Eve vardım, öyle yorgunum ki çoraplarımın içine kıvrılıp uyuyasım geldi. Birinci tekil, ortadan çekil şahıs olarak evin bir köşesinde, yenilgilerin, yanılgıların ağırlığınca üstüme kaldığı günlerden insaf dilenmek istiyorum. Her biri topu topu bir sabahtan bir yatıya, sadece aynı kapıdan güzel güzel uğurlandığım günlerin hatırına gönüllü olarak çıkıp, akşam vakti bir çalı süpürgesinin süpürüp bıraktığı yerde aynı kapıya yaslanmak.
Dönüş, yuvarlanış, terkedilme hissi. İçindeki seslere kulak kabartma, yaban evrenin gözüne, kulağına, burnuna yapıştırdıklarını gücün yeterse temizleme zamanı. Öyle zamanlar sırasız, apansız gelir; gece bir hiçe bindirip, en bildiğin kapılardan uzak tutar seni.
Uyumaya çalışıyorum;
Mehmet’in gözyaşları, sitemi, yalvarışı, ümitsiz bakışı geliyor gözlerimin önüne. Mehmet bakımevinde kalıyor, yaşıyor demeyi çok isterdim. Ama sadece kalıyor. Herkes bilir, bırakılınca kalırsınız öyle. Ziyaretimiz kısa, herkesin zamanı değerli. Tekerlekli sandalyeyi inceden titreten ellerin sabırsızlığını fark etmemek olası değil.
Mehmet, yavrusunu güzel bulan kuzgunun bir eşi aslında. Annesi her zaman yanı başında, biricik tansığı yaşamının. Altı çocuğun en küçüğü. Evvelinden bu yana hayata akıl erdiremeyenlerden. Şiir, şarkı, mani ezberleyemeyenlerden. Çıkışta evinin yolunu bulamayacağı için okula gidemeyenlerden. Kimsenin ‘akıllı oğlu’ olamayanlardan. Oyunlara alınmayanlardan, olsa olsa bir oyunda ebe olup, kimseyi bulamayanlardan.
Çay ister ha bire Mehmet
Çayı bitince gezmek ister arabayla. Köyünün her sokağına kendi varlığını duyurmak, göstermek ister. Kimsenin onu tanımakta bahanesi olsun istemez. Bu dünyada kimlerle olduğuna merak salıp, heyecanla tanışmak ister gibidir.
Koca koca açılmış gözlerine, alabilecek her şeyi sığdırmak ister. Tekerek tükerek dişleri, birazcık büyücek ağzında kocaman gülüşleri ile saklanacak yer bulamaz. Perde perde yükselip alçalan sesinde, uyuduğu ninnilerin tınıları dolaşır.
Kardeşleri gider evden tek tek, yeni evler kurarlar, sundurmalarına kırlangıçlar komşu gelir. Yaz tatillerinde yeğenleri doluşur bahçeye, dama, avluya. Hepsi ile iyi geçinir. Aynı sofraya oturulunca, ortadan yenen kaplarda kaşığı ile yalnızlaşır Mehmet. Gülümsemesini, iyimserliğini aklındaki eksikliğe yorarlar. Mehmet, ne derdi var bunların yüzleri gülmez, gözlerine yerleşmiş hüzün hiç azalmaz diye geçirir içinden.
Annesi felç oldu bir sabah
Babanın lafı geçmediyse öldü bilin onu. Altı çocuğun annesi felç oldu bir gün. Sol tarafı, eli ayağı, dili, leğeni, mutfağı, sofrası, ocağı. Altı çocuktan beşi gelgeç, biri güleç. Anasının bir tarafına inme uğrasa da, aklı başında eskisi gibi, sağlam tarafı çoktan işlere karılmış. Soğan, patates, tava, tencere Mehmet’ten sorulur. Küçük tüpün başındaki annesine ne isterse getirir, iki kişilik koşturur, iki kişilik gülümser.
Yardımla yürüyebilir durumda Fatma Ana; yatağa, banyoya gidiş gelişinde oğlundan başkasına gereksinimi yok. Aslında çok dua etmişti, ‘’ Allah’ım bu maksumun canını benden önce al’ diye. Biliyor Ana, bilmez mi hiç, başkasına muhtaç kalırsa biri, neler gelir başa. Ölmesini yeğlemiş demek, yükünce evlat acısını hiçe saymış. İnsan merhametten bu kadar umut keser mi? Kararmış insan yüreğinin bir köşesinden ışık sızsa görürdü; onca yaşamış Fatma Ana.
Bu sefer öte tarafına inme vurdu ananın
Eli ayağı hepten işten güçten kaldı. Yine de umudunu eksik etmedi Mehmet. Dört döndü çevresinde, düzeltti gövdesini, dik tuttu, destekledi sağını solunu, taradı saçını, yıkadı yüzünü. Yaşlanmıştı diğer çocuklar, ağrıyan dizleri ile merdiven çıkamadılar, sızlayan omuzları ve kireçlenmiş boyunlarını çaresiz öne eğdiler. Ruhları da oralarda bir yerlerdeydi. Kapıların sesi, ocağın kokusu değişti.
Kuşlar için bulgur, makarna serpiştirdikleri dam, yüzyıllık cevizin gölgesiyle bomboş kaldı. Kuşların gözü hep onlardaydı ama sesleri daha az uğrar oldu. Komşular her gün sordular, bir ihtiyaca koşup geldiler, yoğurdu, çorbayı eksik etmediler. Ananın ömür ateşinden iki kor göz kalmıştı. Geceler boyu yandı durdu, söyleyeceğini söyledi, tutturdu zaptını o gözler. Hayallerini teslim ettiği yeri hiç belli etmedi.
Toplayıp gittiler denizlerini,
Kumsalda çırpınan balıklar gibiyiz şimdi..
Mehmet bakımevinde. Bir ay önce felç geçirdi, yardımsız yürüyemiyor, Onu anlıyorum; onsuz bunsuz, bakımsız değil, annesiz kalmak halen derdi. Bunu anlatmak için ağlayıp, sızlanıyor. Mehmet yaşıtım sayılır, altmışına az kaldı. Kalkar, düşerim, halen yaşamak, yürümekse derdim, dayanmak için bir Mehmet’i bilirim.
Safa Özkızıltan