detail of white smoke polluted sky
Her yıl küresel iklim krizinin etkilerini daha fazla yaşar olduk. Bu yıl Ege, Akdeniz ve İç Anadolu bölgeleri başta olmak üzere, kuraklık ve su kıtlığı, Doğu ve İç Anadolu bölgelerinde büyük bir rekolte düşüşüne neden olan zirai don ve dolular bunların ilk akla gelen örnekleri…
Bu kışın da anormal derecede sert geçmesi bekleniyor. Dünyanın dört bir yanından hava anomalileri haberleri gelirken, başta ABD olmak üzere, pek çok ülke ise iklim anlaşmalarından çekiliyor. Küresel siyaset ve küresel ekonomideki dalgalanmalar iklim krizine yönelik yüksek maliyetli önlemleri ve yapılması gereken yatırımları pek çok ülkenin göz ardı etmesini getiriyor.
COP zirvelerinde alınan kararlara uyan yok gibi…
Paris Anlaşması doğrultusunda Türkiye, küresel sıcaklık artışını 1.5 oC ile sınırlandırma amacına uygun, iddialı ve bilimsel verilere dayanan bir iklim hedefi açıklamakla yükümlü. Ancak hemen belirteyim; bu 1.5 oC’lik hedefe ulaşmak artık neredeyse imkânsız! Belki de hedefi gerçeklere göre yeniden belirleyip bazı acil önlemler almak için çaba sarf etmek gerekiyor.
Bu can alıcı mesele karşısında ‘mış gibi’ yapan ülkelerden biri de Türkiye… Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2021’de 2053 ‘net sıfır’ hedefi açıkladığında, bu hedefin ancak istihdam, yatırım ve üretimde köklü dönüşümlerle mümkün olabileceğini söylemişti.
Sonrasında Türkiye bu iddiadan uzaklaştı. Türkiye’nin kömür çıkarmak yerine acilen başta kömür olmak üzere, fosil yakıtlardan çıkışı da kapsayan iddialı salım azaltım hedeflerine ihtiyacı var. Oysaki yeni kömür havzaları açmak için neredeyse seferberlik ilan edilmiş durumda.
Üstelik bu havzalardaki kömür yatakları kalitesi düşük linyit rezervleri barındırıyor.
Hazır yeri gelmişken, ‘net sıfır emisyon’un ne olduğunu açıklayayım; insan faaliyetleri sonucu, söz gelimi fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma, tarım, hayvancılık, sanayi ve pek çok ekonomik faaliyet nedeniyle atmosferde biriken sera gazı miktarının, yine insan faaliyetleriyle sağlanan azaltım miktarıyla birbirini dengelemesi anlamına geliyor.
Hep birlikte gördüğümüz üzere böyle bir dengeleme kurulamıyor.
Uyarılar yapılmasına yapılıyor ama dinleyen kim?.. Cumhurbaşkanı Erdoğan, eylül ayında New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde, kamuoyunda ‘iklim hedefi’ olarak bilinen 2035 yılına ilişkin ‘Ulusal Katkı Beyanı’nı (Nationally Determined Contribution-NDC) açıkladı.
Erdoğan’ın duyurusunun ardından, iklim alanında çalışmalar yürüten 15 sivil toplum kuruluşunu bir araya getiren İklim Ağı, bu hedefi, eksikleri ve yaratacağı risklere dikkat çekerek değerlendirdi: “Akdeniz iklim kuşağında yer alan Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerine karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkelerinden biri.
Orman yangınları, seller, kuraklık ve tarımsal üretimdeki kayıplar toplumun bütün kesimlerini olumsuz etkiliyor. Bu nedenle iklim krizine karşı bizi daha dirençli hale getirecek etkili bir iklim hedefine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyoruz.
Çünkü güçlü bir iklim hedefi, ekonomilerin karbonsuzlaşmasını mümkün kılarak toplum için adil dönüşümün zamanında gerçekleşmesini sağlayacak. Ancak açıklanan hedef, katılımcılık ilkesini göz ardı ederek iklim alanında uzman sivil toplum kuruluşlarının görüşleri dikkate alınmadan hazırlandı”.
İklim Ağı, Türkiye’nin 2035 iklim hedefinin sera gazı emisyonlarını azaltmak yerine, 2023 yılına göre yüzde 16 oranında artıracağına dikkat çekiyor. Açıklamada, Türkiye’nin bugünden itibaren sera gazlarını azaltmaması durumunda, toplumun iklim krizine karşı dirençli hale gelemeyeceğini vurguluyor.
