NE KADAR YALANSIZ YAŞARSANIZ O KADAR ÖLMEZSİNİZ

Dürüst olmak zordur.

Çünkü koşullar ne olursa olsun doğru bildiğimizden şaşmamak için ödeyeceğimiz bedelin senetlerine imza atmak gerekir.

İnsan ne zaman yalan söylemeye mecbur kalır? Ölüm kalım meselesiyse?

İnandığı değerler uğruna ölümü göze alan onca insan varken ya da yaşamımız tehlikede diye yoldan dönmek yalanı meşru kılmayabilir.

Yine de hayatta kalmak için yalan söyleyeni; şayet o yalan bir başkasının canını yakmıyorsa yadırgamayız.

Öte yandan; zamanlaması ve sonucu ne olursa olsun tüm çıplaklığıyla ‘gerçeği’ söylemekse bambaşkadır. Çünkü doğru ve gerçek çoğu zaman birbirinden farklıdır.

“Doğruluk nedir?” sorusuna en genel tarifle “bilginin nesnesine uygunluğu” ya da “gerçekliğe uygun düşen önerme ve kuramlar” yanıtını verelim. Temelleri Platon’a dayanan ‘Uygunluk Kuramı’nı bugün gündelik hayatta ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ iddiasında bulunduğumuz her an; Aristotales’in ‘Metafizik’ adlı yapıtındaki bu tarifiyle kullanırız.

Doğru dediğimiz, ‘Beş duyumuzla hissedip beynimizle algıladığımız bilgilerin öznel değerlendirmeleridir’ de denebilir. Ve o sırada kendi doğrumuzdan söz ederiz. Peki gerçek, kişiden kişiye göre değişir mi? Hayır. Değişen ‘doğru’lar; bir anlamda gerçeğin algısıdır. Çünkü biz öyle düşünmesek de doğru olmaya devam eden şeyler vardır ve sadece onlar gerçek olan doğrulardır.

Örneğin siyasi partilerin ideolojik bakış açılarına göre doğruları birbirlerinden farklı olur. Diğer bir deyişle doğrular; toplumsal zemin, edinilen yeni bilgi ve ideolojilere göre değişebilir. Gerçek ise ‘kesinlikle’ bilimselliktir. Ve sadece devrim niteliği taşıyan buluşlar ölçülebilir bir doğrulukla ‘yeni bir gerçeğe’ dönüşebilir.

Basit bir örnek verelim: Gerçeği söylememek sizin için bir durumda doğru bir başka durumda yanlış olabilir. Yine de bu konuyu felsefi boyutuyla bir başka yazıya havale edip daha önemli bulduğum bir dürüstlük biçiminden söz edelim…

Biyolojiden bağımsız değiliz

İnsan, varlık olarak dört noktada, farklı ölçülerde de olsa diğer memelilerle benzerlik gösterir. Öncelikle biyolojiktir. İnsana dair hiçbir şeyi biyolojiden bağımsız olarak okuyamayız. Öte yandan psikolojiktir ve bu da ikiye ayrılır: Hem aklımız hem de duygularımız vardır. İnsan sosyal bir varlıktır; diğer insanlarla etkileşim içine girer. Anlam arayışı ve insanlığın ortak bilinciyle var oluşumuz beşinci noktadır. Bu evrende kendimizden başlayarak hissettiğimiz insani sorumluluk bizi hayvanlardan net biçimde ayırır.

Her türlü anlam arayışımız; gerçek olanla kendi doğrumuzu bir etmekle ilgilidir. Bunu çoğu zaman başaramasak da anlam arayışının kendisi esas anlamı ifade ettiğinden bir ömrü böyle geçirmek beyhude bir çaba sayılmaz. Sosyal medyada sıkça gördüğümüz özlü sözlerden yola çıkayım: Yolu bitirmek değil yolculuğun kendisi; başarmak değil bunun için elinden geleni yapmak esas hedefse; altüst olmasından korkmayıp altının üstünden güzel olabileceğine inandığımız hayatın tadı ancak böyle çıkabilir ortaya.

İnsanın arzusu tükenmez; sadece arzu nesneleri değişir. Ulaşılan hedeflerin büyüklüğü mutsuzluğumuzu aynı oranda artırır. Bazı arzularımıza vaktinden önce ya da çaba sarf etmeden ulaşmış olmamız bizi daha tatminsiz bir insan yapar. Yine özlü sözlerde ‘küçük mutluluk’tan kastettikleri de budur. Özetle bizi neyin mutlu edeceğine yani hayatımıza katacağımız anlama dair verdiğimiz karar çok önemlidir. Tüm yolculuğun huzur haritasını bu karar sonucu çıkartırız.

Anlam arayışı

Aynı anlam arayışı ‘olmak istediğimiz ben’ inşaatına girişmemize de sebep olur. Söz konusu ‘ben’i diğer insanların gözünden kendimize bakarak kurgularız. Sonra o kimliğe uygun davranmaya özen gösterir, ‘öteki’nin bize dair algısını yönetmeye çalışırız. Tüm duygusal sorunlarımız içerde hapsettiğimiz benlik ve kurguladığımız benlik arasındaki mücadeleden kaynaklanır. Yani kurgusal olmayan benliğimiz psikolojik rahatsızlıkları kullanarak kendini hatırlatır.

