Sorumlu ve aktif vatandaş mı?

Sorumlu ve aktif vatandaş olmak mı sosyal medyada ‘boş küme’ olmak mı?

‘Coğrafya kaderdir’ cümlesini, bu tadı tuzu kaçmış sakızı çiğnemek bir seçenektir tabii… Kendini dev aynasında görüp, bu coğrafyanın kendisine birkaç gömlek dar geldiğini düşünmek, ilk fırsatta yurtdışına gideceğini beyan etmek, lanet etmek, küfretmek ya da ezberlenmiş birkaç alıntıyı ortaya bırakmak da öyle…

Herkesin cahil, kendisinin allame-i cihan olduğunu tekrarlayıp duran paylaşımlar yapmak da bir seçenek olabilir. Veyahut sürekli ağlanmak, ağıt yakmak… Hiçbiri uymadıysa, ‘ruh çağırma seansı’ da var seçenekler arasında: “Mavi gözlüm, sarı saçlım neredesin!”… Hepsi bu ‘aptallık çağı’nda çağın ruhundan bir demet… Seç beğen al, hepsi sistemin tereyağından kıl çeker gibi, manipülasyonlarla, illüzyonlarla, halüsinasyonlarla toplumun farklı farklı kesimlerini yönlendirme metotlarından sadece bir kaçı.

 

Herkese cahil derler de ana dillerini bilmezler

Sosyal medyanın insanlığa en büyük kötülüğü, sosyal ve siyasi mücadeleyi alanlardan klavye başına çekmesi oldu. Bu aynı zamanda kültürel gelişimden zihinsel gelişime kadar insana özel etkinliklerinin de gerilemesinin nedeni. Sonuçta içinizi döküyor, istediğiniz gibi saçmalıyor, sizin gibilerden bir beğeni alıyor ve yeniden aynı kısırdöngüyle hayatınızı devam ettiriyorsunuz.

Neredeyse devletin kolluk gücüne bile gereksinimi kalmıyor, zira sanal ortamda, yankı odalarında muhalefet ettiğini sanan ve gerçeklikte hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan bir şey çıkıyor ortaya… Renkli devrimlerin devrim değil de karnaval olmasının sebebi de, işte bu sosyal medya panayırında renkli bir tezgahtan öteye geçememesi.

Böyle olunca, iki kişiden birinin şair, ötekinin entelektüel olabildiği ‘Dr. Moro’nun Adası’ benzeri bir garabet çıkıyor ortaya… Mesela, hemen herkesi cahillikle suçlayan paylaşımları yapanların paylaşımlarında, Türkçe dilbilgisi katliamı yaşanıyor. Veyahut alıntı çekenler, kopyala yapıştırla Camus’den, Schopenhauer’den ve illaki de Nietzsche’den uyduruk aforizmalar paylaşıyor. Bu aralar Baruch Spinoza da çok moda ha! Bir gün ‘Çiğköfte yaparken iki ölçü bulgura bir ölçü et… Spinoza’ benzeri bir paylaşım görürseniz, şaşırmayın, buna da inanan çıkacaktır!

 PAZARDA UCUZ PIRASA MI ULUSAL EGEMENLİK Mİ?

“Neden kitlesel bir başkaldırı olmuyor ya da neden muhalefet meydanlara inemiyor?” sorusunun yanıtı, tabii ki salt sosyal medyanın olumsuz etkileriyle açıklanamaz. Hayatta hiçbir şey tek bir nedenle analiz edilemez. Bu çağın ruhunun başka bir olgusu, 1990’ların sonunda başlayan ‘atomize birey’ olma hali bunun bir yanı, diğer yanı ise yarım akıllı aydınlar tarafından pompalanan ‘siyaset kakadır’ önermesi…

Bunun sonuçlarını her alanda görmek mümkün. Söz gelimi, deprem sonrası organize olan insanlarla yapılan bir toplantıda, beklenen Büyük İstanbul Depremi’ne karşı kent hakkımızı kullanıp, örgütlenelim dendiğinde, aldığınız cevap “Biz siyaset yapmak istemiyoruz!” olabiliyor. Bunu söyleyenler gayet iyi eğitimli, beyaz yaka ve kentli insanlar, çoğu da genç… Onlar için kendilerini iyiliksever hissetmeleri yeterli, temel sorunu çözmeye yönelik faaliyet ise siyasi ve kaka!

