“Ülkeme borcumu ödüyorum”

Cumhuriyet Söyleşileri

Atatürk’ün hayalini kurduğu özgün Türk resminin ustalarından biri Süleyman Saim Tekcan… Sırtını Atatürk’e yaslamış bir Cumhuriyet çocuğu… Trabzon’un bir köyünde Cami Hocası Temel Efendi’nin evladı olarak başlayan yaşam yolculuğunda bugün adını dünyaya duyurmuş bir sanatçı ve sanat eğitmeni olarak yoluna devam ediyor. “Ben 60 yıldır her hizmeti ülkeme borcumu ödemek için yaptım” diyor.

Atatürk’ün haksızlığa gelemeyen bir insan olduğunun altını çizen Tekcan, gerçekleştirdiği en önemli kazanımların; insanlara imkân eşitliği sağlanması, evrensel düşüncenin yükseltilmesi ve Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesi olduğunu söylüyor:

“Burada bir cami hocasının çocuğu olarak söylemek istiyorum; Atatürk’ün yaptığı en iyi işlerden bir tanesi Kuran-ı Kerim’i Türkçe’ye çevirmekti. Böyle olmasaydı, anlamadığımız ezberlenmiş bir metinle, inanmadıklarımızın karşılığını bulmamış şekilde Tanrı’yla olan bütünlüğümüzü sağlayamazdık. Tanrı’ya, insanların beyninde yaratılmış o büyük varlığa nasıl saygı duyulması gerektiği belki kültürümüzle ve düşünce boyutumuzla varabileceğimiz bir bilinç…

Bu sadece İslam’da değil, Hristiyanlık veya Musevilikte de böyle… “Adem’in Yaradılışı” eserinde bir beyin formu bulunur. Michelangelo orada der ki, insan düşünmeden Tanrı’ya yakınlaşamaz yani Tanrı’yı insan beyni yaratıyor, Tanrı da Adem’i yaratıyor. Burada bir mesaj vermek istiyor. Kültürü olmayan,  beyni yeterli biçimde düşünsel ve görsel algılamayla elde edilmiş bilgiyle donanmamış insanların, inançları eksik dini inançları da yetersiz oluyor. Bu, bir ülkenin geri kalmasının nedeni oluyor.”

Cumhuriyet Söyleşileri’nin yeni konuğu Süleyman Saim Tekcan…

Sizin için Cumhuriyet ne ifade eder?

Ben Trabzon’da doğdum. Bu güzel bir şey çünkü belli bir zaman sonra Akademi’de hocalık yaptığım bir dönemdi. Emin Barın gibi çok önemli bir hoca, beyaz bir kâğıt üzerinde bir tuğra yazarak bana getirdi. Tuğrada ne yazdığını sorduğumda, Süleyman Saim Tekcan yazdığını ve o tuğranın benim tuğram olduğunu söyledi.

Mahcup olduğumu söylediğimde ise “Bak Süleyman, seni tanıdığımdan bu yana yaptıklarını izliyorum. Benim için çok kıymetlisin. Trabzon’da iki önemli ‘Süleyman’ doğdu. Birisi Kanuni Sultan Süleyman birisi de Süleyman Saim Tekcan…” dedi. Tabii böyle onurlandırılmak çok önemli bir şey ama ben bir cami hocasının, Hoca Temel Efendi’nin oğlu olarak dünyaya geldim.

“Babam âlim ve Cumhuriyetçi bir cami hocasıydı”

Arapça ve Farsça bilen âlim bir cami hocasıydı. Trabzon’da herkesin danıştığı insanlardan biriydi. Biz dokuz kardeştik. Hepimizi okuttu. Dokuz kardeşin çoğu öğretmen oldu. Birçok kişi şimdi hayatta değil. Hayatta olan iki kız kardeşim ve ben toplam üç kardeş var. Ben de şu an 84 yaşındayım.

