
Uygarlık tarihindeki büyük öğretilere baktığımızda, insan için temelde iki büyük duygu olduğunuzu görürüz. Sevgi ve korku! Diğer duygular ise bu ikisinin yansımaları olarak karşımıza çıkar.
İyiye, güzele ve doğruya götürecek yöntemleri yani “ahlak”ı keşfetmek ise ahlaki sorumluluğumuzdur. Öte yandan seçim yapma hakkımız, belki de insan olmamızın en özel yanı. Çünkü her gün biraz daha iyi olmaya ve iyi bir yaşam için çabalamaya devam edip etmemek kendi tercihimiz olarak önümüze koyulmuştur. Bu hak hem cennetimizdir hem cehennemimiz. Diyebiliriz ki, yaşamımız büyük ölçüde kendi elimizdedir.
“Olayları ve durumları algılayış biçimimiz, kanaatlerimiz, arzularımız, nefretlerimiz, içsel yaşamımız ve karakterimiz bizim kontrolümüzdedir. Elimizde olmayanlar ise, nasıl bir aileye doğduğumuz, diğer insanlar tarafından nasıl göründüğümüz ve başkalarına ait şeylerdir.”
Ve ekliyor; doğanızın gerektirdiği gibi doğaya uygun olarak ve doğanın iradesini kendi iradeniz yaparak yaşayın. M.S. ilk asırdan, sadece kendi döneminin ya da içinde bulunduğumuz kitleleri kontrol etmek için insan doğası ile oynayan bir sitemin hâkim olduğu 21’nci asrın insanlarına değil, bütün zamanlara sesleniyor. Zamanın üstüne çıkıyor. Ölümsüzlüğe ulaşıyor.
İç dünyamızın dengesini etkileyen bir de dışarısı ve dışarıda olanlar var. Her birimiz ayrı bir dünya, ayrı ayrı birer hikâye olsak da, zihinlerimiz ve ruhlarımız parmak izlerimiz gibi eşsiz ve tek olsa da, başka ruh ve zihinlerle bir toplumun içinde yaşıyoruz. Modern tabirle ifade edersek; aynı anda kolektif bir bilince sahibiz. Nasıl ki iç dünyamızda iniş ve çıkışlar yaşıyorsak, bazen güneş açıyor bazen karanlıklara gömülüyorsak, toplumların yaşamlarında da bazen güneş yükselirken bazen karanlık büyüyor, gölgelerin boyu uzuyor. Bütün insanlık tarihi bu iniş çıkışlarla ve yaratılış-yok oluş döngüleri ile dolu değil mi? Dünya bu aralar, bir yıldan fazladır COVID-19 pandemisi ile savaşıyor. Tarihteki pandemilere ve salgın hastalıklara baktığımızda da yukarıda bahsettiğimize benzer bir döngü oluşturduklarından bahsetmek mümkün.
Hastalıkların çözümü elbette önce, tıbbın öngördüğü somut önlemleri almak, ardından da uzun vadede doğa ile uyumdan geçiyor. Peki nedir doğaya uyum? Her şeyi bırakıp gidip bir dağ başına yerleşmek mi? Bu sadece somut düşüncenin cevabıdır, ancak aslolan bambaşka…
Epiktetos’a “Doğanın iradesine uymak ne demektir?” diye sorduğumuzda bakın ne diyor;
“Doğanın iradesini öğrenmek için dikkatini ona vermelisin. Ancak böyle onu kendi iraden yapabilirsin. Doğa iradesini her insan için ortak olan deneyimler yoluyla gözlerimizin önüne serer. Örneğin, bir arkadaşının çok değerli bir vazosu kırıldı. Ona, “Olur böyle şeyler” demeye hazırsındır değil mi? Peki senin için manevi değeri olan bir eşyaya zarar geldiğinde aynı yanıtı verebilir misin? Vermelisin! Doğada böyledir. Bu anlayışı daha büyük duygusal önemi ve dünya çapında sonuçları olan konulara da taşımalısın.”
“Ben” değil “Biz” olabilmenin ipuçlarını veren Epiktetos’u bu ifadelerinden sonra dönüp pandemi tarihine baktığımızda da bunun örneklerini görüyoruz. Eski Yunanca’da “tüm insanlar” anlamına gelen pandemiler de insanın doğaya uyumlu davranmaması sonucu; savaşlar, nüfus artışı, iklim anormallikleri, çevre kirliliği, yoksulluk gibi etkenlerle harekete geçmiş. Yani ihtiyaçlara göre şekillenen bir kültür yerine; yeniden biçimlendirilmiş arzulara odaklı yaşayan, biz insanların doğayla savaşmasıyla…
En somut örnek kuşkusuz, tarih boyu kolera, Ebola, AIDS ve tüberküloz nedeniyle Afrika’da ölümlerin dünyanın diğer bölgelerinden daha fazla olması gibi, Asya’nın gecekondu bölgelerine HIV, Kuzey Amerika’nın varoşlarına hantavirüs saçılması olarak görülüyor. İmparatorlukları çökertmiş, orduları kırmış, yaşama biçimlerimizi sürekli değiştirmiş salgın hastalıklar, hâlâ değiştirmeye devam ediyor.
