Yanardağın Eteğindeki Hayat – Réunion Adası

Altıncı yüzyılda, ressamın biri ne zaman bir dünya haritası çizecek olsa, karısı “kocacığım şuracığa bir ada koyuver, ama yalnız benim olsun” dermiş. Réunion, 2 bin 512 kilometrekarelik yüzölçümüyle haritada işte böyle minik bir nokta gibi görünen, küçük ölçekli haritalarda ise kendine yer bile bulamayan 3 milyon yaşında volkanik bir ada.

Fransa’nın 26 departmanından biri olan Hint Okyanusu’ndaki Réunion Adası, aynı zamanda Avrupa Birliği’ne üye en uzak kara parçalarından da bir tanesi. Para birimleri de AB ile aynı; Euro. Yaklaşık 850 bin kişinin yaşadığı ada, Fransa parlamentosunda beş üyeyle, senatoda ise üç senatörle temsil ediliyor. Siz siz olun nasıl olsa Shengen vizem var deyip Reunion’a doğru yola koyulmayın. Fransa toprağı olan bu adaya giriş yapabilmeniz için ona özel Shengen vizesinden almış olmanız lazım. Yoksa ülkeye giriş yapamadan havaalanından geri döndürülürsünüz.

Fransız Toprak Sahipleri ve Köleler

Madagaskar’ın 690 km doğusunda, Mauritius Adası’nın yaklaşık 200 km güneydoğusunda yer alan, adı sanı az duyulmuş olan bu adayı anlatmaya tarihçesiyle başlamak istiyorum. 16’ncı yüzyılın başlarında Portekizliler buraya gelene kadar ada hakkında pek bir şey bilinmiyormuş. Arap tüccarlar, Endonezyalı ve Malezyalı denizciler Madagaskar gibi çevre adalara giderken burada mola verirlermiş.

Portekizlilerden sonra, Madagaskar’dan gönderilen isyancıların etkisiyle ada Fransızlara geçmiş. Buraya ilk yerleşenler, 1642’de Fransız Doğu Hindistan Kumpanyası’nın Fransa’dan yolladığı “St. Louis” gemisiyle adaya gelenler. 1600’lerin sonlarında adanın nüfusu çoğunlukla Fransız toprak sahipleri ve Malgaş (Madagaskar, Asya, Afrika karışımı bir halk) esirlerden oluşuyormuş.

Adada başlayan kahve, tahıl, baharat ve pamuk üretimi sebebiyle Afrika kökenli kölelerin sayısında artış olmuş. 19’uncu yüzyıl başlarındaki Napolyon Savaşları sırasında idarenin İngilizlere geçmesinin ardından adada şeker kamışı ve vanilya üretimi başlamış. Kısa sürede zenginleşen ailelerin çiftliklerinde, 1848’de köleliğin yasaklanması nedeniyle, “tamil” adı verilen kontratlı işçiler çalıştırılmaya başlanmış.

Réunion’un ticari altın çağı, 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılışına kadar sürmüş. Ticaret yolunun değişmesi neticesinde eski stratejik önemini yitiren Réunion Adası, I. Dünya Savaşı sırasında bölgedeki güvenliği korumak isteyen Fransızlara geri verilmiş.

Kreol Halkı, Dili ve Dini

Günümüzdeki Réunion’un yerli halkı, adaya göç eden Fransız, Afrikalı, Malezyalı, Çinli, Pakistanlı, Hintli, Arap, Madagaskarlı ve İngilizlerin hoş bir karışımı. Sütlü çikolata bir ten ve çekik gözler… Ada halkının konuştuğu dile Créole / Kreol dili deniyor. Yerli halk, Kreol diline ilaveten Fransızca da konuşuyor. Burada Hindu, Hıristiyan ve Müslüman halk iç içe, barış içinde geçinip gidiyor. Réunion’daki köleler, köleliğin kaldırılmasından önce Hıristiyan olmaya zorlanmış. Günümüzde ada nüfusunun yüzde 80-85’ini Hıristiyanlar oluşturuyor.

Kreol mutfağı

Fransız, Avrupa, Afrika, Malgaş ve Asya mutfaklarının güzel bir harmanı olan Kreol mutfağında, Hint safranı olarak da anılan “curcuma” (zerdeçal) bolca kullanılıyor. Acı seviyorsanız eğer, domates, zencefil, soğan ve bolca acı baharatla hazırlanan rougail sosu mutlaka deneyin. Kreol usulü pişmiş balık, pilav ve rougail sos üçlüsü birbirine çok yakışıyor. Adanın ana gelir kaynaklarından biri olan şeker kamışından üretilmiş yerel meyveli romla yemek sonlanıyor.

Sönmüş Volkanın Üzerinde

Helikopter veya ULM (ultra light motor) ile ada üzerinde yapılan turlar, yamaç paraşütü, bisiklet turu, tüplü dalış, trekking ve dalga sörfü, adada tercih edilen aktivitelerden birkaçı. Sarı renkli bir ULM’e binip ada üzerinde keşif turuna çıkıyorum. ULM, tek yolcu kapasiteli minik bir uçak. Pilotla kulaklık ve mikrofon vasıtasıyla konuşuyoruz. Pilot, korkmamam gerektiğini, uçağın paraşütü olduğunu söylüyor. Nefes kesen manzara sayesinde tüm tedirginliğimi kısa sürede üzerimden atıyorum.

