Olimpiyat oyunları boyunca spora doyduk desek yeridir. Tokyo 2020, pandemiden kaynaklanan büyük sorunlarla başladı. Öce bir yıl ertelendi, sonra seyircili mi seyircisiz mi derken Tokyo’da ilan edilen olağanüstü hal nedeniyle seyircisiz yapılmasına karar verildi.
Belki ilk günlerin elemelerle geçmesi, belki de amiral gemisi branşların, özellikle de atletizmin daha sonra başlamasından ötürü tatsız, buruk bir başlangıç oldu başlarda. Ama giderek tempo kazanarak birçok rekora, birçok ilke sahne olarak kalbimizde özel bir yer edindi.
Olimpiyat efsanesi
Kim ne yaptı, Türkiye ne konumdaydı konularına girmeyeceğim. Zaten çok konuşuldu, çok yazıldı. Benim ilgim bir olimpiyat efsanesi üzerinde yoğunlaştı; 1992’den beri her olimpiyatta yarışan tokyo 2020’de 46 yaşında son müsabakasına çıkan jimnastikçi Oksana Chusovitina…
Jimnastiğin genç, hatta neredeyse çocuk yaşındaki sporcular için olduğu düşünülür. Chusovitina, “sanırım her kadının hem bir eş olabileceğinizi, hem bir kız çocuğu olabileceğinizi, hem bir anne olabileceğinizi ve ayı zamanda bir olimpiyat sporcusu ve bir olimpiyat madalyası sahibi olabileceğini bilmesini sağlayan öncülerden biriyim” diyordu, “her şey mümkündür ve yaş sadece bir sayıdır!”
Olimpiyata bir kez katılmanın dahi bir sporcunun kariyerinde ne kadar önemli olduğunu biliyorsanız ya da anlıyorsanız Chusovitina’nın ne kadar olağanüstü bir şey başardığını daha net görebilirsiniz. Dört yılda bir yapılan dev bir organizasyona tam sekiz kez katılabilmek…
Hayal etmesi bile çok zor. Bizim hayal edemediğimizi Oksana gerçekleştirdi. Efsane olmak bu değilse nedir ki?
Atlama dalında dokuz bireysel dünya şampiyonluğu bulunan Oksana olimpiyatta elemelerde puanının finallere yetmeyeceğini gördüğünde büyük hayal kırıklığı yaşadı. Belli ki finallerde yarışarak veda etmek istiyordu. Ama sekiz kez orada olmak dahi her elemenin üstündeydi aslında. Salonda bulunan diğer sporcu ve görevlilerden oluşan izleyiciler ayakta alkışlayarak uğurladılar bu özel kadını. Keşke seyircili olsaydı da onbinlerin gözyaşı ve alkışı ile olsaydı vedası… Olmadı.
Chusovitina, 1975 yılında Özbekistan’da doğdu. 1988’de SSCB Gençler Milli Takım Şampiyonasını kazandı. 1992’de Barselona’da ilk kez bu dev sahnedeydi. İlk altınını takım olarak kazandığında on yedi yaşındaydı.
Yirmi dokuz yıl sonra iki olimpiyat, on bir dünya şampiyonası, iki dünya kupası, sekiz Asya madalyası sahibi olan bir sporcu olarak veda ediyordu.
Hiçbir madalya çocuğunun sağlığından önemli değil
1999 yılında oğlu Alisher’i dünyaya getirdi. Sydney 2000 Chusovitina için son olimpiyat olacaktı her şey normal gitseydi. Çocuk sahibi olduktan sonra olimpiyatta yarışabilen çok az jimnastikçi vardı. Ama hayatın başka planları vardı.
Chusovitina’nın lösemi teşhisi konan oğlunun tedavi faturalarını karşılayabilmek için paraya ihtiyacı vardı ve 2002 yılında uluslararası yarışmalara geri döndü. Aile tedavi için Almanya’ya taşındı. Fedakarlıkla boşa gitmedi ve 2008’de Alisher kanseri atlatmıştı. Kısa süre sonra Chusovitina Almanya’yı temsil ederek Pekin’de ilk bireysel madalyasını kazandı.
“Madalya kazanmışsınız, kazanmamışsınız hiç önemli değil. Hiçbir madalya oğlunuzun sağlığına kavuştuğunu haber veren bir telefon görüşmesiyle kıyaslanamaz. Hiçbir sportif başarının önemi yok bunun yanında” demişti yıllar sonra bir röportajında.
Londra 2012’deki hayal kırıklığı yaratan performansının ardından büyük moral bozukluğu yaşadı ve bir kez daha sporu bırakmaya karar verdi. Ama sonrasını şöyle anlatıyor: “gece herkese emekli olduğumu söyledim ve ertesi sabah uyandım ve fikrimi değişmişti”.
Rio 2016’da oğlu Alisher’den bile iki yaş küçük olan Simone Biles’ın kazandığı finallerde ancak yedinci olabildi. Artık orada olmak madalyaya uzanmaya yetmiyordu. Ancak şunu eklemek gerekiyor ki Simone Biles doğduğunda Chusovitina zaten beş dünya madalyası ve bir olimpiyat altını kazanmıştı.
Ancak başka hiçbir sporcunun yapamadığını gerçekleştirerek oyunlarda üç farklı bayrak altında (Birleşik Takım, Almanya ve Özbekistan) yarıştı.
Son oyunlar hakkındaki paylaşımında ise “konuşmak çok zor. Daha kolay olacağını düşünmüştüm. Spor hayatım ‘inişler ve çıkışlar’, ‘sevinç gözyaşları ve keder gözyaşları’ içinde geçti. Ancak hiçbir dakikası için pişman değilim.”