Kadın, erkek çoğumuz ‘Beni ben olduğum için ve olduğum gibi sevmeli’ gibi bir şartı baştan koşarız aşkta. Her ne olduğumuzu düşünürsek düşünelim; değişime direnç göstererek (Ya da ondan korkarak) ‘sığındığımız’ alana bir güzelleme yaparız: ‘Beni böyle sev seveceksen…’ Bir başka ifadeyle; ‘Beni seviyorsun diye kılımı kıpırdatacak değilim!’… İşte orası konfor alanımızdır.
Bir başkası bizi sevmeye devam etsin diye onun istediği doğrultuda değişmemizi kimse isteyemez. Ancak kendimizi hakkınca sevmek için kılımızı kıpırdattığımızı, iyi yönde de olsa bir değişimin sancısını göze aldığımızı sanmıyorum. Hepimiz, konfor alanı içinde kendini kandıran daha kötüsü bu palavralara inanan çoğunluğun parçasıyız.
Konfor alanı dediğimiz yan gelip yatmanın ve koşu bandının yeridir. Güvenli ritüeller cumhuriyetidir… Yalancı ninnilerle uykuya daldığımız ya da kan ter içinde koşup yerimizde saydığımız alandır. Kurulup kurulup önümüze gelen hayaller tam olarak orada gerçekleşmezler.
Bir ev olarak düşünelim mesela: Başarısızlık olarak gördüğümüz birçok hikâyeyi, sevilmeye layık görmediğimiz yönlerimizi, görmezden geldiğimiz sarsıntılarımızı; yetersizlik ve yalnızlık duygumuzu; gösterişli mobilyalar gibi döşemiş, korkak iç mimarımızın talimatlarını aynen uygulamışızdır o evde.
Bu dekorasyon, gerçeği kendimizden bile gizlemeye yaramıştır. Hata ya da değil; aynı şeyi defalarca yapıp aynı sonucu almamız kontrolün bizde olduğuna dair inancımızı pekiştirir. ‘Kendimi böyle kabul edeyim, değişemeyeceğime inanayım; riske girmeyeyim, ben böyle iyiyim. Tabiattır, kişiliktir, karakterdir, mizaçtır, şahsiyettir, prensiptir, ilkedir hatta kaderdir; bir kulp takarım nasıl olsa’ der; değişim mimarisine yeltenmeyiz. ‘Eski köye yeni âdete; icat çıkartmaya, durduk yere caz yapmaya’ gerek yoktur. ‘Bana uymaz’, ‘Beni bozar’, ‘Bana yakışmaz’ları kalkan ederiz fikrimize.
Aslında konfor alanının varlığı ve niteliği; onunla ilgili düşüncemiz yani bize bağlıdır. Peki, bizi değişimin tehditlerinden koruduğunu sandığımız bir sığınak mı yoksa içinizdeki düşman mıdır konfor alanı?
Kapısını içerden kilitlediğimiz; anahtarınıysa dışardan gelip bizi kurtaracak kişide sandığımız evde kim bir ömür geçirmek ister ki? Ya kapıyı açıp orayı terk etmeden; kimi riskleri göze almadan huzura kavuşmak mümkün değilse?
Emin olun sizi ne aileniz, ne yakınlarınız, ne para ne de alacağınız bir terfi kurtarabilir oradan. Hatta bunların varlığı konfor alanına olan inancınızı güçlendirecektir. Aileniz ya da dostunuz oldukları için kahrınızı çeken insanlar ya da paranız ve statünüz nedeniyle her yaptığınızı onaylayanlar size yardım edemez ne yazık ki. Anahtar kimdeyse kapıyı açacak olan odur. Limanı terk etmenin vakti geldiyse demir alacak da sizsiniz o zaman. Tabii kendi hayatınızın kaptanı olmak istiyorsanız…
Bunun için ihtiyacımız olan içgörüdür; içimizde olup bitenlere, kendimizden taraf olmadan bakma cesareti; yaptıklarımızı, ettiklerimizi ve sonuçlarını analitik değerlendirme becerisi; kendimize ve çevremize zarar verenleri tespit ettikten sonra olanı değiştirme gücü…
İçgörü çesareti olmadan, kendimizle yüzleşmeden; kişisel gelişimler, yogalar, meditasyonlar, astral seyahatler fayda etmez; medet umduğumuz aşk masalları bizi kurtarmaz. Eski iç mimarı kovun. Yeni evin inşasını bizzat üstlenin. Sorunu görmek, çözümü üretmek ve harekete geçmek yerine hayatınıza doğma üzerine dogma sokmayın. Sırf daha huzurlu hissedebilmek için itikadın konfor alanına sığınmayın. Sadece iyiliğiniz için değişin ve olun. Büyük sevaba girdiğinizi hemen fark edeceksiniz.