Babam bir cami hocasıydı ancak Atatürkçü ve Cumhuriyetçi bir hocaydı. Bunu özellikle belirtmek istiyorum. Babam Atatürk’ten birkaç yaş küçüktü ve Atatürk harf, dil inkılabını yaptığı dönemde, ona bir mektup yazmıştı. Mektupta “Sayın Cumhurbaşkanım, siz bu inkılabı yapmış olmakla bu ülkeyi cehaletten kurtardınız,” yazmıştı.

Siz nasıl bir eğitim aldınız?

Biz Cumhuriyet’in alfabesiyle büyüdük. Parasız okullara gittik ve parasız okullarda okuma şansı bulduk. O zaman herkes fakirdi. Babam rahmetli olduğu için annem liseyi okutmadı bana çünkü liseyi okusam üniversiteye gönderemeyecekti. Onun için ablam gibi öğretmen okuluna gitmemi istedi. Öğretmen olduğumda bir an evvel para kazanıp eve destek olabilecektim. Cumhuriyet çocuğu olarak bu hayır, diyemeyeceğim bir şeydi. Çok istiyordum, liseye ve üniversiteye gitmek ama imkânsızlıklar nedeniyle olamadı. Ancak pişmanlık duymadım.

“Cumhuriyet sayesinde üniversiteye gidebildim”

Öğretmen okulu çok iyi bir okuldu. Atatürk’ün kurduğu okullardı. Türkiye’de eğitime çok önem veriliyordu ve Türkiye’de Cumhuriyet’in iz bırakan öğretmenleri o dönemde yetişen öğretmenlerdi. Böylece öğretmen okuluna da gittim ama tekrar okumak istiyordum. Aileme yük olmayacak bir eğitimi nasıl sürdürebilirim diye düşünürken, yine Atatürk’ün kurduğu “Gazi Terbiye” karşıma çıktı. Sonra adı “Gazi Eğitim Enstitüsü” oldu. Şimdi de “Gazi Üniversitesi” ismini taşıyor.

Bu okul olmasaydı ben üniversite okuyamayacaktım çünkü okul yatılıydı. Onun ötesinde bütün masraflarımızı karşılıyordu. Ailemiz sadece yol paramızı verebiliyordu. Okulda yiyip içiyor, okulda yatıyorduk. Cebimize para bile vermişlerdi. İlk gittiğimde aldığım parayla birer takım elbise yaptırmıştım çünkü okula sınavlara giderken giydiğim elbise tornistan bir elbiseydi.

Tornistan nedir, şimdiki insanlar bilmezler. Öğretmen okulunda üç yıl giydiğim bir lacivert elbisem vardı. O zaman elbiselerin renkleri solardı. Omuzları bembeyaz olan lacivert elbiseyi, yenisini yaptıramayacağımız için terzide tornistan yaptırırdık. Annem, Terzi İsmail’e gönderirdi beni, Terzi İsmail elbiseyi, kumaşını içinden dışına çevirerek yenilerdi. Ben o elbise ile Gazi Terbiye’nin sınavlarına gitmiştim.

Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki zorluklar…

Cumhuriyet böyle bir dönemden geçti. Babam cami hocasıydı ama aynı zamanda müstantik muavini yani savcı başkâtibiydi. O dönemde okuma yazma bilen kişileri bazı görevlere getirirlerdi. Babam da okuma yazması olduğu için mahkemedeki konuşmaları zapta geçirirdi.

Sonrasında o özelliğinden ötürü ona avukatların çok az olduğu bir dönemde dava vekâletleri ruhsatnamesi verdiler. O ruhsatnameyle de avukatların olmadığı yerde avukatların olmadığı yerde onlara vekillik ediyordu. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde bu anlattıklarım, yaşanmış zorluklardır.

Biz tabii öğretmen okulu, arkasından Gazi Terbiye’yi bitirip öğretmen oldum. Çocukluğumuz zor geçti, iki evimiz vardı. Şehre yakın olan benim doğduğum Erdoğdu isimli mahallede de yazları geçiriyorduk. Orada bahçemiz vardı; domates, patlıcan yetiştirirdik. Bahçemizde incir ve dut ağaçları vardı. Kendimizi doyurabilecek bir bahçemiz vardı. İki odalı evimizin salonu yoktu.

