İnsanın kendini daha iyi, daha motive, daha mutlu, daha huzurlu hissetmesi için dışardan kendisine para karşılığı sunulan sihirli formüller arayışı yeni bir şey değil. Kişisel gelişim endüstrisi insanın bu zaafından faydalanır. Ancak dışarda çözüm aramak yerine içinize bakmak ve sırrı ortaya çıkarmak için yapmanız gereken sadece kişisel misyon bildirgenizi yazmak olabilir.
Komedyen Cem Yılmaz, bir gösterisinde gittiği Hindistan seyahatine gönderme yapmıştı. Mutluluğu, huzuru, aydınlanmayı arayan insanların Hindistan seyahatlerini tiye almış, orada sorulan tüm sorulara verilen yanıtın ‘İçimizde’ olduğunu ve bu cevabı almak için birilerine yüzlerce dolar ödeyip, içimizdeki cevaplarla 8000 km gitmeye gerek olmadığını anlatırken çok güldürmüştü.
Kişisel gelişim endüstrisiyle dalga geçilmesi anlaşılabilir çünkü hedefi hep daha çok para kazanmak olan pazarlama aygıtları bunu gerçekleştirirken aklıselim insanların gözünde komik durumlara düşebilirler. Ne var ki ilgili endüstri bunu hiç önemsemez. Çünkü onun para kaynağı yüzü bir türlü gülmeyen geniş kitlelerdir. Cem Yılmaz gösterisinde, kahkahalar saçarken aslında kendi haline güldüğünün farkında olmayanlardır kişisel gelişim tuzağına düşenler. Yani anlatılan sadece bir Hindistan hikâyesi değildir. Kişisel gelişim ya da küresel sağlık endüstrisinin insanın bu zafiyetinden faydalanmayacağını düşünmek saflık olur. İnsanlar kendini daha iyi, daha motive, daha mutlu, daha huzurlu hissetmek için dışardan kendisine para karşılığı sunulan sihirli formüller aramaya devam ettikçe bu düzen böyle sürer gider.
SÜRDÜRÜLEBİLİR MUTLULUK VAR MI?
Biliyoruz ki insan durmaksızın haz peşinde koşar. Bütün sıkıntıların kaynağı da burasıdır. Hazzın ne denli büyük, farklı, ulaşılmaz olduğu, insan hazza eriştiğinde anlamını yitirir. O haz kaynağı o kişi için artık aynı haz kaynağı değildir. Aslında bir haz kaynağının size haz veriyor oluşu sizin bu duruma inancınız ya da atfettiğiniz anlamla ilgilidir. Diğer bir deyişle nelerden keyif aldığınız, nasıl huzurlu ve mutlu hissettiğiniz ve farkındalığınıza dair ayarlar tıpkı Hindistan’daki tacir guruların söylediği gibi ‘içinizdedir’.
Dışardan gelecek formüller, reçeteler, önerilere yani sihirli ve çabuk çözümlere bel bağlamanız sizin ‘reaktif’ bir hayat sürmeniz anlamına gelir. Reaktif insan etkilere tepkiler oluşturarak tavrını belirleyen insandır. Proaktif insansa etki ve tepki arasında konumlanır. Bilinçli seçimler yaparak eylemlerini belirler ve buna göre hareket eder. Hayatı; sorumluluklarını üstlenerek bir ‘yaşam’a dönüştürür.
Yaşamımızı sürdürülebilir bir mutluluk düzeyinde kurmak istiyorsak; üzerinde biz istesek de bir etkimiz olmayacak yani denetimimiz dışındaki olaylar gerçekleştiğinde geçmişte kalan bu olayın bizi denetlemesine izin vermememiz gerekir. İstenmeyen bir olay gerçekleştiğinde bu artık ‘şöyle olsaydı, böyle olmasaydı’ meselesi değildir. ‘Bundan sonra bizim denetimimiz altında olan ve istediğimiz neler yapabiliriz’ sorusuna yanıt aramak zorundayız.
