Geyve ve Karpuz Meselesi

Geçen gün bir internet sitesinde karşıma çıkan habere inanamadım. Geyve’de iki çiftçi tarlalarından toplayıp römorka yükledikleri karpuzu, ilçe toptancı haline, anlaştıkları tüccara getirmişler ama tüccarın aniden kararı değişmiş, alamayacağını söylemiş.

Tüccar bu, piyasa, serbest piyasa, alırım der, almaz. Bazıları hem alıyor hem parasını vermiyor. Karpuzu tüccarın dükkanına indirme derdinden kurtulmuş çiftçiler aslında; o koca cüsseli, yeşil cam gibi parlayan kabuğu ile, henüz kopmuş sapından yayılan hoş kokusundan ayrılmak zor olacaktı belki.

İncitmeden, duası, bereket dilekleri ile kucakladıkları karpuzları, usulünce römorka yerleştirip, sarsmadan, sıcağa kalmadan halin yoluna düşmüşlerdi mutlak. Boşta kalmış ellerini iki yana açarak öyle bir donakalmışlar ki, döktükleri ter mi, buzlarından çözülen mi anlaşılamamış.

Kendilerinden, umutlarından, dualarından, heveslerinden, yaşama sevinçlerinden utanmışlar, açmışlar römorkun kapaklarını giderken dökmüşler dört bir yana yüklerini.

Herkes sinmiş köşesine, sessizlikte daha bir duyulmuş sesleri

Dediklerini duymuş devlet, zabıt tutulmuş haklarında. Onlar artık S.Ç ve S.E olarak anılacak iki isyankar varlık. Yetkili makamlar böyle zamanlara hazırladıkları kanunları hemen yürürlüklerine sokuşturmuşlar.

“Tarımsal ürünlerin üretiminden tüketiciye ulaşmasına kadar geçen tüm süreçlerde ekonomik dengeyi ve gıda güvenliğini korumak en temel önceliğimizdir. Tarım ürünlerinin ziyan edilmesine, kamu vicdanını yaralayan bu tür görüntülerin tekrarına ve piyasa bozucu davranışlara kesinlikle müsamaha göstermeyeceğiz.

Piyasa işleyişini bozacak eylemlere karşı en ağır idari yaptırımlar uygulanacaktır” denilmiş. Üstelik de kişi başına bir milyon yediyüzbin liradan başlayacak bir ceza kesinleşmiş.

Devletim, ne denebilir ki sana, kanunları kitapları yazmamışsın boşuna, öğreniyoruz yaşadıkça. Ben yerlere kadar eğiliyor, yitirdiğim saygıyı arıyorum, olmalı buralarda bir yerde. Bu kadar eğilmişken bacaklarımın arasından geriye doğru bakıyorum.

Tersinden bakınca daha bir katlanılır geliyor dünya, gerçekler henüz yeryüzüne ulaşmamış, gökyüzü tuvalinde fonunu boyamış ressamın hayal gücüne emanet gibi duruyor. Çok uzun süre kalamam bu halde. İnsanlara bakarken utanıyorum, neden elimden bir şey gelmiyor diye.

Tolstoy’un Fransa gezisi sırasında halka açık bir infazı izledikten sonra arkadaşı Botkin’e yazdığı mektupta kullandığı bir cümle geldi aklıma. “Gerçek şu ki, Devlet yalnızca sömürmek için değil, her şeyden önce vatandaşlarını yozlaştırmak için tasarlanmış bir komplodur …

Bundan böyle, hiçbir yerde hiçbir hükümete hizmet etmeyeceğim.” Tolstoy’un öfkesini, yaralı vicdanını, hepimiz adına hissettiği utancı paylaşmamak olası değil. Devlet nicedir bir kapıdır yüzüne kapalı,  tıkıldığın yerden gördüğün gökyüzüdür ufku kapalı, kazandığın paraysa son kuruşuna kadar alacaklı…

Safa Özkızıltan

 

 

Safa Özkızıltan

Esin Pireleri

Recent Posts

Alanya’nın Sessiz Dönüşümü

Alanya’ya her gelişimde, kentin değişmeyen ritmini yeniden duymaya çalışırım. Güneşin sabahları denize düşüşü, Kleopatra Plajı’nın…

18 saat ago

İklim krizine karşı ‘mış gibi’ mücadele

Her yıl küresel iklim krizinin etkilerini daha fazla yaşar olduk. Bu yıl Ege, Akdeniz ve…

21 saat ago

Kime Anlatıyoruz? Dinleyen Kim?

Bazı cümleler öyle ortada kalıyor ki, sahibi bile geri dönüp bakmıyor arkasına. Birileri bir şey…

21 saat ago

Türk Mutfağının Hafızası Ve Geleceği

Türk gastronomisi son on yılda yalnızca lezzet repertuarını değil, kültürel anlatısını da dönüştürdü. Bu dönüşümün…

1 hafta ago

Türk Mutfağının Kalbi Fransa’da Atıyor

Ayten ve Mehmet’in Hikâyesi:  Türk Mutfağının Kalbi Fransa’da Atıyor Geçen ay kısa bir Ayvalık tatilim…

1 hafta ago

Puta nedir şimdi anlarsınız

Biliyorum, benden sonra bizim evin halleri değişti. BEN, galiba burada büyük harfler gerekiyor. Bir Eflatun…

2 hafta ago