Alanya’ya her gelişimde, kentin değişmeyen ritmini yeniden duymaya çalışırım.
Güneşin sabahları denize düşüşü, Kleopatra Plajı’nın rüzgârla dalgalanan kumları, sahildeki taşların sessizliği…
Bu kez, Türkiye Digital Nomad Festivali vesilesiyle geldiğim Alanya’da, sadece bir etkinliğe değil, bir mekânın hafızasına tanıklık ettim.
Anjeliq Downtown Hotel ve onun kalbinde atan Mercado Restaurant, bu tanıklığın en derin katmanlarını sundu bana.

Anjeliq Downtown, bir otelden fazlası. Şehrin merkezinde, ama gürültüsünden uzak; denize karşı ama içine dönük.
Mimar Cüneyt Darı’nın imzasını taşıyan bu yapı, sürdürülebilirlik ve estetik arasında kurduğu dengeyle dikkat çekiyor. Doğal ve geri dönüştürülebilir malzemeler, yerel üreticilerden alınan ürünler…
Bunlar sadece bir çevre duyarlılığı değil, mekânın felsefesinin bir parçası. İç mimaride kullanılan taş, ahşap ve keten dokular; sessizce geçmişe selam verirken bugünün ritmini de yakalıyor.
Cüneyt Darı’nın mimari yaklaşımı, sadece biçimsel değil; yaşamsal. Milano’da deneyimlediği bir pizza hamurunun peşine düşüp Alanya’da bir taş değirmeni bulması, bu yaklaşımın en somut örneği.
Değirmenin sahibi zanaatkârın onun için özel olarak öğüttüğü üç farklı undan oluşan karışım ve Milano’dan getirilen maya ile Mercado’ya özgü bir hamur yaratılmış.

Bu hamur, sadece bir lezzet değil; bir yolculuk, bir arayış, bir bağ kurma biçimi. Mercado, kendini “Fusion Gastro Pub” olarak tanımlıyor.
Bu tanım, menüdeki her yemeğe yansıyor. Akdeniz’in tazeliğiyle Uzak Doğu’nun ferahlığı, Anadolu’nun köklü tatlarıyla Avrupa’nın rafineliği bir tabakta buluşuyor.

Denediğim her lezzet, bir hikâye anlatıyor. Bir tabakta taş değirmeninin sesi, diğerinde Milano’nun sokakları… Ama hepsinde ortak olan şey: özen. Mercado’da yemek, sadece beslenme değil; bir anlatı, bir temas, bir hafıza biçimi.

Dekorasyon ve ambiyans, bu anlatıyı tamamlıyor. Mekânın her köşesinde bir düşünce var.
Aydınlatmalar, masa düzeni, müzik seçimi… Hepsi bir bütünün parçası.
Mercado’da otururken, kendimi bir sahnenin içinde değil; bir hikâyenin içinde hissettim. Bu hikâye, sadece yemekle değil; mekânla, insanla, dijital dünyayla, zamanla ve sporla kurulan bir ilişkiydi.
Festivalin gala yemeği, Kleopatra Plajı üzerinde dairesel olarak kurulan uzun masalarda gerçekleşti. Rüzgârın taşıdığı iyot kokusu eşliğinde, Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen yemekler sunuldu.
Yörük kültürüne atıf yapan bu seçkide, Toroslar’ın keçi peynirinden Ege’nin zeytinyağına, Doğu’nun baharatından Karadeniz’in mısır ununa kadar pek çok tat vardı.

Her biri, bir bölgenin sesi gibiydi. Bu yemekler, sadece festivalin değil; Alanya’nın çok katmanlı kimliğinin de bir yansımasıydı.
Alanya, artık sadece bir turizm kenti değil. Dijital göçebeler için bir buluşma noktası, kültürel etkileşim için bir sahne, gastronomi için bir laboratuvar. Anjeliq Downtown ve Mercado, bu dönüşümün sessiz ama güçlü aktörleri.

Mekânın hafızası, taşın sesi, hamurun hikâyesi… Hepsi bir araya geldiğinde, Alanya’da sadece turizmle değil; onun anlamı ve farklı felsefelerle bir araya geldiğinde nasıl şekillendiğiyle yüzleşiyorsunuz.
UNUTMAMAMIZ GEREKEN GERÇEK
Yerel olan evrensel olabilir; yeter ki anlatı samimi olsun.





