“Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur” diyorum ve biliyorum, pek çok kişi bu tanıma tepki duyacak ama gerçekten ortaokul yıllarımdan bu yana içinde olmak istediğim tek meslekti. Ne mutlu bana hep istediğim yerlerde, kaliteli ekiplerle ve “Ben bu işi iyi yaptım” diyecek kadar çalıştım. Yeni Gündem Dergisi, Günaydın Gazetesi, Ekonomik Bülten, İntermedya Grubu, Tempo Dergisi, Habertürk Gazetesi, Vatan Gazetesi, Radyo Gedik, Cumhuriyet Gazetesi…
Trenin son vagonuna tutunduk
Derken, nihayetinde bizim kuşağın, gazetecilik mesleğinin son vagonuna son anda tutunduğunu anladım. Hatta biraz daha geç kalsak tutunamayıp, rayların üzerine yuvarlanacakmışız. Mesleğimiz; gerçek gazeteci patronlardan mesleği ele geçiren iş adamı patronlara geçiş yaparken, biz de hep beraber savrulduk. Gerçek habercilik veya okunabilecek kalitede yayınlanan yazıların yerini, reklama yönelik sayfalar dolusu yazı almıştı da görüp bakmamayı seçmiştik. Kimileri bu satırları okurken, “İçinde olmasaydınız, mesleğinizin ilkelerini savunsaydınız, sendikalı olsaydınız, bu sistemin dışında kalsaydınız” diyordur içinden, büyük bir duyarsızlık ve uzak bir bakışla. Kimileri ise ki onlar sistemde kalan bizleriz, “Biz ne yapsaydık yani, eve ekmek götürmek zorundaydık, içinde bulunarak en azından gemiyi terk eden fareler gibi olmadık, sonuna kadar kendi bakış açımızı bozmadan yazmaya çalıştık” diye savunuyordur. Bu tartışma uzar gider zaten, halen süren ve sürecek olan sonu gelmez bir tartışma…
Hayıflanan gazeteci sendromu
Bir de mesleğini 20 yılı aşkın süredir yapan ve yapmış olanların bunların dışında önemli bir sorunu vardır. Aslında bu, gazetecinin en önemli sorunlarındandır ama göz ardı edilir… Bazen de sohbetlerde öylesine dile getirilir… Ne mi o? Bu hepimizin her zaman en önemli konusudur. Tabii ki yönetici problemi! Gazetecilik öylesine özgür ruhlu bir meslektir ki, yaşamın içinde olduğun sürece üretebilirsin. Ancak meslekten gelen patronların yok olması ve sermayenin işbaşına geçmesiyle birlikte, bilinmez bir deneyimle başınıza gelen bir “yönetici”nin bu mesleği memuriyete dönüştürme ısrarı ve gazetecinin deneyimi ne olursa olsun hesaba katılmadan yöneticisiyle olan uzlaşmazlığı ve çok “demokratik” bu işbirliğine biz, “hayıflanan gazeteci sendromu” adını veriyoruz. Öyle ki bu harika yöneticiler bir şekilde gazetecinin beynine girmeyi başaramasa da, pasifize etmeye gücü yeter, başlığına, yazısına müdahele eder ve yazı sizden çıkar. 2×2’nin 4 olmadığı, tutkunuzla yol aldığınız bu meslekte, günün sonunda, sadece yöneticinize karşı verdiğiniz mücadele kalır. Ve idealindeki işi yaparken, “ Ben gerçekten ne istiyorum, neler yapabilirim?” gibi kocaman bir soru çıkar karşınıza… Aslında sorunuzun yanıtı karşınızda duruyordur.
Bi’neviGazete karşınızda
Çok uzatmayayım, ben ve 30 yıllık gazeteci arkadaşım Mine Türkili covid-19 sürecinde vakit geçirmek, duygularımızı paylaşmak için bir şey başlattık. Instagram’da yüklenen fotoğraflara öyküler yazıp yayınlayacaktık… Başta bunun bize güzel bir yol açacağını bilmiyorduk tabii. Geçen ay benim evimde buluştuk, sosyal mesafemizi de koruyarak hem aşk, hem iş konuşarak günü devirdik… Böyle söylesem de bu kadar basit ve kısa olmadı… Bir süredir beraber yapmak istediğimiz bir iş vardı… Bir internet sitesi yapacaktık ve orada yayınlanan yazıların haber kaygısı olmayacaktı. Bilgi ve içerik önemliydi bizim için. Röportajlar, hikayeler, hatta hepsi hikaye olan bazı yazılar, insan öyküleri, video içerikleri, köşe yazıları, gezi, gastronomi, psikoloji… Yaşama dair her şey! Olacaktık biz. Bazı site isimlerini satın aldık, baktık. Bu olur mu? Dedik. Sonra yapacağımız şeyin adı Mine’nin dudaklarından döküldü. “O değil ya, biz Bi’neviGazete yapmıyor muyuz aslında?” Gülümsedik… Evet Bi’neviGazete huzurlarınızda. Dergi, gazete, hafta sonu gazetesi ne derseniz diyebilirsiniz. Birbirinden kaliteli yazarlarımız, okumak isteyeceğiniz yazılarımızla karşınızdayız.