(Bu yazı 13 Nisan 2024 günü sabaha karşı, biraz da her şeye karşı yazıldı. Olduğu gibi aktarıyorum) Bugün akşamüstü tüm haber kaynakları, Antalya’da yaşanan çok üzücü bir teleferik kazasının haberini duyurdu. Herhalde tüm ülke; bir ölümün, yedi yaralının ve halen havada asılı kalan 184 kişinin varlığını öğrendiği andan itibaren televizyonları başına kilitlendi.
Gece koşullarında operasyonların devamını sağlayacak eğitim ve donanıma sahip insanların kriz alanına ulaştığını gördükçe bir parça yüreğimize su serpiliyor.
Yurdun dört bir yanından, kısa sürede buraya ulaşan ekiplere duyduğumuz minnet, kriz yönetiminde çalışan insanların gayreti, endişe ile dahil olduğumuz bu geceyi bir parça aydınlatıyor.
Yoğun huzursuzluk biraz da farklı haber kaynaklarına ulaşma isteği ile tek tek TV kanallarını dolaşıyorum. Cumhurbaşkanı ve ilgili bakanlıkların konuyu yakından izlediği, sorumluların en kısa zamanda saptanacağı söyleniyor.
Bir adım daha konuyu ileri götüren bazı kanallar bu teleferiğin uzun zamandır bakımının yapılmadığından şikayetçi olan birçok vatandaşın olduğunu, böyle bir kazanın neredeyse beklenilir olduğunu tüm harareti ile anlatıyorlar.
Üstelik Tünektepe’ye gelen insanların burada yer alan belediye sosyal tesislerinde yetersiz ve kötü hizmet aldıklarını, A partili bir belediye başkanının yıllar önce bu akıllı ve vizyoner yatırımı yaptığını fakat iki dönemdir başkanlığı sürdüren B partisinin kontrol ve teknik düzenlemeleri zamanında yaptırmadığından yakındıklarını anlatıyorlar.
İnanmak çok zor ama ana kanal haber spikerleri şimdiden bu olaydan politik olarak yarar sağlamanın peşine düşmüşler, dönüp dolaşıp benzer detayları paylaşıyorlar.
Ortak dirimin nirengisi sayılabilecek ‘Sağduyu’nun, başına gelen siyasi kazalar sonrasında tanınmaz hale geldiğini görüyorsak, havada bekleyen yüzseksendört insanın kurtarma işi bitinceye kadar politik bir malzeme olarak kullanılmasına şaşmamak gerekecek.
Haber değeri olan tek cümle şöyle olabilir
Şu an yüzseksendört insan, gecenin bu vaktinde, 9 saate yakın süredir, havada bir tele asılı olarak, korku içinde, üşümüş, acıkmış, birçok fizyolojik gereksinimini karşılamaktan uzak, karşılarında denizin üzerinde yükselen karanlık gökyüzü, yanı başlarında dimdik kayalar, altlarında dönüp duran çakarların ve projektörlerin ışığında müthiş telaşı gözleyerek, kendi durumlarını binbir kaygı ile anlamaya çalışıyorlar.
Gecenin içinde şehrin üzerinde helikopterlerin sesleri yankılanıyor. Bu yürekli çabanın, telaşın, yardımlaşmanın dışında kaldığı için, bir köşede saklanma, karanlık bir köşeye sinme isteği hissediyor insan.
Televizyonun sesini kısıyorum. Uçurumun ortasında sallanıyor yüreklerimiz, nefret ile ötelenip iteklenmiş ruhlarımız, bir yandan iyimserlik ve umut ile tutunmaya çalışıyor. Şu an burada tek gerçek var; yaşama isteği. Akıldan geçen nice umutsuz düşünce ve delice fikirlere rağmen sağduyu ile yaşama tutunma, ondan ayrılmama dileği.
Suçlu varsa mutlak bir koğuşturması olacaktır. Suçlama- yargılama aygıtına dönüşmüş bir siyasetin gizlendiği karanlığın sonunu, göz kapaklarını aralayınca ışığı fark edecek olanlar getireceklerdir.
Geceye dahil olan, kurtarma ekipleri, sağlıkçılar, güvenlik görevlileri, haberciler, yorumcular, yönetici ve siyasetçileri izleyip dinlerken, nedense ‘’aslen kurtarılmayı bekleyenin İnsanlık’’ olduğunu düşünüyorum.