Bir odasında annem ve babam kalırlardı. Bir odasında da kardeşler yer yatağında yatardık ama o yaşların hâlâ tadı damağımdadır. Bizim bulunduğumuz odanın yarısı toprak yarısı ahşaptan set yapılmıştı. Yataklarımızı o setin üstüne sererdik.

Tipik bir Trabzon köy evi?

Tabii… Akşam yatakları açar, sabah toplar yük yapardık. Yıllar sonra orayı sattık ve alan kişi benim odamı ahır yaptı. Bir gün kızlarımla doğduğum yeri ziyarete gittik. Bahçede gezerken küçük kızım ablasına seslendi: “Abla gel bak, babamın odasını ahır yapmışlar!” dedi.

Böyle bir yaşamın içinde büyüdük biz ama çok mutlu yaşadık. Bahçedeki ağaçlara çıkar, karnımızı doyurmak için ekmeğimizi elimize alır, şarkı türkü söyleyerek dut yiyerek, incir yiyerek karnımızı doyururduk. Bunları hiç unutamıyorum. Atatürk Türkiyesi böyle bir yerden bugünlere geldi.

“Atatürk’ün büyüklüğünü ve Cumhuriyet’i anlatmak çok kolay değil

Cumhuriyet, dünyada hiçbir devlete nasip olmayan bir dâhiyi bizim başımıza getirdi. Atatürk, Nutku’yla, insanlara verdiği değerle, hiçbir zaman insanları küçümsemeden aksine büyüttüğü söylevlerle, gerçek bir dâhiydi. Dünyanın birçok farklı ülkesindeki dâhiler bile Atatürk’ün bir dahi olduğunu söylerler.

Bizim için de o erişilmez bir büyüktü. Nutku’nu bir defa düşünün, orada gençlere yaptığı hitabede onun ne büyük insan olduğunu görmemek mümkün değil. Eğer gençlerimiz o hitabeyi ezberlerse bu ülkenin geleceği Atatürk’ün çizgisinde devam eder diye düşünüyorum.

Atatürk’ün çizdiği yolu, günümüz dünyasına uyumlu biçimde takip etmek de ne kadar başarılıyız?

Eğer eğitim sekteye uğratılmasaydı ve Atatürk’ün çizdiği istikamette Köy Enstitüleri, okullar, ilkokul, ortaokul, üniversiteler… Ki biliyorsun, yurt dışından hoca getirterek üniversiteleri başlangıçta güçlendirdi. Sonra çok fazla insanın yurtdışında eğitim alarak Türkiye’ye dönmelerine yardımcı oldu.

Türkiye için muhteşem bir şey gerçekleştirdi. Eğer bu değişmeseydi çok iyi olurdu ama en önemli şeyi burada bir cami hocasının çocuğu olarak söylemek istiyorum; Atatürk’ün yaptığı en iyi işlerden bir tanesi Kuran-ı Kerim’i Türkçe’ye çevirmekti. Böyle olmasaydı, anlamadığımız ezberlenmiş bir metinle, inanmadıklarımızın karşılığını bulmamış şekilde Tanrı’yla olan bütünlüğümüzü sağlayamazdık.

Tanrı’ya, insanların beyninde yaratılmış o büyük varlığa nasıl saygı duyulması gerektiği belki kültürümüzle ve düşünce boyutumuzla varabileceğimiz bir bilinç… Bu sadece İslam’da değil, Hristiyanlık veya Musevilikte de bu böyle…

Nasıl?

Ortaçağ Skolastik Döneminde Avrupa üçe bölündü; Ortodokslar, Katolikler, Protestanlar diye. Birbirleriyle savaştılar. Aynı dine mensup insanların bu farklılıkları nereden geliyor diye düşündüğünüzde, din istismarı ile yaşanan Skolastik Dönemi görürsünüz ama o zamanın sanatçıları ve düşünürleri dini başka türlü değerlendiriyorlardı.

