Rivayete göre olay; Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde geçmektedir.
Terapist; danışana o meşhur ilk soruyu sorar; ‘Sizi buraya getiren nedir?’
Danışan söze başlar:
“Sadece tek bir şikâyetim var. Bu nedenle neredeyse hiç uyku uyuyamıyorum. Gündüz ya da gece fark etmiyor… Uyumadığım için birçok başka şikâyetim oluyor…
- Yatağa yattığınızda ne tür düşünceler geçiriyor aklınızdan?
- Anlamıyorsunuz, yatağa yatamıyorum.
- Neden yatamıyorsunuz?
- Dökülmekten korkuyorum.
- Dökülmek kelimesini biraz açar mısınız lütfen.
- Her hangi bir yerde yatay pozisyona geçersem dökülebilirim.
- Neden döküleceğinizi düşünüyorsunuz?
- Çünkü portakal suyu; sıvı bir maddedir ve her yere dökülebilir.
- Bedeninizin içinde portakal suyu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
- Hayır.
- Portakal suyunun nasıl döküldüğünü tarif eder misiniz…
- Ben bir bardak portakal suyuyum.
- Size bir bardak portakal suyu olduğunuzu düşündüren nedir?
- Hiçbir şey… Bunu biliyorum. İnsan, kim olduğunu bilmez mi…
- Size göre siz bir bardak portakal suyusunuz ve bunu biliyorsunuz…
Uyumak için yattığınızda döküleceğinizi düşünüyorsunuz…
-
Evet, tam olarak böyle… “
Danışan; portakal suyu olduğunu düşünmesi dışında hemen her konuda mantıklı yanıtlar vermektedir sorulara. Psikoterapist, danışanın bilinç boyutunu ve psikotik bir rahatsızlık içinde olduğunu anlar. Anlamlı bir yüzdeyle kalıtsal olduğu bilinen psikotik bozukluklar söz konusu olduğunda uygun ilaç tedavisine başlanması kaçınılmazdır. Ancak aylar süren ilaç tedavisi hiçbir sonuç vermez. Danışan, kendini bir bardak portakal suyu olarak görmeye devam etmekte ve döküleceğinden korktuğu için yatarak uyuyamamaktadır.
Terapist son bir yöntem olarak şöyle der: “Bu gece kafanıza bir takke giyerek yatmayı deneyin lütfen”.
Danışan, ertesi gün heyecanla terapistini arar: “Allah sizden razı olsun doktor, sayenizde bebekler gibi uyudum…”
Çareyi, ütüyü yanında taşımakta bulanlar
Kitaplara ya da televizyon dizilerine konu olan psikoterapi öykülerine pek benzemiyor öyle değil mi… Hatta çekinmeden söyleyin; daha çok, bir fıkraya benzettiniz…
Siz büyük olasılıkla sayma, kontrol etme ya da tekrar etme gibi ritüelleri olan obsesif kompülsif kişilik bozukluğu hikayelerini de ‘gülünç’ buluyorsunuz. Haydi, itiraf edin: Ütünün fişini prizde unutma takıntısına (obsesyon) sahip olan bir kişi; defalarca evine dönüp ütünün fişinin prizde olmadığını kontrol ettiğinde (kompülsiyon); bu “zorlantı” nedeniyle hayatı mahvolduğundan çareyi ütüyü sürekli yanında taşımakta buluyor ve siz bu duruma kahkahalarla gülmek istiyorsunuz. Onlarla da; ev kedilerinden korkanlarla, kalabalık ortamlara giremeyenlerle, şeytan ya da peygamber olduğunu iddia edenlerle geçmek istediğiniz kadar dalga geçmek istiyorsunuz. Sizi sadece ait olmak istediğiniz sosyal çevrelerde ayıplanma ya da dışlanma korkunuz engelliyor. Demek ki öğrenmeniz gereken şeyler var.
Öncelikle davranış bozukluğunu tanımlayalım
Davranış bozuklukları için ‘işlevsiz davranışlar’la ilgilidir diyebiliriz. Bir davranışın işlevsiz olması evrimsel olarak elenmesi gerekliliğine rağmen tekrarlanmaya devam etmesi anlamına gelir. Canlı; gelişimi boyunca ‘hayatta kalmak’ için bazı davranışları ‘daha faydalı’ bulur ve faydasız ya da daha az faydalı bulduklarını terk eder. Bu, insan açısından sağlıklı kabul ettiğimiz beyinler için geçerli bir durumdur. Bazı özel durumlarda beynin kimyası değişir. Hormonlar olması gerekenden farklı salgılandığı ya da bloke olduğunda ve sinirlerin kendi aralarında haberleşirken kullandıkları dil olan nörokimyasal aktivite bozulduğunda bu gerçekleşebilir. Fiziksel travmalar; alkol, uyuşturucu ya da uyarıcı maddeler; psikozlar gibi nedenlerle olabildiği gibi duygusal travmalar, erken dönemde sağlıklı/sağlıksız kurulmuş zihinsel şemalarda olduğu gibi salt ‘düşünce’ ile de bozulabilir ya da düzelebilir.
