YÖNÜNÜ BUL VE SADECE BAŞLA

Bazen spora başlamak, bazen portfolyo hazırlamak; bazen yeni bir iş kurmak, bazense bir kitap yazmak ya da sağlıklı beslenmek; aklımızın bir yerlerinde hedef belirlediğimiz önemli mevzular hep vardır. Sorumluluklar bizi kıstırmaktadır ve bahanelere sarılırız. Yıllar geçer ve bir bakarız ki arpa boyu yol alamamışız. Çünkü hedeflere ulaşmak için ihtiyacımız olan zaman değil başka bir şeydir.

Bir arkadaşımla kahve sohbeti yapıyorduk. Laf, üretkenlik ve ertelemekten açıldı. ‘Biliyor musun, bir blog açıp yazmak istiyordum.’ dedi. Tam 12 yıl geçmiş ancak bir kez olsun harekete geçmemiş. ‘Seni tutan neydi sence’ diye sordum. Dudağını büktü. Omzumun üstünde yukarda bir yerlere baktı; “Bilmiyorum… Sonra vazgeçtim zaten.’

Türlü konuda hepimizin başına gelir. Benim de geldi. Bazen bir iş kurmak, bir kitap yazmak, YouTube kanalı açmak, bir uygulama yaratmak, portfolyo hazırlamak, spora ya da diyete başlamak; vücut geliştirmek gibi sayısız hedef koyarız kendimize. Yıllar geçer; bir de bakarız ki yanına bile yaklaşamamışız. Peki, bu neden olur?

Çoğunlukla şöyle bir yanıt gelir bu soruya: ‘Çok istedim ama meşguldüm, vaktim yoktu’. Bu genellikle doğru değildir çünkü siz de bilirsiniz ki önemli konularımız için her zaman vakit buluruz. Sorun zaman değildir. Madem yazmakla ilgili bir örnek verdik oradan devam edelim…

Elbette yazan herkesin bir yoğurt yiyişi vardır. Kimi sabahın köründe kalkar, diğeri gecenin sessizliğini bekler. Kimisi ise kalabalıklara karışmadan yazamaz. Ama bu apayrı bir konudur. Başlamakla ilgili sorun zaman değil yönelim eksikliğinden kaynaklanır. Bir diğer tanımla zihinsel bir göz bozukluğudur. Kişi, bakması gereken yönü seçemez ve dolayısıyla oraya odaklanamaz.

KENDİNİZİ KISTIRILMIŞ MI HİSSEDİYORSUNUZ?

Kendimizi mahsur kalmış gibi ve işe yaramaz hissettiğimiz olur. O zaman harekete geçmek için kendimizi zorlarız. Bu kez de yeterince gücümüz ve motivasyonumuz olmadığına dair bir inanç bizi ele geçirir. Genellemek istemem ancak hayatın sorumluluk yükü altındaki insanların üretkenlikle ilgili sorun şeması üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Mahsur kalma hissimiz çoğalıp bizi depresyona sürükleyene kadar bekler sonra ‘hayatımızı değiştirmek’le ilgili aşırı motive oluruz. Artık hedeflerimizi gerçekleştirmek için bir saniye bile beklemeyeceğizdir. İşte bu patlama anı yaptığımız hatanın çıkış noktasıdır. Çünkü zembereğimiz boşalmış gibi her şeyi aynı anda yapmaya kalkışırız. Vücudumuzu şekle sokacak, meditasyona başlayacak, sağlıklı yemek yiyecek, daha çok kitap okuyacak, sabahları çok erken kalkacak, para biriktirmek için yan iş yapacak hatta mümkünse âşık olacağızdır.

Deyim yerindeyse hepsine aynı anda saldırırız. Ama bu coşkunun ömrü 3 ya da 4 haftadır. Sonra düşüşe geçmemizse kaçınılmazdır. Bir de bakarız ki hayatımız süper heyecanlar ve mahsur kalma duygusu arasında zikzaklar çiziyor. Bir düşüyoruz bir çıkıyoruz ama bir arpa boyu yol alamıyoruz.

Oysa ihtiyacımız olan tek bir şey vardır: Yön duygusu! Bir arkadaşınız günde 10 km koşuyor diye sizin de koşmanız gerekmez. Bir diğeri sabahın 5’inde uyanıyor diye siz 9’da kalktığınızda hayata geç kalmış olmuyorsunuz. Cevabını bulmanız gereken soru ne yapmak istediğiniz değil; ne yöne doğru gittiğiniz ve oraya doğru gitmeye neden ihtiyaç duyduğunuzla ilgilidir.

HAYATIN ALTI ÜSTÜNDEN GÜZELSE

Birçok insan konfor alanından çıkmaktan ya da Şems-i Tebrizi’nin dediği gibi ‘Hayatının altüst olması’ndan korkar. Ama ya hayatımızın altı üstünden daha güzelse? Bize daha çok huzur, daha çok mutluluk getirecekse? “Ben böyle bir riske giremem” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak mutsuzluğunuz içinde mahsur kalmaktansa kendinize daha çok yaklaşmayı seçmenin sayısız işlevi vardır. Özgüveniniz gerçekten karar verdiğinizde başlar artmaya. Hedefleri küçük tutup başarıları biriktirerek ilerlediğinizde yürüyüşünüz bile değişir. İnsanı; kendi hayatını seçmek ve bunun için çaba göstermekten daha fazla mutlu edip huzurlu kılacak başkaca bir şey yoktur. Bunun doğru olduğunu anlamak için varmayı beklemeniz de gerekmez yola çıktığınız anda hissedersiniz.