Michelangelo’nun mesajı…

Michelangelo’dan Sistina Şapeli’nin tavanı süslemesini istedikleri zaman yaptığı resim çok önemlidir. Orada “Adem’in Yaradılışı” tablosu var. Bir tarafta Adem çıplak vaziyette bir tarafta Tanrı giyinik biçimde resmedilmiş ama Tanrı da insan… Tanrı’nın arkasında melekler ve çocuklar var. Orada bir form var; beyin! Michelangelo diyor ki, insan düşünmeden Tanrı’ya yakınlaşamaz.

Yani Tanrı’yı insan beyni yaratıyor, Tanrı da Adem’i yaratıyor. Burada bir mesaj vermek istiyor. Kültürü olmayan,  beyni yeterli biçimde düşünsel ve görsel algılamayla elde edilmiş bilgiyle donanmamış insanların, inançları eksik dini inançları da yetersiz oluyor. Bu, bir ülkenin geri kalmasının nedeni oluyor.

“Düşüncenin hapsedildiği bir dönem”

Bugün dünyada buna benzer çok ülke var ama Atatürk’ün kurduğu Türkiye’de bugün, din sınırları içine hapsedilmiş, düşünmeyen, benim gibi Cumhuriyet değerleri ile yetişmiş insanların kabul edemeyeceği, tarikatlar gibi oluşumların arttığı, eğitimin olmadığı, düşüncenin hapsedildiği ve yeterli olmadığı bir dönem yaşıyoruz.

Bu dönem gittikçe büyüyorsa o zaman Cumhuriyet ve Atatürk ilkeleri yok olacak diye düşünüyorum. Her şeye rağmen bugüne kadar cehalet, Cumhuriyet’i ve Atatürk düşüncelerini yenemediler. Ben bu okuduğum yıllar içinde 60 yıl sanat eğitimcisi olarak çalıştım. Bu 60 yıl içinde her yaptığım hizmeti, ona ve ülkeme olan borcumu ödemek için yaptım.

“Bir borç ödüyorum”

İmkânsızlıklar içinde oldum. Kurduğum atölyede birçok sanatçıyı çalıştırmam, onların çalışma isteklerinden, üretimlerinden meydana gelen grafik çalışmalarının, bugün 30 bin adet eserin yer aldığı bir atölyede onlarla birlikte hep Cumhuriyet’i, sanatı ve yaratıcılığı düşündük. Bu işler o kadar çoğaldı ki sanatçılarımız bazı işlerini atölyemize bıraktılar ve o atölye bugün İMOGA’yı kurdu.

Bu müzeyi bu ülkeye bir borç olduğu için yaptım. Bir borç ödüyorum. Parasız girip gezilen bir müze olarak hizmet vermeye devam ediyorum. Ayrıca Türkiye’nin önemli ressamları ve benim ağabeyim olan Akademi’nin önemli hocaları gelip benimle çalıştılar.

Bugün çoğu hayatta değil. Müze’nin girişinde gördüğünüz gibi, bu insanların portrelerinden oluşan bir duvar oluşturdum. En üstte de Atatürk’ün portresi bulunuyor ve “Ölümsüzler” adıyla onları sergiliyorum. İnsanlar bu dünyadan geçiyorlar fakat göçmek önemi değil, eser bırakıyorlarsa ölmüyorlar. Eserleriyle yaşıyorlar.

Cumhuriyet ile Türkiye’de sizce hem kültür hem de sanat açısından nasıl kazanımları oldu?     