İklim Ağı bir şemsiye örgüt; 15 sivil toplum örgütünün bir araya gelmesiyle oluşturulmuş. Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelesini güçlendirecek politikaların geliştirilmesi amacıyla kurulan İklim Ağı, bu alanda çalışan 15 sivil toplum kuruluşunu kapsıyor:
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, CAN Europe (Avrupa İklim Eylem Ağı), ClientEarth, Doğa Derneği, Greenpeace Türkiye, Hukuk Doğa ve Toplum Vakfı (HUDOTO), İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği (İDPAD), İklim için 350 Derneği (350 Türkiye), Mekanda Adalet Derneği (MAD),
Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA), Temiz Hava Hakkı Derneği (THHD), Türetim Ekonomisi Derneği, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA), WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ve Yeşil Düşünce Derneği (YDD)…
Pek çok sivil toplum örgütü yetkilisi uyarılarını sürdürüyor. “Şu anki 2035 hedefi, küresel iklim çabalarına katkı sunmak bir yana, ülkemizi daha kırılgan ve daha büyük krizlere açık hale getiriyor. Türkiye’nin tercihi günü kurtarmak değil, uzun vadeli çözümleri planlamak ve iklimin tarafında olmaktır” diyor CAN Europe Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü Özlem Katısöz.
ClientEarth’ten avukat Gizem Koç, “Temmuz 2024’te Birleşmiş Milletler’in en yüksek yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı, NDC’nin yalnızca devletlerin takdirine bırakılan bir konu olmadığını, Paris Anlaşması’nın amacını gerçekleştirmeye uygun ve elverişli olmayan iklim hedeflerinin, ulusal mahkemeler önüne taşınabileceğini, uygun iklim hedeflerinin belirlenmesi yönünde her türlü çabanın gösterilmesi gerektiğini belirtti” hatırlatmasını yapıyor.
Öncesinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, iklim hedef ve politikalarının yetersizliği nedeniyle İsviçre’nin insan haklarını ihlal ettiğine karar vermişti. Sayısız ülkede mahkemeler bu yönde kararlar almıştı.
Erdoğan’ın açıkladığı 2035 İklim Hedefi, emisyonlarda artıştan azaltım hedefliyor. Aslında emisyonlarda mutlak bir azalma değil, öngörülen artıştan bir azaltma söz konusu… Türkiye referans aldığı mevcut büyüme senaryosunda sera gazı emisyonları artmaya devam ederken, bu iklim hedefiyle, sera gazı emisyonları 2035’te 2023’e kıyasla yüzde 16 artacak.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın bu ay başında açıkladığı kömürlü termik santrallerine teşvik planı, elektrik üretiminde kömüre daha fazla alan açılmak istendiğini gösteriyor. Oysa yapılması gereken çöküşe geçen kömür ekonomisinin etkilediği işçiler ve yerel ekonomiler için adil geçiş mekanizmasının kurulmasaydı.
Öte yandan, yenilenebilir enerji yatırımlarının önünü açma gerekçesiyle yasalaşan 7554 sayılı Torba Yasa, izin süreçlerini değiştirerek doğa koruma ilkelerini ve yerel halkın katılımını göz ardı ediyor.
Yenilenebilir enerji yatırımları, doğayı tahrip ederek ve toplumsal rızayı hiçe sayarak değil; doğayı koruyan, halklarının katılımını sağlayan ve kamusal ve toplumsal faydayı hedefleyen mekanizmalarla hayata geçirilmeli… Tersi durumda, iklim dostu olması gereken çözümler, yeni ekolojik ve toplumsal sorunlar yaratıyor.
WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Müdürü Tanyeli Behiç Sabuncu, Türkiye’nin açıkladığı 2035 İklim Hedefinin 1.5 oC eşiğiyle uyumlu olmadığını hatırlattıktan sonra, “Büyüme senaryoları gözetilerek hesaplanan artıştan azaltım 10 yıl sonra emisyonların bugünkünden daha yüksek olacağı anlamına geliyor.
Türkiye bugünden itibaren emisyonlarını azaltmalı, kömürden çıkış planını açıklamalı ve toplumu merkeze alan adil bir enerji dönüşümü başlatmalıdır. İklim krizi ülkemizi kuraklık sel, gıda krizi gibi sorunlarla tehdit ederken, kaybedecek zamanımız yok” uyarısında bulunuyor.
Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) Direktörü Bengisu Özenç’e göre; açıklanan NDC’de yapılan önemli değişikliklerden biri, bu referans senaryodaki güncelleme…
“Referans senaryoda yapılan göreceli iyileşme olumlu olsa da, Türkiye bu senaryo altında halen emisyonlarını geçtiğimiz 30 yıldaki temposundan iki kat daha hızlı artıracağını söylüyor ve iklim hedeflerine gölge düşürüyor” diyor Özenç.
Çok olumsuz sonuçlar yaratacak 7554 sayılı Torba Yasa’ya gelelim şimdi… Bu yasayla su, toprak, zeytin bahçeleri, ormanlar ve kültürel varlıklar madenciliğe açılarak tarihte hiç olmadığı kadar tehlike altına girecek.
Bu yasanın ilk somut uygulaması Akbelen’de zeytin ağaçlarının sökülmesiydi. Köylülerin direnişine rağmen kolluk kuvvetleri eşliğinde zeytinlikler yerle bir edildi. Yetkililerin ‘tek bir ağacın bile heba edilmediği, başka arazilere taşınıp yeniden dikildiği’ masalına inanan hemen hemen kimse yok. En azından biliniyor ki, bu taşıma ve yeniden dikim sürecinde ağaçların çok büyük bölümü heba oluyor.
2035 iklim hedefinde, korunan alanları artırmaya ve güçlendirmeye ya da iklim krizine karşı uyum ve dirençliliğe dair tek bir önlem yer almıyor. Şehirlerin afetlere karşı nasıl daha dirençli kılınacağı, artan kuraklık karşısında gıda güvenliğinde sürekliliğin nasıl sağlanacağı belirsiz.
Oysaki, hem iklimi korumak hem de toplumu iklim krizine karşı dirençli hale getirmek için Türkiye’nin sera gazları emisyonlarını bugünden itibaren azaltması gerekiyor.
Bunun içinse köktenci adımlar atmak gerek… Elektrik üretiminde kömür tüketiminin sıfırlanmasına ve doğalgazla petrol için yeni yatırımların sonlandırılmasına yönelik bir tarih açıklanması önemli bir adım olabilir. 2030 yılına kadar fosil yakıt arama ve çıkarma teşviklerinin kaldırılması da öyle.
Elektrikte kayıp-kaçak oranlarının azaltılması için iletim ve dağıtım şebekesinin kapasitesinin geliştirilmesi de bir başka önemli mesele. Ancak, ABD başta olmak üzere, gelişmiş ekonomiler, yani Sanayi Devrimi’nden bu yana bu gezegeni en çok kirletenler bile bu kurallara uymazken, gelişen ekonomilerin bu önlemleri hayata geçirmesi demek, gelişmiş ülkeler lehine gelişen ülkelerin ek bedel ödemesi demek.
Doğal olarak böyle haksız bur uygulamaya hiçbir ülke boyun eğmiyor. Türkiye’nin zirvedeki beyanı, buna benzer bir eğilimin sonucu…
Greenpeace Türkiye İklim ve Enerji Kampanyaları Sorumlusu Emel Türker Alpay, “Türkiye’nin 2035 için açıkladığı zayıf iklim hedefi, doğayı ve toplumu korumak için gereken adımları atmadığımızın en açık göstergesidir.
Emisyonların artmaya devam etmesine izin veren bu yaklaşım, ormanlarımızı, sulak alanlarımızı ve tarım arazilerimizi geri dönüşsüz bir yıkıma sürüklüyor. Oysa doğa koruma, iklim krizine karşı en güçlü kalkanımız olmalı. Doğal varlıkları güçlendirmek yerine kömür ve nükleere alan açan hedeflerle ilerlemek, Türkiye’yi daha kırılgan ve geleceksiz bırakmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır” yorumunu yapıyor.
Bu meselenin çözümü için, tüm ülkelerin adil bir şekilde bu soruna yönelik önlemler almasını sağlamak gerekiyor.
Fosil yakıt sektörlerinde işgücü dönüşümü ve enerji yoksulluğuna ilişkin tedbirleri de içerecek biçimde kırılgan grupların ‘geride kalmamasını’ sağlayacak bir ‘Adil Geçiş Mekanizması’ 2030 yılına kadar kurulması büyük önem taşıyor. Bu bugüne kadar da çok konuşuldu, ancak bir türlü hayata geçirelemiyor.