Bu işin bir yanı, bir de küçülmuş, içine kapanık hayatları korumak ve otoriteden iliklerine kadar korkmak gibi bir hal var ki, bu en fenası. Söz gelimi, her sokağa çıktığımda, ‘ultra Atatürkçü, laik, cumhuriyetçi’ olduğunu belirten kişilere, bundan birkaç yıl önce 19 Mayıs kutlamaları bir sebeple yasaklandığında, “Gelin kardeşim, biz yine de Beşiktaş Meydanı’nda kutlayalım” dediğimde, çok ilginç cevaplar vermişlerdi.

Birisinin bel ağrısı tutuverdi, bir diğerinin bir akrabası anında yoğun bakımlık oldu, ama en çok aklımda kalan şu cümleydi, “Pazarda pırasa çok ucuzmuş, ben pazara gideyim”. Bunu diyen cumhuriyet için canını vereceğini söyleyen biriydi!
Aynı kişiler, bugün de sandık görevlisi ve müşahit olmak gerektiğini söyleyip, o gün evinde kuruyemiş ve rakıyla seçim sonuçlarını izleyecek ve ahlanıp vahlanacak. Partileri beceriksizlikle, milleti de cahillikle suçlayacak.

ALINTI YİYİP ALINTI PİSLEYENLER

Aynı davranışsal özelliklere sahip, ama bunlardan çok daha sinir bozucu bir kesim var. Analitik zekası pek olmayıp, elalemin cümleleriyle ahkam kesenler! Okumadıkları kitaplardan, fikirleri hakkındaki zerre fikirleri bulunmadığı düşünürlerden alıntı çekenler. Biraz zahmet edeni internetten bir alıntı kopyalıyor, çoğu ise ilk paylaşımı kopyalayıp tekrar paylaşıyor.

Genelde o alıntı o düşünüre ait değil, ama işte bu komedi silsilesi gelişip büyüyor. Rakıyı laiklik, şiir yazmayı devrimcilik sayan bir grup orta yaş üstü kuşak, bu sapkınlıkta bir numara… Şiir yazanlar genelde Cemal Süreya, Edip Cansever paylaşımı yapmaktan fırsat kalırsa, Nazım Hikmet, Marx, Lenin, Troçki’den alıntılar yumurtluyor. Kendini derin entelektüel sayanlar Nietzsche, Schopenhauer’den. Bir tık öne geçmek isteyenler Spinoza, Lacan, Jung falan filan…

Gündemle ilgili mi, alıntı gerçek mi, ne için paylaşıldı?.. Hiçbir önemi yok. “İşte ben de buradayım” çığlığıyla bir farkındalık hamlesi… Bir gün de ağızlarından kendilerinin sentezlediği bir fikir duyma ihtimaliniz sıfır!

 BÜYÜK RESMİ GÖREBİLEN KARİKATÜR TİPLEMELERİ

El yükselterek devam edeyim. Derinliğine bir cahillik ve paronoid, obsesif kompülsif hallere geçelim. Komplo teorileriyle anti-emperyalizm arasında giden, bilim ve akıldan nasibini pek de almamış bir kesim… Siyasal islamcı ya da yandaş kesimden söz etmiyorum, muhalif kesimdeki benzerleri bunlar. Bunlara göre Covid-19 dünyayı yöneten beş büyük ailenin (herkese göre bu liste değişebiliyor) komplosu, amaçları insan nüfusunu azaltmak, yine bunlara göre ABD’sinden Kongosu’na herkes Türkiye’ye düşman…

İklim krizi de yalan! Yine ‘Büyük Oyun’u ve ‘Büyük Resmi’ gören bir tek bunlar! İdeolojik olarak Zafer Partisi ile Türkiye Komünist Partisi arasında gidip gelebilecek kadar ilginç bir esneklikleri var. Herhangi bir gelişme ekonomi, sosyoloji, sosyal psikolojiyle açıklanamaz, varsa yoksa birileri bir komplo peşinde ve bu komplo genelde toplu katliamlar, savaşlar, gizli örgütler falan gerektiriyor. Hani bir tür Grimm Kardeşler masalının siyasileştirilmiş hali!