Cumhuriyet öncesinde imparatorluktan gelen bir millet var. Atatürk tarih kitaplarını yazdırdığı zaman Osmanlı’yı, kötülemedi. Osmanlı’nın bütün dönemlerini kuruluşundan son dönemine kadar düşüncenin, fikrin ve gerçeğin olduğu bir içerikle tarih kitaplarına geçirdi. O güne kadar dünyadaki birçok devletler, krallıklar, imparatorluklar gibi otoriter idarelerle yönetildi. Fransa İhtilali başka bir boyuttur, Avrupa’daki birçok devrim başka boyutlardır.

Özgür düşüncenin olduğu, insanların düşüncelerini özgürce söyledikleri bir dönemler zincirinden sonra dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak, laiklik dediğimiz, insanların din düşüncesinin içine hapsedilmeden yaşamlarını sürdürmesi, kadın ve erkek eşitliklerinin olması, bütün bunların Cumhuriyet’le beraber Türkiye’ye kazandırılması, birçok ülkeye örnek olacak boyutta hem eğitime hem yaşama yansıdı.

Türkiye bu şekilde başka ülkelerin örnek aldığı bir ülke olma şansını yakaladı.

“Düşünceyi öne alırsak Türkiye kurtulur”

Zamanla bazı şeyler bozuldu ama hâlâ Türkiye’de kadın ve erkek olarak hür düşünceli insan sayısı ciddi sayıda mevcut. Ekonomi bazen dengeleri bozmuş olabilir. Bir de zaman içerisinde kontrol edilemeyen dini değerlere bağlı insan kitlelerinin çok farklı boyutta çoğaltıldığı ve belki Türkiye Cumhuriyeti’nin çok farklı bir boyuta taşınması için çalışmalar yapan kesimler de var. Biz eğer okumayı, eğitimi ve düşünmeyi öne alır da daha iyi bir biçimde yönetebilirsek Türkiye kurtulur yoksa Ortadoğu bataklığı içerisinde biz de yok oluruz.

Az önce Michelangelo’dan örnek verdiniz, sanırım din aslında daha derin bir bilinç gerektiriyor?

Aynen öyle… Tanrı bütün dilleri bilen bir varlık… Bugüne kadar binlerce peygamber gelmiş ve farklı farklı dillerde kitaplar veya Kuran indirilmiş. O yüzden Atatürk’ün Kuranı Kerim’i Türkçe’ye çevirmiş olması yadırganıyorsa bu dinle ilgili değildir. Ayrıca resmin ve heykelin hiçbir dinde yasak olmadığını biliyoruz. Dünyaya bu kadar çok devlet geldi ve gitti. Her devlet bıraktığı eserlerle hatırlanıyor.

Eser bırakmayan hiçbir devlet, tarihte yok. Anadolu toprakları dünyada hiçbir ülkenin sahip olmadığı kadar derin ve katman katman kültüre sahiptir. Bu ülkenin kıymetini bilmemiz lazım. Türkçemizin kıymetini bilmemiz ve Türkçe ile bu değerlerin ifade edilerek, insanlarımızın eğitilmesi lazım, diye düşünüyorum.

Cumhuriyet, Türk resmi için nasıl bir kapı açtı?                 

Atatürk büyün büyüklüğüyle çok önemli bir şey yaptı; resim ve heykel sergileri, yarışmaları düzenleyerek, müzeler kurarak bu ülkeye resim ve heykel alanında eser üreten insanlar kazandırdı. Akademi’nin kuruluşunda da çok büyük destek oldu.

Sanatçıların eserleri devlet tarafından satın alındı ve Atatürk o eserleri müzelere koydu. Yurtdışından resim ve heykel alanını güçlendirecek hocalar getirtti. Böylece sanatta sadece Türkiye’deki yönetimlerle değil dünyada hiçbir devletle kıyaslanamayacak biçimde bir eğitim seferberliği başlattı.

“Sanat eğitimi Cumhuriyet ile başladı”

Sanat ile zanaat çok karışıyor ancak sanat hür düşünceyle, sanatçının kendi düşünceleriyle yarattığı başkasına benzemeyen eser demektir. Kendimi tanıtırken, “Ben bir sanatçıyım, bir düşünce adamıyım, bir sanat eğitimcisiyim,” diyorum.

