Eurosport yayınlıyorsa spordur
Bilardo spor mudur? Ya da dart, körling veya satranç? Yoksa bunlar sadece oyun mudur? Menemen soğanlı mı olur, soğansız mı tartışmasına benzer bir soru. Kimilerine göre evet, kimilerine göre hayır. Her ne kadar bunlar hakkında muhtelif görüşlerim olsa da – zira her biri için farklı yanıtlarım var kendimce – fazla yorulmamak için bulduğum basit çözüm şöyle: Eurosport yayınlıyorsa spordur.
Bu çözüme göre bilardo, dart, körling spordur, satranç, briç değildir. Peki ya tavlanın günahı ne? O kadar zar sallama hareketi, koltuk altına alma hareketi boşuna mı? Hiç tartışılmaz bile spor olup olmadığı diğerleri kadar. Derin mevzular.
Uzatmadan konumuza dönelim…
Mexico adlı bir kasabada doğmuştu. Hayır, Meksika’da değil, Filipinler’in başkenti Manila’ya 60 kilometre kadar uzaktaki bir kasabada. Henüz küçükken ailesi başkente taşındı. Efren amcasının bilardo salonunda ona yardımcı olmaya başladı. Lucky 13 Bilardo Salonu’nda aynı adlı bir müdavimleri de olduğundan diğer müşteriler onu Efren Bata diye çağırmaya başladılar, “çocuk” Efren…
Doğal bir yeteneğe sahipti. Diğerlerinin göremediği açıları ve kombinasyonları sanki seziyordu. Kısa sürede adaşı büyük Efren’i de, salonun diğer müdavimlerini de aşmıştı oyunu. Hayatı amcasının salonunda geçiyordu artık.
İş saatleri dışında bilardo salonlarındaydı
Kalabalık ailesi varlıklı değildi, aileye yardımcı olması gerektiğini biliyordu. Henüz on iki yaşındayken para bahisli bilardo oyunlarına başlamıştı. Ama ne Manila’da, ne çevresinde yeterince para kazandıracak bir rekabet yoktu.
Çizgi kitaplar yayınlayan bir yayınevinde iş buldu. Baskıya gidecek sayfaları düzenliyordu. İş saatleri dışında ise bilardo salonlarındaydı.
Yirmili yaşlarının başında New York’a gitti
Çeşitli takma isimlerle bilardo oynadı ve onbinlerce dolarla geri döndü. Artık bilardo salonlarında bilinen bir isimdi ve rakipler çekindiğinden para kazanmak zorlaşıyordu. Profesyonel olmaya karar verdi.
Filipinlerdeki ilk profesyonel turnuvasına katıldığında otuzlarına merdiven dayamıştı. O turnuvayı kazandı ve sonra da kazanmaya devam etti.
Onu bu kadar özel kılan kazanmasından çok kazanma şekliydi. Küçüklüğünde ona takılan bata “çocuk” lakabı üstüne yapışmıştı sanki. Yetişkin bir profesyonel olarak bile en stresli pozisyonlarda çocuksu bir sakinliğe, pozitifliğe, heyecana sahipti. Kimsenin cesaret edemeyeceği vuruşları gayet kolaymış gibi yapabiliyordu. Bata’dan The Magician ‘sihirbaz’ lakabına terfi etti.
Her şeyiyle nevi şahsına münhasır dedikleri gibi birisiydi Sihirbaz
Kimsenin göremediğini görmesi, denemediğini denemesi, üstelik bunları çok basitmiş gibi yapmasıyla değil sadece, her şeyiyle farklıydı. Mesela turnuva esnasında duş almazdı. Zira uğursuzluk getirebilirdi.
Turnuvalarda elde ettiği dereceler çok umurunda değildi. Para ödülü için oynadığını söylüyordu. Önemli olan kazanacağı miktardı. Ama para ve zenginlik hırsı yoktu hiç. Para yaşamı sürdürebilmek için gerekli bir araçtı. Kimbilir belki de fakir çocukluk yıllarının getirdiği bir dürtüydü para ödüllerini toplama isteği.
Tezat gibi görülse de davranışları bu sözlerin kanıtı gibiydi.
Para geldiği gibi gidebilirdi. Çevresine karşı yardımseverdi. Dostları ondan ‘cömert’ diye bahsederlerdi. Kullandığı telefonu, arabası, kıyafetleri hep standarttı. Hiç biri için lükse kaçma merakı yoktu. Kullanışlı olmaları yeterliydi.
Baştaki sorumuza dönelim; bilardo spor mudur?
Yetmişten fazla uluslararası ünvana sahip olan Efren “Bata” Reyes’e, yani Sihirbaz’a sorsak muhtemelen sadece güler ve bilardo masasındaki toplarına döner.
Çok mu önemli sanki nasıl kategorize edileceği?
Yüreğinizde sizi mutlu eden neyse onu yapın ve iyi yapın.
Behçet Üstün