Türkiye’nin önemli gazeteci ve yazarlarından biri olan Zeynep Oral, yarım asra yaklaşan meslek hayatına sayısız başarılar sığdırmış bir isim. Onun en önemli özelliklerinden biri, kadın hakları ve cinsiyet eşitliği konusunda, düşünen, kalem oynatan, mücadele eden biri olması. Halen PEN Yazarlar Derneği Türkiye Başkanı ve Cumhuriyet gazetesi yazarı olarak üretmeye devam ediyor.
Usta Gazeteci’ye, kadın haklarını, Türkiye’nin bu konuda geldiği noktayı ve “kadın yazar”lığın ne demek olduğunu soruyorum. Olumsuz tabloya rağmen “Hiç umutsuz değilim,” diyor ve bir kez daha çözümün altını çiziyor: İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın, o zaman kadınları şiddetten koruyabilirsiniz!
Yaşadığımız her şeyi bir bütün olarak değerlendiriyorum
Sizce son yıllarda kadınlara yönelik şiddetin önlenemeyen yükselişinin nedenleri nelerdir?
Yaşadığımız her şeyi bir bütün olarak değerlendiriyorum. Bileşik kaplar örneğinde olduğu gibi. Oradan hareketle şunu söyleyebilirim: Bugün kadına yönelik şiddettin tırmanması, ülkemizde egemen olan, içinde yaşadığımız genel şiddettin bir uzantısıdır. Muhafazakâr yönetimler zaten ideolojik olarak, kadınları baskı altında tutmaya çalışır. Bizde son yıllardaki gelişmelere bakalım: İktidarın “Dinci ve kinci kuşaklar” yetiştirme çabası… Anayasanın laiklik ilkesinin yok sayılıp siyasal İslam’ın yerleştirilmeye çalışılması… Dinin referans haline getirilmesi…
18 yıldır yöneticilerin “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum”
“ Kadın sokakta gülmesin”, ”Hamile kadın sokakta dolaşmasın”, “Kadın çalıştığı için işsizlik arttı”, ”Her kadın en az 3 çocuk doğurmalı”, “Feminizm ahlaksızlıktır” gibi nice hastalıklı söylemler…
Özetle 18 yıldır kadını birey olarak değil, analık göreviyle ve sadece aile ilişkileri içinde değerlendiren otoriter bir rejimde yaşıyoruz. Ayırımcılıktan, gerilimden şiddetten beslenen bir ataerkil düzen… Cumhuriyet’ten bu yana kazanılmış hakları yok saymaya çalışan bir zihniyet… O zaman evde kocanın, babanın, ağabeyin; sokakta polisin emniyet ve kolluk güçlerinin, mahkemelerde yargıçların, köylerde jandarmanın kadına karşı şiddet kullanmasına şaşmamak gerek. Sadece geçen temmuz ayında en az 36 kadının öldürüldü. 2020’nin başından bu yana en az 182 kadının erkekler tarafından öldürüldü.
Her toplum kadınlardan ve erkeklerden oluşur
Toplumun yarısı yaşayabilmek için çırpınıyorsa, mutsuzsa, başta eğitim ve istihdam olmak üzere her alandan dışlanıyorsa, her gün dört kadından biri katlediliyor, tecavüze uğruyor, işkence görüyorsa öteki yarısı mutlu olabilir mi? Elbet olamaz. Kadın erkek, toplumsal cinsiyet eşitliğinin bir demokrasi sorunu olduğu hâlâ kavranmadı. Eşitlik yoksa demokrasi de yoktur!
Tüketim çılgınlığının zararlarını görüyoruz
Sizce dünya, kadın konusunda ne durumda? Dünyada yaşananlar Türkiye’ye nasıl yansıyor?
Bugün bütün dünyada muhafazakârlık, sağ rejimler, totalitarizm, köktencilik yükselişte. Bunlara karşı sesini yükseltmeye yeltenenler hızla marjinalleştirilmekte ve cezalandırılmakta. Tüketim çılgınlığının zararlarını; doğayı, çevreyi, havayı suyu mahvetmenin sıkıntılarını tüm dünya yaşar oldu. Ekonomi her yerde zorda. Bu koşullarda elbet kadınlar daha çok sömürülüyor, daha çok eziliyor. Bizdeki durum da böyle. Ancak bir de şu var: Özellikle bu pandemi döneminde, kadınların yönettiği ülkelerde durumun çok daha iyi olduğunu tüm dünya gördü. Darısı başımıza diyelim.