Onun için Atatürk’ün bu ülkeye yaptığı hizmetler; hem idari hem yönetim hem adalet ve hukuk eğitimi alanında kazandırdıkları çok önemli… Felsefe ve düşüncenin, bütün dallarda evrensel düzeyde ele alınmasını sağladığı için biz farklı bir boyutta dünyaya bakmaya başlayabildik.

Karşımda Trabzon’un köyünden çıkıp adını dünyaya duyurmuş bir sanatçı var. Günümüzde ise gerek ekonomik gerekçeler gerek fırsat eşitliği olmaması gibi nedenlerle insanlar böyle bir hayat başarısının hayalini kuramıyor ya da daha acısı kurmuyor çünkü inançları yok. Oysaki Cumhuriyet daha 100 yaşında… Sizce bu iş yüz yılda nasıl bu şekilde evrildi?

Zenginlik nedir, diye bana sorarsanız ben buna “Zenginlik kültürle var olan bir durumdur” derim. Çok parası olan, bankada serveti olan çok insan var ama bana göre fakirler… Çok parası olmayan yani bizler gibi mütevazı bir yaşam içinde dünya kültürünü ve Anadolu kültürlerini, hazmetmiş insanlar daha zengin diye düşünüyorum. Zenginlik düşünce ile olan bir şey…

Yaşam biçimi, kültür olmazsa kaliteli olamıyor. Onun için eğitim çok önemli. Zenginlik para değil, eğitimle ilgili bir şeydir. Hâlâ iyi okullarımız var. Değiştirilemez de… Atatürk çizgisini bırakmazsak bu ülke dünyada yine önemli bir noktaya gelme şansına sahip.

“Atatürk haksızlığı kabul eden bir adam değildi”

Atatürk’ün yaptığı çok önemli işlerden biri, kılık kıyafet konusundaki yenilikleri ve kadın erkek eşitliğini sağlamasıdır. Bu da düşüncenin yüceltilmesiyle ortaya çıkan laiklik ve adalet dediğimiz değerler var. İnsanları eşit kılmak için düşüncenin yüksek boyuta çıkarılması, çok az ülkede görebileceğiniz bir şeydir. Atatürk haksızlığı kabul eden bir adam değildi.

Tersine despot iradelerde, düşünce sadece o yöneten sınıflar tarafından hangi sınıf ne kadar eğitilecek, hangi sınıf nerede ne kadar yer alacak kararıyla yer alıyordu. Bunun için Atatürk, tüm insanların eşit imkânlarla yaşayabilmesi için eğitimi ve düşünce dağılımını sağlayan kişi olarak var. Cumhuriyet, budur.

Peki, Türk resmi denildiğinde ne anlamalıyız?

Nurullah Berk, Akademi’nin önemli hocalarından biri ve aynı zamanda Galatasaray Lisesi mezunu, Fransızcası çok iyi ve bizim atölyemizde çalışan önemli bir sanatçı… Atölyemizdeki sanat tartışmalarımızda anlattığı bir anısı vardı. Cumhuriyet’in aydın insanlarından biri olduğu için onu Paris’te bir Türk sergisi yapmak üzere gönderiyorlar.

Türk ressamların eserlerini alıyor, Paris’te çok önemli bir Türk resim sergisi açıyor. Cumhuriyet’in önemli organizasyonlarından birini gerçekleştiriyor. Birçok Fransız ve Türk’ün olduğu kalabalığın içerisinde “sergi komiseri” olarak bulunuyor.

Bir Fransız sanat eleştirmeni, kendisine ulaşıyor ve diyor ki “Türk resim sergisi nerede açıldı?” diye soruyor. Berk, eleştirmene duvarları gösteriyor, “İşte buradaki resimler…” diye. Eleştirmen bu sefer, “Bu duvardaki eserlerin bir kısmı ekspresyonist bir kısmı empresyonist bir kısmı kübist… Bu akımlarda eser vermiş sanatçılarınkine benziyor ama Türk resmi nerede?”