Saçmalamadan önce, “Hala farkına varmadınız mı?”, “Büyük Resmi görmediniz mi?” gibi önce büyük harflerle başlıyorlar paylaşımlara… Çok da agresifler ha, eleştirileri anında kişiselleştirip, sizi her türlü terör örgütüyle ya da gizli servisle iltisaklı olmakla suçlayabilirler. Ben bu tiplerden bugüne kadar, ‘FETÖ’cü’, ‘PKK’lı’, ‘AKP’li’, ‘Rus ajanı’, ‘ABD uşağı’ damgasını yemiş biri olarak, ruh hallerini yakından takip ediyor ve iyi tanıyorum. Şunu net söyleyebilirim, bu ruh hallerinin sebeplerinden biri de cinsel bir soruna sahip olmaları! Tabii algı yetersizliği ve IQ seviyesi de ayrıca incelenmeli!..

 SALYA SÜMÜK AĞITÇILAR

Mazoşizmin zirve noktasına doğru gidelim. Tüm boş zamanlarını iktidara lanet okumak, birilerinin ölümünü beklemek ve elini taşın altına koymadan bir şeylerin değişmesini beklemekle geçiren bu güruh, taziye eviyle ölüm ilanı arası bir şey! Sanki ellerinde bir liste var, her gün 50 yıl önce ölmüş birini bulup, ağıt yakıyor, bir de sanki kankaymış gibi ‘şöyle güzel insan, böyle entelektüel, böyle devrimci, böyle vatanperver’ diye yazıyorlar da yazıyorlar.

Eğer ki o gün ölen bir ünlü varsa, eyvahlar olsun! Dandik şiir yarışması ve fotoğraf sergisi başlasın! Benim çözemediğim mesele şu, eğer photoshop değilse, bunlar imza ünü, panel, artık ne etkinlik varsa dolaşıp, ‘bir gün ölünce lazım olur’ diyerek selfie mi çektiriyor? Tak o insan öldükten birkaç dakika sonra sayfasında bu fotoğraf ve vıcık vıcık bir methiye… Tabii kendini de dahil ederek, “Son kez buluşmamız” diye bir yere sıkıştırmalar. Adam kitabını imzalamış, bunlar tutmuş sarılmış, zorla bir selfie, ardından gelsin kişisel masallar. Diyelim ki, bu bir ilgi manyaklığı, ölümden bile kendine yontarak bir şey olma halleri…

Peki siyasete bunu bulaştırınca ne oluyor? İşte ‘Atam çık mezarından gel, bizi kurtar’ oluyor mesela… Bunu farklı siyasi liderler için çoğaltabilirsiniz. Peki kendisi? Kendisi evde rakı ve leblebiyle seçim sonuçlarını izlemek gibi bir siyasal etkinlik düzenleyecek. İstediği olmazsa, yine bir ölüm çığırtkanlığı, “Cehennemin kapıları açıldı”. E keşke buyurup önden geçsen de biz de bir rahatlasak be kardeşim!

 BOYKOT BAHANE İLGİ ÇEKMEK ŞAHANE

Analitik zeka az bulunur bir özelliktir bizim ülkemizde… Ama enteresan olmak için beş takla iki perende atmakta üstümüze yoktur! Bunların siyasi versiyonu da boykotçulardır. Madem ki insanlar sandığa çağırıyor, illa ki ters bir şey söyleyip, ikna edilmek isterler. İkna olmak için değil, ilgi odağı olmak için! Bunların temel özelliği, kuşa, balığa, sebzeye bile faşist diyecek kadar paranoid bir halde olmalarıdır.