Tehlike anında ‘savaş ya da kaç’
Örneğin; yüksek ses ve yüksekten düşmeye ilişkin doğuştan gelen korkularımız dışındaki tüm korku ve fobilerimizin sebebi, kaynağına dair düşüncelerimizdir. Bebeklerin ‘korkusuzluğu’ da bundandır. Biz insanlar geliştikçe hayatta kalmak için nelerden korkmamız gerektiğini öğreniriz. Diğer bir deyişle korku nesnelerine dair işlevsel düşünceler ve şemalar geliştiririz. Tehlike anında ‘Savaş ya da kaç’ tepkisi göstermemiz buna bir örnektir. Bu ve benzeri durumlarda gösterdiğimiz farklı tepkilerin büyük çoğunluğu davranış bozukluklarıyla ilgilidir.
Düşünceleri değiştirmek sizin elinizde
Bir başka örnek olarak belirli bir yüzdeyle kalıtsal bir ‘depresyon’ eğiliminiz olduğunu varsayalım (Bu morali bozuk olarak gördüğünüz kişilere ‘depresif’ sıfatı yakıştırmanızdan çok farklı ve ciddi bir durumdur). Yine de depresyona neden olan; kendinize ve çevrenize dair işlevsiz düşüncelerinizi kontrol etmek/değiştirmek büyük ölçüde sizin elinizdedir. Biraz düşününce ‘Fazla pozitif’ ya da ‘Pollyanna’ lakabı takarak bıyık altından güldüğünüz kimi arkadaşlarınızın genel olarak depresif eğilimler göstermediğini fark edeceksiniz.
Sonuçlarını değiştiremeyeceğimiz durumların üstesinden gelmek
O zaman kendileri için kendisi ya da diğerlerine dair olumsuz düşünceleri nedeniyle davranış bozukluğu göstermekten kaçınan; kendini iyi hissetmek isteyen ve bunun için tecrübeyle sabit bir yöntemi tekrar eden kişilerdir demek daha doğru olur. Çünkü düşüncelerini birçok kişiden daha sağlıklı şekilde kontrol etmektedirler.
Elbette yüzleşmemiz gereken sorunlardan kaçmak değil, sonuçlarını değiştirmenin mümkün olmadığı kimi durumların üstesinden gelmekten söz ediyorum. Bu ancak travma ya da stres kaynağına dair algınızı işlevsel şekilde yönetmekle mümkün olabilir.
Edilgen ve çaresiz değil
Akıl sağlığı ‘fayda’ ile ilgiliyse; başınıza gelen olayları oldukları gibi görmek; edilgen ve çaresizce değil işlevsel bir algı oluşturarak göğüslemek yapabileceğiniz en iyi şeydir.
Yazımın girişinde söz ettiğim ve ciddi bir hastalığı olan danışanda önerilmesi zorunlu olan psikotik ilaçlar etkisiz kalmıştı. Gerçeklik algısının büyük ölçüde bozulduğu psikotik sorunlarda dahi ‘takke’ gibi bir öneriyle ilgili algıyı olumlu yönlendirmek mümkünken siz de kendinize ve çevrenize dair düşüncelerinizi, bu düşüncelerden oluşan şemalarınızı yönetebilirsiniz. Kendinizi olmak istediğiniz kişi gibi göstermek adına ötekilerin algısını yönetmek için harcadığınız zamanı; kendi algınızın patronu olmak için kullanmanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Nasıl mı? ‘Benim bir sorunum yok’, ‘O kadarı herkeste olur’, ‘Deli değilim ben’ gibi kalıplar halinde sakladığınız inançlarınızı sorgulayın önce. Psikoterapist sadece ruh hastalıklarını tedavi eden bir sağlık çalışanı değildir. Belki esas faydayı; işlevsel olmayan düşüncelerinizin yerine yeni ve işlevsel olanları benimsetirken sağlayacaktır size.[email protected]
Tolga Akyıldız