Aralık ayında yurdun dört bir yanını gezen Kitap Fuarları okuma gönüllülerine kapılarını açtılar. Gazete ve diğer yayın organlarında yer alan görüntülerde, çoğunluğu çocuk ve gençlerin oluşturduğu konukların salonları sıcacık, sımsıkı doldurduğu görülüyor.
Bu izlenimlerin verdiği gönenç, ülkemizin dünya okurları içinde epey gerilere düştüğü gerçeğini değiştiremiyor. Çünkü dünya coğrafyası okuduğu kitap sayısına göre işaretlenirse, parmağınız Türkiye’nin üzerine geldiğinde 86 rakamını görüyorsunuz.
Yaşadığım şehrin fuar yerleşkesi binlerce okuru, kitapseveri ağırlamaya çok uygun. Düzgünce konumlanmış stantlarda neredeyse balıkçı tezgahlarının şen ışıltısı var. Salonda ister istemez bir uğultu duyuluyor; okurların şimdiki gereksinimi kendine benzeyenleri işitmek, görmek, dokunmak sanki.
Yürüyüp giden, dönüp gelenle, eğilip göz atanları ile tezgahında dokunan bir kilimi andırıyorlar. Kış günlerinde günü erken terk eden güneşin yerini alan bu aydınlık salonlar bir cam piramit olarak tasarlanmış yapıya görsel bir üstünlük ve albeni kazandırıyor.
Kentin, bir köşesinde farklı bir soluk aldırma hevesi ile insanlarına göz kırptığı bu akşamları umursamayanların çoğunlukta olduğunu biliyorum. Bu saatte ne olsa başlarını çevirmeyecek birçok insan, bir mandal gibi bedenlerini tutup bırakan adımları ile bir requemin notalarının akıp gittiği hızda evlerine gidiyorlar.
Uzatıp ellerimi ısıtmak istiyorum bazı kitaplara
Yazanın ellerinin sıcaklığı kaldı deseler inanırım, aydınlığı varsa sıcaklığı neden olmasın zaten. Gözüm çok ünlü bir eserin yedi cildine takılıyor. Bu eseri altı yıllık olağan üstü bir çaba ile dilimize kazandıran çevirmene imreniyorum. Bir İngiliz çevirmenin aynı kitabın çevirisini yaparken ömrünün yetmediğini de biliyorum.
Bunca düşmanlık, ayrışma, çekişme ve farklılıklar içinde insanlara; avucunda taşıdığı su gibi tükenip giden ömründe, bir başkası için başladığı, omuzladığı eylemin ne denli gönendirici olduğunu anlatmak isteyen birileri var belli.
Tutup açtığım kitabın sayfalarından dizeler dökülüyor üzerime, bir pınara uzanıp, avucuma dökülen suyu kana kana içiyorum sanki. Çok yaşa büyük usta.
Bir ara çalkalanan bir denizde hissettim kendimi; yürekleri son günlerine kadar bu ülkenin aydınlanma, çağdaşlaşma ülküsü için çarptı. Nasırlı ellerin tuttuğu kalem, hep birlikte yorulup uyudukları gecelerin düşlerini yazmış; eşit, varsıl, güvenli, kavgasız bir dünya için yordular kafalarını. Sokrates’in ölümünden farklı değil, Köy Enstitülü yazarların ölümleri..
Çırılçıplak bir yorgunluğun üzerine uzanıyorum,
Yıldızların sönme vaktine az kaldı
Vedalar çıkıyor sıra sıra.
Safa Özkızıltan