Yıllar önce, okumanın yüceltildiği zamanlar
Yıllar önceydi. Eve her gün gelen bi gazete vardı. Okumanın yüceltildiği zamanlardı. Okuyanın da kıymetli olduğu ve saygı gördüğü… Bunu hissederek büyüyen bir çocuk için, babasının o bi gazete ile eve girişi, her gün büyük bir heyecandı; hâlâ öyle…
Çocuk büyüdükçe ve okudukça, gazete okuyana gösterilen saygının kaynağını da keşfetti. O bi gazeteyle her gün eve bi dünya dolusu adamın fikirleri doluyordu. Televizyonda dinlenen haberlerin ötesinde bir düşünce zenginliğiydi o adamları okumak. Bugün dönüp bakınca her birinin ayrı bir dil ustası ve sanatçı olduğu, ne yazdıklarının yanı sıra nasıl yazdıkları mesele olan, okuyanı lezzetiyle kendinden geçiren bir zeka ve anlatım gücü olan yazarlar vardı aralarında. Bazen sadece o adamlar için gazete alınırdı. “Acaba bugün ne yazmış?” diye heyecanla önce o adamların köşesinden okumaya başlanırdı bütün bir gazete. Kupürler özenle kesilip saklanırdı. Her gün üzerine belki de ansiklopediler yazılacak ülke veya insanlık meseleleri hakkında kısacık bir sütunda, nokta atışı tanımlamalar ve bazen de çözüm önerileri ile Türkçe’nin deyimlerini, bazen de azizliğini kıvrak ve esprili bir zekayla kullanarak anlatırlardı.
Küçük çocuk da okurdu ve anlardı. Bu sayede boyundan büyük meseleler üzerine düşünmeye başlamıştı.
Bir de herkesin favori bir yazarı vardı elbette. Örneğin o gazeteyi her gün eve getiren babasının favori yazarı geçen yıl vefat etti. Sanki bir devir kapanmıştı onunla birlikte. Bir gazetede makale yazarlığı yapabilmenin; yazdığı konu üzerine düşünce ve bilgi zenginliğine sahip olmayı gerektirdiği gibi yalın cümlelerle önemli laflar edebilecek bir dil ustası ve sanatkâr olmayı gerektirdiği bir dönemin simgesiydi.
Babasının olduğu gibi kızının da favori bir yazarı vardı elbette.
Gazete okumaya başlayalı hayli zaman olmuştu ve artık bir lise öğrencisiydi. “Zamanın ruhu”na uygun bir gazete tercihi olduğu gibi bir de “köşe yazarı” vardı. Onun popüler yazarı, “Körler çarşısında ayna satmak için buradayım” diyen doksanların ruhuyla milenyumu harmanlayan bir dil ustasıydı. Bazen gülümseyerek hatta kahkaha atarak okurdu onu bazen isyan ettiği olay ve konulara hak vererek.
Yazarıyla ters düştüğü zamanlar da yok değildi. Ancak üslubuna, anlatımının zenginliğine saygısı büyüktü.
Lise öğrencisi ve gazeteci olma, yazı yazma hayalleri kuran kızın körler çarşısında ayna satmaya çıkan yazarı bugün kör kuyularda…
Ama demokrasi vardı
Derken, büyük bir şaşaa ve gümbürtüyle, yüksek beklentilerle karşılanan milenyumda, ne ve nasıl yazıldığından çok bir köşe sahibi olmak önemli oldu. Bi köşe kapmacadır başladı. Ülkede ve dünyada olup bitenler, insanı ve hayatı ilgilendirenler, köşe yazarların meselesi olmaktan çıktı. Asıl mesele “köşe yazarı” olmak oldu. Ömrünü okumaya yazmaya adamış, yıllarını fikir işçiliği için vermiş adamların yanında bu iş için ne verdikleri belli olmayanlar “köşe” yazmaya başlamıştı. Ama demokrasi vardı. Herkese yer açmak gerekirdi. Allah’tan çocukluktan bu yana okunan adamlar yazmaya devam ediyordu da, gazete almak hâlâ keyifliydi. Ne de olsa iyi yazan her dönemde iyi yazardı ve var olurdu.
Zamanla üslubun ve nasıl yazıldığının önemi azalmaya başladı.
Tabi insanlar da dil zenginliğine sahip ve dili kullanma ustalığı gösterebilen birini okumanın nasıl bir keyif olduğunu unutmaya başlamıştı. Ancak yine bir dil ustasının söylediği gibi “enseyi karartmamak” gerekiyordu. Okuyarak besleneceği yeni ustalar azalsa da eskinin (aslında eskimeyecek olan) üslubunu koruyarak, yeninin ne söylediğine dikkat kesilip kulak vererek yazanlar, mecra ne olursa olsun ve ne kadar çokluk olursa olsun var olacaktı.
Şimdi artık milenyum çağının ötesindeyiz.
O küçük kız yazıyla uğraşmaya başladığı dönemin ikinci on yılında. Bu kısacık zamanda gazeteler online olduğu gibi artık “köşe” sahibi olmak da eskisi gibi rağbet görmüyor. Zira herkes sosyal medya profillerinde birer yazar! Ve kendini anlatma peşinde… Var olmaya çalışırken yok olan o kadar çok ki… Şekil ve görüntü sahipleri ise üslup sahibi olanı popülerlik tahtından edeli epey zaman oldu.
Peki mecra değişti de iyi kayıp mı oldu? Yok mu okunacak gazete?
Olmaz mı efendim, “Bi’nevi Gazete” işte!
Yolu açık olsun…