Bazı yolculuklar bir bavulla değil, bir cümleyle başlar.
Ve bazı markalar, önce bir insanın içinde oluşur; dışarıda görünmeden önce içeride şekillenir.
İnsan bir gün uyanır ve neden yaşadığını gerçekten sorgular.
Çalıştığı iş, kurduğu ilişkiler, kazandığı başarılar…
Hepsi bir anlam taşıyor mudur, yoksa yalnızca “alışılmış ve tekrarlanan” bir yaşamın parçası mıdır?
Bir noktada, “Biz kimiz?” sorusu gelir.
Ve bu soru geldiğinde henüz bir logo, bir slogan, bir web sitesi veya diğer etkileşim kaynakları yoktur.
Ama bir arayış vardır.
Ve bazen sadece bir his: “Bu dünya benim sesimi duymadı, ben onu duyurmalıyım.” Şeklinde yol alır gider hisleriniz.
Bu yolculuğumda birçok marka ile temaslarım oldu. Geçmişten günümüze bir çok sesleniş ve varoluş duygusu içinde marka sözcülerini dinledim.
Bazıları var olmak için ortaya çıktı, bazıları fark edilmek için.
Ama yalnızca çok azı anlam yaratmak için doğdu. Ve işte o az sayıdaki marka, bir fark yaratmakla kalmadı, değer yaratarak kalıcı bir iz bıraktı.
Bugün size şunu sormak isterim:
“Bir marka yaratmak mı istiyorsunuz, yoksa bir hayatı ifade etmenin yolunu mu arıyorsunuz?”
Pazarlama kitapları, “hedef kitleyi analiz edin” der.
Ben ise size “kendinizi analiz edin” diyorum.
Bu sorulara cesaretle yanıt veremeyen hiçbir marka, sağlam bir temel üzerine kurulamaz.
Çünkü “neden”i olmayan markanın “nasıl”ı da rastlantıya kalır.
Markalar da insanlar gibi büyür:
İlk önce iç sesleriyle, sonra çevreyle temas ederek, sonra hata yaparak, sonra da öğrenerek.
Ve her biri, aslında kurucusunun kişisel yolculuğunun bir izdüşümüdür.
Bir marka, sahibinin içsel dengesini yansıtır.
Eğer bir marka kırılgansa, belki de onu kuran kişi hâlâ tam olarak neye inandığını bilmiyordur.
Yolculuk Bir Cesarettir. Çemberin içinde mi kalmak istersin, dışına mı çıkmak?
İlk adımı “nerede” attığınız değil, hangi bilinçle attığınız önemlidir.
Yolun başı da, ortası da, sonu da sizi kendinize geri getirir. Çemberin içinde kalmayı bırakın, cesaretle ilerleyin, Çemberden çıkın.
Birçok kişi markasını “müşteri ne ister?” sorusuyla başlatır.
Oysa sorması gereken şudur:
“Ben bu dünyaya nasıl bir değer katmak istiyorum?”
İşte bu soruyu cesaretle soranlar, yalnızca marka kurmazlar, büyük bir anlam yaratırlar.
Sevgili okurum; bu yazıyı okurken belki de kendi adımlarını düşündün.
Başlamaya cesaret edemediğin fikirler, ertelediğin düşünceler, belki bir markaya dönüşmeyi bekliyor. Belki de seni tam olarak ifade etmeyi, içinden gelen seslenişe inan.
Unutma: İlk adım her zaman dış dünyaya atılmaz.
Bazen gözlerini kapatıp içini dinlemek, yürümeye başlamanın en net hâlidir.
Kendini duymaya cesaret edenlere, yüreğine ve yolculuğuna eşlik edenlere,
her adımın anlamla buluştuğu bir yol diliyorum.
Alanya’ya her gelişimde, kentin değişmeyen ritmini yeniden duymaya çalışırım. Güneşin sabahları denize düşüşü, Kleopatra Plajı’nın…
Her yıl küresel iklim krizinin etkilerini daha fazla yaşar olduk. Bu yıl Ege, Akdeniz ve…
Bazı cümleler öyle ortada kalıyor ki, sahibi bile geri dönüp bakmıyor arkasına. Birileri bir şey…
Türk gastronomisi son on yılda yalnızca lezzet repertuarını değil, kültürel anlatısını da dönüştürdü. Bu dönüşümün…
Ayten ve Mehmet’in Hikâyesi: Türk Mutfağının Kalbi Fransa’da Atıyor Geçen ay kısa bir Ayvalık tatilim…
Biliyorum, benden sonra bizim evin halleri değişti. BEN, galiba burada büyük harfler gerekiyor. Bir Eflatun…