Doğrular ve gerçekler arasındaki savaş

Duygusal sorunların bir diğer kaynağı da kendi doğrularımızla gerçekler arasındaki mücadeledir. Çoğu zaman mücadeleyi halının altına süpürmek için iki benlik aynılaştırılır; doğrularımız ve gerçek arasındaki mesafe ise savunma mekanizmalarıyla yakınlaştırılır.

Kişisel gelişim paylaşımları ‘Kendinize zaman ayırın’ dediğinde konuyu hafta sonu kaçamakları, müzik dinlemek, film izlemek şeklinde değil kurgusal olmayan benliğimizle bağ kurmak ve hatta doğrularımızı gerçekle yüzleştirmek olarak anlayabilirsek bu işten karlı çıkarız.

Benliğimizi dilediğimizce yaşamıyoruz

Baştan alalım… Doğduktan sonra benlik kurgusunu önce annesi, babası ve kardeşleri ya da ebeveyn rolünü üstlenenler; sonra öğretmeni, okul arkadaşları, diğer akranları ve rol model aldığı kişiler üzerinden inşa eden insan farkında değildir ancak bunu ömrü boyunca sürdürür. Aile, akraba, patron, sevgili ya da bir başka ‘öteki’nin beklentilerini karşılamakla uğraşıp durur. Zamanla pekişen bu bilgi; benliğimizi dilediğimizce değil bebekliğimizden itibaren ‘gözüne girmek’ ya da onayını almak istediğimiz ötekiler üzerinden tanımlamakla ilişkilenir. Birçok ‘anlam’ kendimizi bir başkasının gözünden görerek oluşturduğumuz kurgu benliğe ait olur. Böylece ‘uyum’ ya da ‘onay alma’; ‘kendi olma’nın önüne geçer. Zamanla kendimizi diğer kendimize inandırırız. İki benlikle yaşadığımızı inkâr etmemiz kolaylaşır.

Öte yandan hiç unutmamamız gereken bir şey vardır: Vicdandan yoksun bir sosyopat değilsek ve hafızamızı yitirmediysek söylediğimiz yalan, sadece kendimize söylemiş olsak dahi, yaşadığımız sürece bizimle olacaktır. Kendimizi, etrafımıza hayatımızdan çok memnun gibi gösterebiliriz. Ya kendimize? Pamuk Prenses‘teki; ‘doğruları söyleyen ayna’ metaforu da bunu anlatır. Yanıtını siz verin: Kim kendine söylediği yalanlara gerçekten inanır?

İnsan gerçeğin yanında durursa hafifler

Bir vicdan azabı bavulumuz varsa; kendimize söylediğimiz yalanların yükü bir süre sonra taşınmaz olur

İnsan ancak gerçeğin yanında durursa hafifleyebilir. Dünyada yaptığımız yolculuğun uzunluğundan daha önemlidir bu. Doğrularımızın yalansız yani gerçeğe en azından yakın olması…

Kendinize söylediğiniz yalanlara kolayca inanmadığınızı biliyorum. O zaman bir kere de dürüst olmayı deneyin. Bunu başarırsanız, diğer insanlara doğruyu söylemek size eskisi kadar zor gelmeyecektir. Maddi, manevi çıkarlarınız için; arzulanan ya onaylanan kişi olmak için doğru bildiğinizden sapmak ise aklınızdan bile geçmeyecektir.

İşte o zaman insan olursunuz.

Yüzünüze bakan herkes; hiç sorun yaşamadan gerçeği görür. Gerçeğin görünür olmasından sakın korkmayın. Sadece kendi doğrunuzla gerçeği bir etmeye çabalarsanız bir bebek kadar hesapsız ve mutlu yaşayabilirsiniz, yolculuğunuz gerçekten anlamlı olur. Ayak izlerinizse başkalarının yaşayan zihinlerinde kalır yol bitip siz belirsize gidince… Gerçek bir ilham perisi olursunuz.

Diğer bir deyişle ne kadar yalansız yaşarsanız o kadar ölmezsiniz.[email protected]

Psk. Tolga Akyıldız

 

Paylaş

Son Yazılanlar

Nostalji dolu bir Aralık ayı

Her sene Aralık ayı geldiğinde içimde o kadar farklı duygular doğar ki. Bence yılın en neşeli en mutlu ve lezzet dolu günlerini yaşadığım bir ay

Balonlu bir cumartesi öyküsü

Bilmiş bilmiş konuşuyor, küçücük ellerinden biri boşta kalmış, boyundan yukarıda, şimdi yazdığı senaryoda oynuyor sanki. Öteki elini tutan annesine günün sonu kalmış bu tatlı yaramazla

Yıldızların altında gastronomi hikayemiz

Michelin Rehberi 2025 Türkiye seçkisi, gastronomi dünyasında büyük bir ilgi ve heyecanla bekleniyor. İstanbul, İzmir ve Muğla’nın öne çıkan restoranlarını kapsayan 2025 seçkisi, Türk mutfağının

Mirasla geleceği harmanlayan buluşma

Türk gastronomisinin global arenadaki en güçlü temsilcilerinden biri haline gelen Gastromasa Uluslararası Gastronomi Konferansı bu yıl dokuzuncu kez İstanbul’da düzenlendi. “Legacy & Menu” (Miras &

Zeytinyağının hayatımdaki önemi

Maria’nın günlüğünde bugün; zeytin hasadını konuşup zeytinyağının hayatımda, sağlığımda, evimde, restoranlarımdaki önemini anlatmak istedim. İki hafta önce sevgili arkadaşım Emine ve eşi Mark, beni arayıp