Türkiye, Dünya Ekonomi Forumu Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre bugün dünyada 149 ülke arasında 130’ncu sıradadır. Evet, bizden kötü durumda olanlar da var: Yemen, Pakistan, Suriye, Çad, İran, Mali, Suudi Arabistan, Lübnan, Fas, Ürdün…
Sizce şu anda Türkiye’deki ortam nasıl bir politikayla ve en iyimser haliyle ne kadar sürede rehabilite edilebilir?
Bakın, bu ülkede kadınlar çok uzun yıllardır amansız bir koşu içindeler. Haklarını kazanabilmek için büyük mücadele veriyorlar. Cumhuriyet tarihinde kadınlara pozitif ayırımcılık tanıyan tek lider Atatürk oldu. Ondan sonrakiler şimdiki gibi olmasa da hep kadınların güçlenmesinden korktular, kendi “üstünlüklerini”, çıkarlarını kaybetmemeye çalıştılar. Bu hükümetten önce de “Kadının karnından sıpası, sırtından sopa eksik olmaz” diye karar veren hâkimler; “Kocandır, sever de döver de” diyen savcılar gördük. Ama hep karşı çıktık.
Bir kereden bir şey çıkmaz demeyin
Kadına yönelik şiddet suçları cezasız kaldıkça, şiddet uygulayanlar kayırıldıkça, mahkemedeki “iyi halden” ya da zaman aşımından beraat ettikçe, kız çocukları tecavüzcülerle evlendirildikçe, “kız çocuğun rızası vardı” özür olarak kullanıldıkça, “Bir kereden bir şey çıkmaz” diyen bakanlar oldukça şiddet sonlanmaz.
Bugün şiddeti sonlandıracak harika bir metin var elimizde. İstanbul Sözleşmesi
Türkiye’deki kadın hareketinin çok önemli katkılarıyla 2001 yılında imzaya açılan ilk uluslararası sözleşmedir bu. “Toplumsal cinsiyeti” tanımlar. Kadına yönelik şiddeti önlemek için yol, yordam, yöntem gösterir ve şiddeti önlemek için devletin sorumluluklarını sıralar. Ne zaman ki, hükumetler bu yol yordama uyar, kadına vahşet azalır; ne zaman ki yok sayılır, vahşet artar! Bakın tüm istatistiklere, bu söylediğim doğrulanacaktır. Adı İstanbul Sözleşmesi’dir, çünkü İstanbul’daki Avrupa Konseyi Toplantısı’nda imzaya açıldı. Çünkü bizim yani Türkiye’nin gerçekleri ve verileriyle hazırlandı. Yani “dışarıdan” (hani “bize düşman, bizi yıkmak isteyen, ne idüğü belirsiz dış güçlerden”!) almadık! TBMM’de tüm partilerin onayıyla kabul edildi. Altında dönemin başbakanı Erdoğan’ın imzası var! (O zamanlar tüm AKP’liler de bayıldı!) Avrupa Konseyi’nde başta Türkiye olmak üzere 40 kadar ülke imzaladı.
İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın, o zaman kadınları şiddetten koruyabilirsiniz!
Şimdi yalan yanlış savlarla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkalım diye müthiş bir propaganda saldırısına girişildi! İmzamızı geri çekelim diyenlere bir anket yapılmış, sözleşmenin ne olduğunu bilen sadece yüzde 8 çıkmış. Gerisi “hükümete karşı” sanıyor. “Kanal İstanbul’la ilgili” diyen bile var… İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın, o zaman kadınları şiddetten koruyabilirsiniz! Toplum olarak tükettiğimizden çoğunu ürettiğimizde düşünce ve ifade özgürlüğüne yol açtığımızda düze çıkarız!
Kadın hep daha fazla çalışmak zorunda
Türkiye’de kadın yazar olmak sizce ne demektir? Bu konuda hem avantajları hem dezavantajları açısından neler söylersiniz?
Kısa yanıtlayacağım: Kadın yazar olmak demek bin kat daha çok çalışmak demektir. Kadın gazeteci olmak demek, erkek meslektaşlarınızdan çok daha fazla çalışıp çok daha az maaş almak demektir. Okurlarınızı ya da yetkilileri kızdıracak bir şeyler yazdığınızda, belden aşağı saldırılara hazırlı olmak demektir!
Sizce bir kadın için “kadın yazar” olmakla “iyi bir yazar” olmanın arasında nasıl eşikler ya da engeller var? Bir kadın ne zaman kadın yazar değil de iyi bir yazar olmayı başarabilir?
Kadın ve erkek arasındaki ayırımcılık ortadan kalktığı gün “kadın yazar” deyişini kullanmaz olacağız.
Siz nasıl başardınız?
Başardığımı kim söyledi ?!