim.  İnsan sırtındaki  ağır  bir yükle zorlanır  belki ama küçük bir çıban da canından bezdirebilir. Yazılı, sözlü olmayıp, bizi çekip çeviren buyruklarla  yaşamdan alınacak keyifler izne tabi.

Hepimizin derdi imiş meğer, gözümüzden süzülmesine engel olamadığımız yaşlar. İçimizde kar ya da buz iken, eriyerek yolculuklara mı merak salmış  damlalar. Teknelerimiz kıyıya çekiliyor, yüreğimizin en saf  okunuşu bizi utandırıyor. Gözlerimizdeki katre  birkaç kelime ile kendini ele verir sanmıştık, derin bir sessizlik içinde, bilinmezlikle noktalandı. Yoksa son damlalar mı , gözlerimize tutunan, denizden kalan,  yolculuklardan kalan…

Safa Özkızıltan

Paylaş

Son Yazılanlar

Bedeli pahalı bir dünya kupası

20 Ağustos 2023, Sidney’de Stadium Australia’da önemli bir organizasyonun, Kadınlar Dünya Kupası’nın finalinin son düdüğü ile birlikte İspanyol futbolcular büyük

Putin de olurmuşum ben!!!!

Sizin kırmızı çizginiz nedir ? Hani o çizgiyi geçince savaş ilan edebileceğiniz yer. İşte geçen gün bizim evin “minik” Puta’sına

Eskiden biz arabulucuyduk

Kiracı-ev sahibi arasındaki uyuşmazlıklar dağları aşınca arabuluculuk sistemi zorunlu hale getirilerek uygulanmaya kondu. Düşünün 2020 yılında 27 bin, 2021 yılında

Dayatılan koşullara direnmek

Ne yaman ikilem; bir yanda, şemsiyesi altında yaşayanlara bağışladığı özgürlüğün tek savunucusu rolünü oynarken, diğer yanda soluksuz çalıştırdığı insanları kendisine

Azim, kararlılık ve mücadele

Değerli Bi’nevi Gazete okurları, Özel sebeplerden ötürü uzun bir süredir sizlerle değildim. Bu yüzden öncelikle siz değerli okurlardan, sonra da

Küçük “Puta”lar işini bilir

Siz onları bilmezsiniz. Acındırarak, yardıma muhtaç bir şekilde girerler hayatınıza. Bi mağdur, bi zavallı, bi güçsüz. Tatlı tatlı masum masum

“Cumhuriyet vazgeçmemektir!”

Haçadur Kelleci… Türkiye’nin yetiştirdiği dünya çapında mücevher ustalarından biri… Dünyanın en büyüleyici ve renkli merkezlerinden biri, Kapalıçarşı’da ve Çuhacı Han’da