Yine, 2030’a kadar korunan alanların payının yüzde 30’a çıkarılması ve bozulmuş ekosistemlerin, yani orman, sulak alanlar ve tarım alanlarının en az yüzde 30’unun onarılması gerek ki, bu da artık pek mümkün görünmüyor.
TARIMDA YAPISAL DÖNÜŞÜM ŞART AMA O DA HİÇ KOLAY DEĞİL!
Agroekoloji ve onarıcı tarımın mevcut ülke tarım toprakları içerisinde payı yüzde 10’a çıkarılması da çözüm önerilerinden biri. Tarımda doğru ürün planlaması ve tasarruflu sulama sistemleriyle su tüketiminin yüzde 50 azaltılması gerekiyor.
Ülkemizde hâlâ bir tarımsal ürün envanterinin bile olmadığını, vahşi sulamanın bir türlü önlenemediğini, damla sulamanın yeterince yaygınlaştırılmadığını, insan sağlığına ve doğaya zararlı ilaçlama yapıldığını dikkate alınca, bunun da kısa vadede bir hayal olduğunu belirtmek gerek.
Bu yaz pek çok Akdeniz ülkesi gibi, Türkiye’de orman yangınlarında müthiş bir artış yaşandı. Ormanları yapılaşmaya ya da tarımsal üretime açmak amacıyla insan eliyle çıkarılan yangınlar bir yana, bu yangınların önemli bir bölümünün sebebi yüksek sıcaklıklardı.
Ağaçlar sıcaktan kavrulduğunda yangın çıkması işten bile değil. Ve öyle oldu. Ancak, yangınların bu denli yayılması ve büyük hasar olmasının en önemli sebeplerinden biri plansızlık ve yeterli yatırımın yapılmamış olması… Bu gidişle her yıl daha fazla ormanlık alanı yangınlara kurban vereceğiz.
Bu tehlikeli bir döngü, zira ormanlar azaldıkça sıcaklık artıyor, sıcaklık arttıkça daha fazla orman yangını çıkıyor! Bu yangınlardan dolayı atmosfere salınan karbon gazları ve partiküller de cabası… Ve Orman Genel Müdürlüğünün (OGM) elindeki araçlar ve olanaklar orman yangınlarına anında ve etkin müdahale için hâlâ çok yetersiz.
İklim krizinin sebepleri ve sonuçları doğrudan insan ve toplum sağlığını da etkiliyor. Yapılması gereken çok şey var. Ekosistem odaklı çözümlerle, kişi başına düşen yeşil alan miktarı yaklaşık iki katına çıkarılması bunlardan biri. Sıcak hava dalgalarına maruz kalarak sağlık sorunları yaşayan nüfusa dair ayrıntılı planlamaların da yapılması şart. Özellikle de yaşlılar, engelliler ve çocuklar gibi kırılgan gruplar için…
Tüm hava kirleticilerin sürekli ölçümlenip izlenmesi, çevre mevzuatında fosil yakıtlı elektrik üretim santrallerine ve sanayi tesislerine tanınan kirletme istisnalarının da kaldırılması gerekiyor. Tüm bu saydıklarım büyümeden feragat etmekle eşanlamlı, özellikle Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu zorlu şartlarda, yetkililerin böyle bir önlemler paketini hayata geçirmesi ise mümkün görünmüyor.
Alanya’ya her gelişimde, kentin değişmeyen ritmini yeniden duymaya çalışırım. Güneşin sabahları denize düşüşü, Kleopatra Plajı’nın…
Bazı cümleler öyle ortada kalıyor ki, sahibi bile geri dönüp bakmıyor arkasına. Birileri bir şey…
Türk gastronomisi son on yılda yalnızca lezzet repertuarını değil, kültürel anlatısını da dönüştürdü. Bu dönüşümün…
Ayten ve Mehmet’in Hikâyesi: Türk Mutfağının Kalbi Fransa’da Atıyor Geçen ay kısa bir Ayvalık tatilim…
Biliyorum, benden sonra bizim evin halleri değişti. BEN, galiba burada büyük harfler gerekiyor. Bir Eflatun…
Caddebostan’da, Ömerpaşa Sokağı’nın dingin ritminde açılan Stoa, yalnızca bir restoran değil; duyularla kurulan bir anlatı…