Kıskandım mı? Evet, hem de nasıl. Ben burada göbeğimi büyütürken, Japonya’da bir kedi kitap yazmış. Hem de öyle böyle değil. “Ben bir kediyim” isimli bir kitap. 576 sayfa. Kitap ne mi anlatıyor? Sevilmeyen, istenmeyen bir kedinin sahibinin iç dünyasına girerek yaptığı gözlemler ve hatta o evin içinde, onun yaşantısı üzerinden iş adamlarına, öğretmenlere, Çin felsefesi, Budizme kadar giden gözlemler. Çok isterdim kendisini evimizde ağırlamayı:)))
Yazarı: Natsume Soseki. Ben burada oturup tavuk yerken, bizim ki de çekik gözleriyle düşünürken, şimdi japon kedinin kitabından sonra bizimki de Japon Japon gelmeye başladı bana. Elmacıkları iyice fırlamış bakar oldu sanki. Yok, yok kedi Japon ya. Sahi bu Japon arkadaş, bizimki demiyor. Sahibim diyor. Sahip sevimsiz gelmiyor mu sizce kulağa? Hayır, şimdi hemen, kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş gelmesin aklanıza. Orada da niye biz varız bir anlasam. Niye tavşan uzanamadığı havuca mundar demiyor da biz kediler diyoruz.
Kimse ona isim vermedi
Yok, kitabın sayfalarını patilerimle çevirmeye devam ediyorum. “Şimdiye kadar hiç kimse bana herhangi bir isim vermedi. Gelgelelim, olmayacak duaya amin demenin de bir anlamı yok. Kararımı verdim; hayatımın geri kalanı boyunca isimsiz bir kedi olarak öğretmenin evinde kalmaya devam edeceğim.” diye yazmış. Bu satırları okuduktan sonra baktım bizimkine, o, bana hiç kedi demedi, Eflatun dedi. İsimsizlik, diye acı acı miyavladım o Japon kedisi için. Bizimki hemen, “Eflatun, neyin var?” dedi. Severim senin Eflatun deyişini diye baktım yüzüne. Sayfaları çevirmeye devam ederken, Japon arkadaşın bu isimsizlik kompleksini bizim için yazdığı şu muhteşem satırlarda nasıl giderdiğini görüyorum.
Tüm kedilerin aynı olmadığını ama insanların ne yazık ki bunu anlamadıklarını vurguluyor. “ Gözlerimiz, burunlarımız, kürkümüz ve patilerimiz; her biri farklıdır. Birinin bıyıklarının eğriliğinden diğerinin kulaklarının pozisyonuna ya da kuyruğunun duruşuna kadar. Biz kediler keskin bir biçimde birbirimizden ayrılırız. İyi görünenimizle, kötü görünenimizle, sevdiklerimizle ve sevmediklerimizle, nezaketimizle ve kabalığımızla, birisi çıkıp da kedilerin sonsuz çeşidi olduğunu söylese yeridir hani.”
Yakışıklı bir kediyim
Evet ya, bu satırları okuduktan sonra geçtim aynanın karşısına, baktım yakışıklılığıma. Laf aramızda, bizimki beni çok yakışıklı bulur. Beğenmez öyle herkesi ama… Sonra bizimkiyle kader ortaklığımızı düşündüm. Onu nasıl iyi tanıdığımı, beni ne çok sevdiğimi, bazen çaresice benimle uğraşırken ne kadar yorulduğunu, sonra beni anlatırken yumuşayan sesini ve sanki herkes beni sevmek zorundaymış gibi, “bak, oğluma, “derken, karşı taraf ilgilenmezse alınmasına… kalkan kaşına, dikilen gözlerine, bizimki ya bilmez miyim ben. Japon kedi de ne güzel anlatmış bu duyguyu. “İşin aslı şu ki, bir insanın dizlerine yatıp uyuyormuş numarası yaparken kürkümü karnına hafifçe dokundururum; işte o an bir elektriklenme meydana gelir ve bu sayede o kişinin iç dünyasındaki her şey zihnime yansır.” Yani, düşünün bizimkinin kaç dünyasını tanıdım ben. Kızmayacağını bilsem daha yazarım da… Keşke tanısam o Japon arkadaşı. Kitap yazmanın sırlarını anlatsa bana. Bizimkine baktım bir an. Aslında otursak beraber mi yazsak diye geçirdim içimden.
Bazen o bir şeylere çok üzüldüğünde, atarım patimi, kalk yerinden diye, aslında isterim o da bizi anlatsın. Hani şimdi yine “ben bir kedi Eflatun diye söz başlayacağım, ama güzel olmaz mı arkamda bir eser bırakmak, öylesine bir kedi olmamak, bir kedi vardı demezsiniz arkamdan, bir Eflatun vardı dersiniz en azından. Sonra özendim bu Japon yazar kediye, “yola devam Eflatun, “ dedim. Sonra bizimkine miyavladım, gözlerimi kıstım, patimi attım. Bak dedim, bu kitaptaki kedinin evine bir sürü insan gelip gidiyor, onlar konuşuyor, bu dinliyor, bu da yazıyor, hadi sen de çağır arkadaşlarını, yazacağım sizi.