İçgörü, değişimin başlangıç ve en önemli adımıdır. İçeri bakabilmeyi başarıyorsak bu bir başkasını da yalansızca içeri davet edebileceğimiz yani gerçek bir sevdaya hazır olduğumuzu gösterir.
Aşk her iki tarafın bile isteye terk etmesidir kendi konfor alanını. Bir başkası sizi sevmeye devam etsin diye onun istediği doğrultuda değişmek değil… Taraflardan birinin diğerini kendi konfor alanına hapsetmeye yani değiştirmeye çalıştığı hiçbir ilişkinin niteliği aşk olamaz.
Kendi konfor alanımızı terk edip bir başkasının konfor alanına girerek onun kurallarını kabul etmemiz ve bunun gerekçesini yüce aşk olarak meşrulaştırmamız ne kendimize ne de aşka bir fayda sağlar.
Kendimizi bir başkası ya da o kişiye duyduğumuz hisler üzerinden tanımlıyorsak âşık değil hastayız. Aşkın bir körlük, bir delilik hali, bir dengesizlik işi, bir hastalık olduğuna dair rivayetlere karnımız tok olsun. Gözlerimizi karartıp kör eden, aklımızı yitirmemize sebep olan, dengemizi bozan, bizi hasta eden yine biziz çünkü. Aşkın suçu yok.
Aşk; konfor alanımızdan çıktığımızda yani kendimizle yüzleştiğimizde başımıza gelen bir şeydir. Ya cesaret ettiğimiz için karşılaşırız; ya da aşk, ihtimaliyle bile konfor alanından çıkmaya ikna eder bizi. Kendimizi bırakır hayatımızın geri kalanına doğru akmaya çalışırız… Risk falan vız gelir.
Hormonlarımızın gövde gösterisi bittikten sonra; âşık olduğumuza inandığımız kişiyle güçlü bir bağ kurabildiysek şayet; yola birlikte devam edebilmek için ortak bir alanda buluşmaya çalışırız. Başarabilirsek; hem çember alanımızı koruduğumuz hem kesişim kümesinde güzel vakit geçirebildiğiniz için aşkımızı şanslı sayarız.
Aşk; konfor alanından çıkıp hayata karşı omuz omuza mücadele etme kararıdır. Bir elmanın iki yarısı değil birlikte daha lezzetli, daha parlak; iki ayrı elma olma halidir. Aşk birilerinin gözündeki itibarı değil kendi haysiyetini önemser. Başka doğruların toplu onayına değil, iki kişi arasındaki büyülü gerçeğe ihtiyaç duyar.
Ne var ki tüm kesişim kümeleri zamana yenilir. Bu durumda o kümenin aşkın konfor alanına dönüşmesi kaçınılmaz olur. Hayatımızın durağan ve sıkıcı hale geldiğini düşünür aşkın en doğal hallerine fedakârlık gözüyle bakarız. Özel günlere, gizli kurallara, boyun eğilmiş yasaklara, anlamını yitiren sevgi sözlerine, özensizliklere hapsoluruz. Aşkımız geleceği ritüellere itaate bağlı bir ezbere, bir takıntıya dönüşür. Bir kanepenin iki köşesinde, kalp şeklinde iki sevgililer günü yastığıyızdır artık.
Neyse ki aşkın özünde yok edicilik olduğu gibi kendini yeniden yaratma gücü de saklıdır. Hangisini ortaya çıkaracağımıza biz karar veririz. Aşk da insan gibi; içgörüsü olgunlaştıkça artar. Şayet büyüdüysek, yapılacak tek şey el ele tutuşup içeri bakmaktır. [email protected]