Diyelim ki işinizden memnun değilsiniz. Sadece yazmak ya da şarkı söylemek istiyorsunuz. Belki de bir girişimci olmayı hayal ediyorsunuz. Önce karar verin. Bu, yön duygunuzu kazandığınızın işaretidir. Kararı verdiğiniz anda birçok sorun kendiliğinden çözülür. Şarkıda dediği gibi hayat bir ihtimaller denizidir. Tek bir doğru ihtimalden söz etmekse mümkün değildir. Öte yandan siz bir ihtimale dönük yönünüzü seçerseniz o ihtimalin gerçekleşmesi için gerekli en önemli hamleyi yapmış olursunuz.

DOĞRU YÖNÜ NASIL BULURUZ

Bunun ardından hemen şu soru gelir: Peki benim için en doğru yönü nasıl seçebilirim? Bir yön seçmek, hangi yönü seçeceğine karar veremeyip güvenlik dairesi içinde mahsur kalmaktan daha iyidir, buna emin olabilirsiniz. Yapmanız gereken sadece harekete geçmek! Hayatında doğru yönleri seçtiğini düşündüğünüz kişilerin elinde sihirli bir bilgi olmadığına sizi temin edebilirim. Onların başarısının özeti şudur: Belirsizlikle baş etmeyi başarmak; yarınlarla ilgili her şeyi kontrol ederek harekete geçmenin mümkün olmadığını bilmek; bu belirsizlik hissinin verdiği rahatsızlık hissine rağmen kendini rahat hissetmeyi öğrenmek!

Bu anlamda; kendiniz için yapabileceğiniz iyiliklerden belki de en büyüğü durmaksızın bahaneler ürettiğinizi fark etmek olacaktır. İyi ve anlamlı bir hayat mı istiyorsunuz? Bunun sırrını zenginlikte, şöhrette aramayın! Sevdiğiniz işi bir sebeple yapamıyorsanız, işinizin sevilecek yönlerine, sağladığı faydalara odaklanmayı neden denemiyorsunuz? Neden küçük şeylerin içindeki mutluluğu görmezden geliyorsunuz? Daha mutlu olmanızı sağlayacak hormonlar salgılatan fiziksel aktivitelerden niye uzak duruyorsunuz? Bir işte sadece faydalı olduğunuz için kendinizi mutlu hissetmek mümkünken neden başarıyı prestijli bir iş ve çok para kazanmakla eşitliyorsunuz zihninizde?

BÜTÜN MESELE HAREKETE GEÇMEK

Tüm bunları kabul ediyor ancak yine de kıstırılmışlık hissinden kurtulamıyor musunuz? Bu gibi durumlarda bel bağlayacağınız bir zihinsel şema sahibi değilsiniz demektir. Sizi zorlayan ‘şey’leri daha basit hale getirip üstesinden gelmenizi sağlayacak bir acil durum kitiniz mutlaka olmalı. Unutmamanız gereken en önemli nokta ise şu: Zor zamanlarla baş etme biçiminiz sizin kim olduğunu belirleyen en hayati özelliklerinizden biridir. Sürekli bahaneler üretip önce kendisini sonra çevresini işlevsiz şekilde ikna etmeye çalışan; yapmak istediklerini gerçekleştirmek için fazla ‘meşgul’ olduğunu düşünen, sevdiği kişilerle kaliteli zaman geçirmek yerine oradan oraya savrulan, zihinsel ve fiziksel sağlığın mutlulukla ilişkisine dair farkındalığı olmayan; aslında kapasitesinin yarısından azıyla yetinen biri olmak ya da olmamak. İşte bütün meseleniz bu olmalı.

Eğer ‘Öyle biri olmayacağım, hayatı seçeceğim’ diyorsanız bir yön belirleyip ona odaklanarak kendinize ilham vermeye başlamışsınız demektir. Merak etmeyin, ‘iyi’ olacaksınız.

Tolga Akyıldız

Paylaş

Son Yazılanlar

Trump 2.0 kazandı, dünyada ne olacak?

Borsa İstanbul haftanın ilk iş günü 10 bin puan üzerinde kapanış yaptı. Altın, haftaya yatay başladı, ons 2700 dolar seviyelerinde, gram altında ise 3100 TL

Türk Gastronomisinin Altın Kaşıkları

Mutfak Dostları Derneği’nin 2018’de onur ödülü vererek başlattığı Altın Kaşık Gastronomi Ödülleri bu yıl çok önemli bir kategoriyi de Yılın Servis ödülü başlığı altında değerlendirmelerine

Kadın emeğinin gastronomiye yansıması

Senelerdir severek yaptığım iş gastronomi yazarlığı ve bunun gibi yeme içmeye, damak tadına ilişkin konulardaki  etkinlikler. Resmi bir tanımı yok, verilmiş unvan da  değil. Sadece 

Gastronominin evrensel gücü

Altın Kaşık Ödülleriyle Mutfak Dostları Derneği’nin ödüllendirdiği yaratıcılık, FSUMMIT 2025’in vizyonuyla sektöre kazandırdığı yenilikler ve Husin belgeselindeki derinlemesine hikâye, gastronominin sınırları aşan gücünü gözler önüne

Prada dertsiz başına dert mi arıyor?

Tasarımlarından marka kimliğine, müşteri portföyünden sattığı hayallere kadar birbirinden çok farklı iki marka hakkında bir söylenti dolaşıyor lüks moda sektöründe… İtalyan moda devi Prada’nın, Capri

Sofralarımızın Ortak Dili

Yemek sadece fiziksel bir gereksinim değil; kültürel kimliğimizi şekillendiren, tarihimizin sessiz tanıklığını yapan ve insanlar arasındaki bağları güçlendiren evrensel bir unsurdur. Her ülkenin, her yörenin