“Yaşadığımız toprağın taşıdığı kültürleri unutmadan…”

İşte Atatürk’ün yapmaya çalıştığı bu topraklar üzerinde yetişmiş bir düşüncenin kendine ait özgün çalışmalarıyla Türk sanatçısının yetişmesiydi. Çünkü yurtdışına gönderdiği sanatçılar gittikleri atölyelerdeki resimlere yakın resimler yapıyorlar. Atatürk’ün büyüklüğünün anlatılması için bu çok önemli bir örnektir.

Türkiye’nin her yerine sanatçıları yolluyor ve bu bölgelerde resim çalışmalarını yapmalarını istiyor. Böylece o peyzaj çizen ressamlar çok ciddi biçimde Anadolu resimleri yapıyorlar. Bu bitmiyor, Ankara’da Anadolu Uygarlıkları Müzesi’ni kuruyor ve o müze bizim kültürümüzü besleyecek yer haline geliyor.

Sizin çalışmalarınızda bu anlayışı net biçimde görüyoruz…

Ben Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne ilk gittiğimde şaşırmıştım ve o medeniyet beni çok etkilemişti. O medeniyetler benim resimlerime yansıdı. Yaşadığımız toprağın kültürlerini unutmadan çağdaşlığa nasıl varılacağını iyi düşünmek gerekir.

Sadece 1071’den bugüne değil, binlerce yıl geriden başlayarak bugüne gelen tarihi anlamak gerekiyor, sanırım?

Tabii, Atatürk’ün Türkçülüğü, Atatürk’ün Cumhuriyetçiliği, laik Cumhuriyet’in ne olduğunu, seçme ve seçilme hakkını, insanların eşitliği, düşüncenin eğitilmesine bağlı olan bir şeydir. İnsan ancak böyle var olur. Bu topraklarda ne kadar uygarlık yaşandıysa hepsini bizim bilmek zorunluluğumuz var. Bizim genlerimizde, düşüncelerimizde birbirini iten insan yapıları yok.

Burada kaynaştığımız tüm insanlara ve bu ülkede yaşayan vatandaşlarımıza biz Türk diyoruz. Kökenimiz ne olursa olsun… Mesela benim babaannem Çerkes ancak ben bu topraklarda yaşıyorum ve Türk’üm. Atatürk bunu başaran kişidir. Yani bölmeyeceğiz, birleştireceğiz.

Dilek Karagöz

         

 

 

 

Paylaş

Son Yazılanlar

Dijital içeriklerin gastronomiye etkisi

Gastronomi, bir yandan kadim geleneklere ve yerel tatlara dayanırken diğer yandan sürekli yeniliklerle şekillenen dinamik bir alan. Bu hızlı değişimin önemli bir ayağını, hiç şüphesiz

Gastronomide geleceği şekillendirmek

Turizm, gastronomi ve ağırlama sektörleri, hem ekonomik hem de toplumsal açıdan dünyada çok önemli bir yer tutuyor. Bu alanlar, hem yerel kültürlerin korunmasını hem de

Bu resimlerde herkesin duygusu saklı

Bilinçdışı renklerle konuşuyor. “Bazı organik meseleler” Ressam, oyuncu ve iç mimar Melis Babadağ, “bazı organik meseleler” isimli ilk kişisel resim sergisini The Art Capsule Gallery’de

Edebiyat ve popüler kültür

Popüler kültüre hapsolmuş en popüler davranışlardan biri nedir diye sorsanız, hiç düşünmeden popüler kültüre küfretmektir, derim. Sondaki lafı başta söyledim ama mevzunun özeti bu sevgili

Tarihin en eski rehberi olan genetik

Son dönemde ne kadar çok duyar olduk değil mi ? DNA artık kulağımıza eskisi kadar uzak gelmese gerek. Sahi uzak mıydı ki, bizler genetik parçacıklar