NEYE ALIŞTIĞINIZA DİKKAT EDİN
İnsan beyninin hemen her tür davranışı bir alışkanlığa dönüştürebileceğini asla unutmayın. Neye alıştığınıza ve hangi alışkanlıklarınızı sahiplendiğinize çok dikkat edin. Çünkü bizzat ürettiğiniz o alışkanlıklar çoğu zaman prensip, mizaç, karakter, huy gibi kisvelere bürünür. Şunu da aklınızdan çıkarmayın ki birey, aile ya da kurum oluşunuz hiç fark etmez. Eğer alışkanlıklarınız evrensel ilkelerden beslenmiyorsa, doğal gelişim yasalarıyla uyum içinde değillerse, bütüncül bir anlam ifade etmiyorlarsa daima mutsuz, başarısız, eksik, huzursuz hissedeceksiniz.
Peki nasıl proaktif olacağız? Öncelikle dilimizi değiştirerek. Kullandığımız dil, seçtiğimiz kelimeler ifadelerimizi belirlediği gibi o ifadeler de davranış ve düşüncelerimizi nihayetinde alışkanlıklarımızı belirler. ‘Ben böyleyim’ yerine ‘Farklı bir açıdan bakabilirim’; ‘Yapabileceğim hiçbir şey yok’ yerine ‘Mutlaka fark etmediğim seçenekler olmalı’; ‘Beni çok kızdırıyor’ yerine ‘Duygularımı kontrol edebilirim’; ‘Keşke’ yerine ‘Yapacağım’; ‘Yapmalıyım’ yerine ‘Yeğlerim’ demeyi başarmak ve bu eksende düşünme becerisi geliştirmek içinizdeki sihirli ve basit formüldür.
DÜŞÜNSEL VE DUYGUSAL BÜTÜNLÜK
Bunda hemfikirsek konunun bütününe ilişkin güçlü bir örnek verelim: Hangi görüşten olursa olsun; tarih boyunca sahip çıktıkları değerler uğruna iftiraya uğrayan, esaret altına alınan, hapsedilen, duygusal ve fiziksel işkencelere maruz kalan fikir liderlerini düşünün. Onlar duygusal ve düşünsel bütünlüklerini korumayı nasıl başardılar? Bu çok zor deneyimi atlatıp hayatlarına aynı bütünlükle nasıl devam ettiler? Elbette iç alanlarına; onları var eden güçlü inanç ve prensiplere sarılarak. Eğer başlarına gelen baş etmesi çok güç bu olaylara karşı reaktif olsalardı bunu başaramazlardı. Onlar kendi bütünlüklerini bozmadan proaktif olmaya devam ettikleri için zorlukları yenebildiler.
Bir işe başlarken işin sonuna dair her olasılığı hesap ediyor olmanız duygusal istikrarınızı sürdürebilmeniz açısından şart. Stephen Covey, bana göre tüm kişisel gelişim külliyatının özünü sığdırdığı ‘Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı’* adlı kitabında proaktif bir birey olarak sonunu düşünerek işe başlamanın en etkili yolunun ‘kişisel misyon bildirgesi’ yazmak olduğunu söyler. KMB; üzerine hayatınızı kurduğunuz bir kişisel felsefe ya da inanç sistemi; bir yaşam paradigması geliştirmekle ilgilidir. Burada odak noktanız ne olmak istediğiniz (karakter), ne yapmak istediğiniz (katkılar ve başarılar) ve olmanın, yapmanın temelindeki değerler ya da ilkelerdir. Her birey eşsiz olduğu için, kişisel bir misyon bildirgesi hem içerik hem de şekil bakımından bu eşsizliği yansıtır.
BİR CENAZEYE DAVETLİSİNİZ
Covey, kitabında bizi bir cenazeye davet eder. Kısa süre sonra törenin bizim cenazemizle ilgili olduğunu anlarız. Bizle ilgili konuşacak dört kişi vardır: Ailemizden biri, arkadaşlarımızdan biri, iş çevremizden ve son olarak hizmet verdiğimiz sosyal sorumluluk ya da yardım işleriyle ilgili biri… Eğer bu sizin cenaze töreniniz olsaydı neler söylenmesini isterdiniz hakkınızda, bir eş, dost, çalışan olarak? Oradakilerin yaşamlarına ne gibi bir katkıda bulunmuş olmayı, onlarda nasıl bir katma değer yaratmış olmayı arzulardınız? Sizin için siz yokken söylemelerini isteyeceğiniz şeyler aslında nasıl bir yaşam sürmek istediğinize dair bir belge niteliği taşımaz mı? İşte o belge sizin kişisel misyon bildirgenizdir.