Dünyanın doğası bu. Yaşadığımız hayatta her şey iki yüzüyle karşımıza çıkıyor. Her şey 1 ve 1’den oluşuyor. İyi-kötü, doğru-yanlış, gerçek-hayal, hastalık-sağlık… Önemli olan bu “1”ler arasında kurduğumuz ilişki. Doğamıza uygun davrandığımızda en az hasarla çıkıyoruz bu işten ve evrenin yani doğanın yasasını keşfetmeye başlıyoruz.
Çünkü başka çaremiz yok. Epiktetos’un dediği gibi bizim aklımız, sadece evrensel aklın bir parçası ve ona uymama gibi bir şansımız yok. Doğa ile savaşarak değil, onunla uyum içinde yaşadığımızda bu savaşı kazanırız. Şimdi hepimiz görüyoruz ki, sistem hastalanmaya başladığında biz insanları da hasta ediyor! Hem ruhumuzu hem bedenimizi… Fiziksel sağlığımıza kavuşmamız için bütün tıp dünyası zaten teyakkuzda. Öte yandan hastalık ve ölüm korkusu, sevdiklerimiz kaybetme endişesi ile kaygı her yanımızı sarmış durumda. Peki bu salgının ruhumuzda yarattığı tahribatı nasıl önleyeceğiz ya da en aza indirgeyeceğiz?
Geçmiş değil bugün gibi… Yani büyük filozofun dediği gibi bizim elimizde olan ve kontrol edebileceğimiz şeyler üstünde irade göstererek, elimizde olmayan şeyler hakkında da endişelenmeyi bırakarak. Hayatta her şeyin bizim kontrolümüzde olamayacağını kabul ederek. Epiktetos diyor ki; “Çocuğun, eşin, kocan/karın veya çok sevdiğin biri öldü mü, herkes, “Bu, yaşamın döngüsüdür. Ölüm kaçınılmazdır” diyecektir değil mi? Peki ya kendi yakını öldüğünde? Bir başkasını ilgilendiren bir olay olduğunda nasıl bir duyguda olduğunu düşün. Kendini ilgilendiren olayda da aynı duyguyu taşımalısın. Olayları kabullen. Ölümü zekanla kabullenmelisin.”
Elbette, bunun kontrol edilebilmesi kolay değil. Ancak filozofa göre bunu kabul etmemek, bize acı vermekten, bizi endişeye sürüklemekten başka bir işe yaramıyor.
Eğer amacın bu ilkelerle yaşamaksa, evet bu kolay değildir. Ölüm senin kontrol edemeyeceğin durumlardan biri ve kabul edemezsen, bu zayıflık, sana sadece acı verir. Kendinin efendisi olman, Tanrısal iradenin istediği bir şeydir. Yaşamaya devam ettiğin sürece amacının ruhsal gelişim olduğunu anımsadığında, senin kararına bağlı olmayan bir durumu kabul etmen tek seçeneğindir. Mutluluğun kazanılma yolu budur. Mutluluk ve özgürlük, bir tek ilkenin açık seçik anlaşılmasıyla başlar: bazı şeyleri kontrol edebiliriz bazılarını edemeyiz. Ancak bu temel kuralla yüzleştikten, neyi kontrol edebileceğinizi öğrendikten sonra, içsel sakinliğe ve dışsal etkinliğe ulaşabilirsin.”
Epiktetos’un dediği gibi olaylar değil, onlara bakış açımız nedeniyle acı çekeriz. Onun söylediklerine bakınca, bize düşen kısa vadede pandemi kurallarına uyarak kendimizin ve çevremizdekilerin sağlığını korumak, uzun vadede ise hem somut hem soyut manada doğaya uyumlu davranmak gibi görünüyor. Zira varlığımız doğa ile uyumlu olmaktan geçiyor, onunla savaşmaya devam edersek, kazananı baştan belli bir savaşta helak olup gideceğiz.
Sizce de öyle değil mi?
NOT: Felsefe, popüler olarak bahsedildiği gibi ne stoacılardan ibarettir ne de kişisel gelişimden. Birey olmaya çalışırken kaybolan çağımız insanının çıkmazlarını net olarak ifade ettiği için Epiktetos ile başladığımız ve Vagon Kitap etiketiyle yayınlanmış olan hayali söyleşi dizisi “Epiktetos ile Söyleşi Zamansız Söyleşiler 1” felsefenin farklı alanları ve filozoflarıyla devam edecektir. Ayrıca bu yazıda bahsi geçen salgın hastalık bilgileri, Hülya Parıldar’ın “Tarihte Bulaşıcı Hastalık Salgınları” isimli tıp makalesine dayanmaktadır.
6698 Sayılı kişisel verilerin korunması kanununa istinaden web sitemizde hiç bir kişisel veriniz kayıt edilmemektedir.
Copyright © 2020 Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım Medya1011 tarafından yapılmıştır.