Yoksa tarihe mi geçiyorum? Kahvaltıda masaya oturan, sofrada yeri olan bir kedi olarak. Karşımda da Uzun. Onun bu razı olmuşluğunun suratına yansıyan sadece benim görebildiğim o öfke dolu ifadesinin ne kadar iştahımı açtığını size tarif edemem. Neredeyse patimle uzanıp tabağından bir zeytin alıp, çekirdeğini de onun tabağına bırakacağım.
Kedi kahvaltıdan bal gibi anlar
Yok yok, sevgili okurlarım, anlatacağım bir kedinin kahvaltı sofrası değil elbette. Kedi kahvaltıdan ne anlar dediğinizi duyar gibi oluyorum. Benim için bugüne kadar kahvaltı, gece uykusuz bıraktığım bizimkinin yorgun ve uykusuz bir halde sabahın ilk ışıklarında önüme koyduğu kuru mamadır.
Ben bu harekete bugüne kadar kahvaltı diyordum. Dikkatinizi çekerim, bugüne kadar demem önemli. Çünkü artık benim de sofrada bir yerim var. Yavaş yavaş ilerledim, pati pati, önce çok sevdirdim kendimi, bizimkinin en zor zamanlarında yanında oldum, put gibi dikildim, güzel güzel baktım, gerekti Uzun’a söylendim, evin içinde pati pati bir lider oldum. İşte o zaman yavaş yavaş ilerledim, ben bir adım attım, bizimki bir geri adım attı.
Hani o dışarıda kök söktüren bizimki benim yanımda süt dökmüş kedi, ama sütü döken ben. Laf aramızda gözleri de mavi mavi kedi kedi bakar. Yani sevgili okuyucu ben bu masaya çok demokratik yollarla oturdum. Hak etmediğimi mi düşünüyorsunuz? Belki de haklısınız, sonuçta ben dört ayaklı, tüy döken sizin hayvanlar sınıfına yerleştirdiğiniz bir organizmayım. Belki de herkes yerini bilecek. Ama o ayrımı bizimki yapamadı. Bana karşı koyduğu tek sınır bahçeye açılan şu kapı oldu.
Peki şimdi ben size soruyorum
Kim hak ettiği yerde, olması gereken yerde? Mevkileri, makamları kaptırmışsınız. Sanki herkes yerli yerinde, herkes yerini dolduruyor, neymiş benim döktüğüm tüyler mesele oluyor, ya siz insancıklar, o hasbelkader geldiğiniz yerde keşke sadece tüy dökseniz. Bakmayın bana, kahvaltı masasında bu sandalyeden yeri zamanı gelir kalkarım, üzmem hiç bizimkini.
Ama Uzun’u üzerim. Ama siz kendilerine insan diyenler, zamanı gelince gitmesini de bilmiyorsunuz, gidemiyorsunuz. Bu kez Eflatun der ki demeyeceğim, ben sofraya oturduğum an, Uzun başladı feylesof feylesof konuşmaya, gözlerimin içine baka baka, Hayyam ne demiş;
Niceleri geldi, neler istediler.
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Bi söyle bana Uzun, başka bi Eflatun geldi mi bu eve. Sen çal, sen söyle be Uzun. Yazarsın, çizersin de kedi Eflatun kahvaltı sofrasında yudumlar çayını. Sahi, çayım soğudu Uzun!
Eflatun