Merkez partiler de faşisttir, sosyalist partiler de faşisttir, onlar dışında herkes ya işbirlikçi ya da faşisttir. Faşizmin herhangi bir tanımını bugüne kadar öğrenmemiş olmaları değildir mesele, çünkü aslında tepkileri siyasi ya da ideolojik değildir. Herkesten farklı olmak derdiyle yanıp tutuşan, hayatı boyunca itilip kakılmış, ilgi görmemiş bir ergen psikiloisinin yansımasıdır, hepsi budur! Bunların ideolojik sosu sevmeyenlerinin tekerlemesini hatırlatayım, sonra da bırakayım: “Ne farkları var ki, hepsi birbirinin aynı!”

KAHRAMANLIK DEĞİL YURTTAŞLIK GÖREVİ

Benzeri onlarca tarif yapmak mümkün, ama uzatmayayım. Yapılması gereken bir fedakarlık gibi anlaşılır hale geldi ya, acı olan bu. Yani en temel yurttaşlık görevi oy kullanmak bile bir kahramanlık hikaylesine dönüştü, o sebeple yazıyorum bunları. Oy vermek sorumlu her yurttaşın görevidir. Oylara sahip çıkmak ise bir tık ilerisi sorumlu aktif yurttaş olmayı gerektirir. Siyaset yapmak pis bir iş değildir ve dört ya da beş yılda bir oy kullanmak da siyasi bir faaliyet değil.

Bu seçimlerin sonucu ne olursa olsun, kendini yurtsever olarak tanımlayan herkes, kendisine yakın bulduğu bir parti ya da oluşumda elini taşın altına koyarsa bu ülke de bambaşka bir ülke olabilir. Zahmetsiz refah bekleyenlere, iki satır lanetle ülkeyi kurtaracağını sananlara, ölü çağırma ayini düzenleyenlere ve seçim sonuçlarını rakı-leblebiyle Eurovision yarışması gibi izleyenlere duyurulur. Kimse kimseden kahramanlık beklemiyor, yurttaş gibi davranmak yeter de artar bile… Sağlığınız, başta da akıl sağlığınız için!

Süleyman Karan

 

Paylaş

Son Yazılanlar

Değişen İklimle Değişen Tatlar

Geçtiğimiz günlerde ülkemizde hava sıcaklıkları mevsim normallerinin üzerinde seyrederek son 110 yılın sıcaklık rekorunu kırdı. Bu olağan dışı hava koşulları, ülkemiz tarımı, hayvancılığı ve gastronomisinin

Sessizliğin görünmez dikişleri…

Çok katlı binaların bitmeyen tekrarlarının tenezzülü dahilinde gösterilen yollar ve boş bırakılan alanlarda yaşıyormuş gibi yapan insanlar, benzerlerinin benzersizliğini görmenin bıkkınlığı ile bir dirhem değişme

Otellerde Ramazan Sofraları

Ramazan ayının, İstanbul’un tarihî ve kültürel dokusu içinde bambaşka bir anlamı var. Şehrin dört bir yanında kurulan sofralar, aileleri, dostları bir araya getiriyor. Son yıllarda

İklim modelleri olanları açıklayamıyor

Bugün artık kafe ve bar muhabbetlerinde bile hemen herkesin ahkâm kestiği meselelerden biri haline geldi ‘iklim krizi’, eski adıyla ‘küresel ısınma’… Her kafadan bir ses

Geleneklerin ve sadeliğin mutfaktaki gücü

Mutfak, her toplumun kültürel hafızasını taşıyan bir alan. Gelenekler, alışkanlıklar, damak tatları burada şekilleniyor ve nesilden nesile aktarılıyor. Ancak, mutfaktaki muhafazakârlık, çoğu zaman durağan bir

Borsa İstanbul Psikolojik Eşiği Geçti

Borsa İstanbul yüzde 8.78 yükselişle ile 10507 puandan kapandı. Borsa 10200 teknik ve psikolojik eşik haline gelen seviyelerinin üzerine tırmandı. Ons altın ise 2900 seviyesi

Kışı geride bırakırken Portekiz yolculuğu

Bugünkü günlüğümün konusu, kış mevsimini geride bırakırken yaptığım bir Portekiz yolculuğu… İstanbul’da bir kış mevsimi daha yavaş yavaş geride kalıyor. Bazen güneşli, bazen bulutlu, bazen