Bir misyon bildirgesi önemlidir, bunu kişisel anayasanız gibi düşünebilirsiniz. Sınırlarınızı değil ama çerçevenizi belirler. Temelde değişmez, başucunda tutulur ve zaman içinde güncellemelere ihtiyaç duyabilir. Eğer KMB’yi bir harita olarak görecek olursak bunun yön ve yolunuzu bulmak istediğiniz ve aradığınız arazinin haritası olduğuna emin olmalısınız. Yani elinizdeki Ankara haritasıysa İstanbul’da adres bulamazsınız. Ya da şöyle diyelim: Bir yer bulursunuz ancak kesin olan şu ki orası aradığınız yer değildir ve kendinizi kandırırsınız.
HAYATINIZIN MERKEZİ NERESİ
Bu bildirgeyi yazarken işe dünyayı gördüğümüz mercekten, hayatımızın merkez(ler)inden başlamanız gerekir. Kimi için eş, kimi için aile, bazıları için para veya iş, bazıları içini mülkiyet, dost, düşman, zevk, cemaat… Öte yandan insan kendi gözündeki çapağı görmez. Bu nedenle de kendi yaşam merkezlerimizi değil, başkalarının yaşam merkezlerini öncelikle ayırt ederiz. Kendi merkezimizi farkına varmadan, başkalarının merkezlerinden yola çıkarak oluştururuz. Bu da gösterilebilecek en kötü reaktif davranışlardan biridir. Söz ettiğimiz merkez annemiz, babamız, çocuğumuz, eşimiz, sevgilimiz de olsa; onların hayatımızdaki kıymetli ve önemli varlıklarıyla çok mutlu olsak da onlar birer merkez değil önceliktir.
Önceliklerimiz olabilirler ama bu merkezlerin hiçbiri bize kalıcı bir bilgelik, tutarlılık, rehberlik, mutluluk ve güç sağlayamaz. Daha kötüsü aldatıcı bir algı yaratarak esas gücün doğuştan itibaren oluşan değer duygusu, en etkili merceğinse ilkeler olduğu gerçeğini perdelerler. İlkeler derin, temel gerçeklerdir. Geçerlilikleri kişi-zaman-olaya bağlı değildir. Değişmez ve evrenseldirler. Bizi boşamaz, yarı yolda bırakmaz, satmaz, bize küsmezler, amaçları bizi kontrol etmek de değildir. Sadece adına yaşam dediğimiz benzersiz halıyı oluşturan; o enfes renk ve desenleri bir arada incelikle tutan ilmeklerdir. Onlara güvenebiliriz.
İster kendiniz, ister aileniz, ister kurumunuz için olsun. Önemli bir nokta da misyonun, insanın yaşam rolleri ve hedefleriyle uyumlu olması gerektiği. Hemen şimdi boş bir kağıt ve kalem alın elinize. Ya da geçin bilgisayarın başına. Yazmaya başlayın. Yazmak; bilinç ve bilinçaltını bütünleyen, bizi netleştiren en kestirme yollardan biridir. Yazarak ruhunuzu soymak da en yakışan şekilde beslemek de mümkün olur. Yazarak iç alanlarınızla bağlantı kurabilirsiniz.
Cenaze töreni simülasyonuna dönelim ve oradan devam edelim. Etkinlik alanlarınız: aile, arkadaşlar, iş hayatı ve sosyal/cemaat hayatınızdır. Ne olmak istediğiniz karakterinizi, ne yapmak istediğiniz yaptığınız katkılar ve başarıları simgeler. Olmanın, yapmanın temelindeki değerler ya da ilkeleriyse siz yazacaksınız. Onları Hindistan’da değil içinizde bulacaksınız. Sonra sıra bunu uygulamaya gelecek. Başarırsanız, bilin ki ardınızdan neler söyleyeceklerini, söylenenlerin sizi mutlu edeceğini de biliyorsunuz. Artık huzurla yaşayabilirsiniz.