İlk olarak, adanın en çok yağış alan bölgesinde, sönmüş volkan Piton des Neiges’in çöküntüsü Salazie’nin üzerine geliyoruz. Yemyeşil sık orman örtüsünün arasından beyaz kurdeleler gibi akan şelalelere ada halkı “pisse en l’air” (havaya işeyen) adını vermişler. Yaklaşık 100 adet şelale sene boyunca hiç durmadan akıyor.

Pilot anlatıyor, ben dinliyorum… Karşımızdaki katman katman tepeleri yüzyıllar içinde lavlar oluşturmuş. Soğuyarak katılaşıp taşlaşan lavlarda oluşan çöküntülerin üzeri bir sonraki patlamada tekrar lav tabakasıyla kaplanıyor. Üst üste biriken bütün bu taşlaşmış lavlar yağmur, rüzgâr ve erozyonla beraber yeniden çöküyor. Bu çöküntüler üzerinde oluşan yosun yerini yemyeşil sarmaşıklara bırakıyor. Yağmur suları,bu  kayalaşmış lav katmanlarının arasında bir çatlak bulup aşağıya doğru akmaya başlıyor.

Kölelik Tarihinden Bir Efsane

Önümüzde uçan yırtıcı beyaz kuşu görünce, pilot bana adada kulaktan kulağa aktarılan bir hikayeyi anlatıyor. Salazie’deki yemyeşil tepelerden birini işaret ederek, “bu tepenin adı Anşen” diyor. Sahiplerinden kaçan Anşen ve eşi Eva, Salazie’nin en yüksek noktası olan bu tepeye saklanmışlar. Hava soğuk olmasına rağmen yerleri anlaşılmasın diye ateş yakmıyorlarmış. Ancak yakınlarındaki diğer bir kaçak işçinin yaktığı ateşin dumanını fark eden köle avcıları onların saklandığı tepeye tırmanmış. Anşen’in karısı Eva, yakalanıp tekrar köle olmamak için kendini uçurumdan aşağıya atmış. Tabii Anşen de peşinden… İkisi birlikte el ele aşağıya düşerken gökyüzünde onları temsilen beyaz, iri bir kuş kanatlarını açmış uçmaya başlamış. Hani şu az önce ULM’nin önünden uçan beyaz kuyruklu tropik kuş…

3 bin 70 metrelik zirvesiyle adanın en yüksek noktası olan volkanın Cilaos, Mafate ve Salazie çöküntülerinde zorlu doğa yürüyüşleri yapılıyor. Tam çöküntünün üzerine geldiğimizde pilot uçağı dilersem kullanabileceğimi söylüyor.  Kumandanın pilotta olduğundan emin olduktan sonra uçağı sağa sola döndürüp minik manevralar yapıyorum.

Aktif Volkana Tepeden Bakış

Ardından güneydoğuya, adanın haritasını halen şekillendirmekte olan aktif volkan Piton de la Fournaise’e doğru yöneliyoruz. Bulutlar kraterin üzerini kapattığı için etrafında tur atmak durumunda kalıyoruz. Bu ULM turu görüş açıkken, sadece sabahları yapılıyor.

Halihazırda dünyanın en aktif yanardağlarından biri olan Piton de la Fournaise’in şakası yok; 1640’tan bu yana 100 kereden fazla püskürmüş. 2016’da Mayıs ve Eylül aylarında yıllar sonra tekrar aktif hale geçen volkan, o tarihten beri her yıl birkaç kez püskürüyor. Volkan aktifken krater etrafında yürüyüşe, helikopter ve ULM ile uçuşa izin verilmiyor.

Havaalanına yaklaştığımızda yağmur yağmaya başlıyor. Yalıtımsız olduğunu böylelikle öğrendiğim ULM’in camlarından içeri yağmur suyu sızıyor. Yüzölçümünün yüzde 42’sini kaplayan milli parkıyla UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’ne giren, yeşilin her tonuna sahip Réunion Adası’nın eşsiz doğasına hayran kalmış, suratımda kocaman bir gülümsemeyle piste iniş yapıyoruz.

Volkan Çöküntüsünde Yürüyüş

500 bin yıldır faaliyette olan 2 bin 631 metre yüksekliğindeki aktif yanardağ Piton de la Fournaise’in kraterine bulutlu hava nedeniyle göz atamamış olabilirim, ama çöküntüsünde yürüyüş yapmam için bir engel yok.

600 basamakla volkanın çöküntüsündeki eski bir kratere iniyorum. Uçsuz bucaksız bir vadi, fonda tepesi bulutlu vakur Piton de la Fournaise nefes kesiyor. Kraterin etrafında tur atarken gözüme sertleşmiş lavların arasında oluşan çatlaklarda yaşam bulmuş olan yabani bitkiler takılıyor. Ölüm ve yaşam, iki tezat bir arada. Buraları ziyaret edip volkanın tepesine yürüyecek olursanız eğer, yanınıza kalın kıyafet, yedek su ve yiyecek almayı ihmal etmeyin. Zira buralara sis basınca yolunu kaybedip geri dönemeyen ve hayatlarını kaybeden tedbirsiz maceracıların hikâyeleri her yıl tekrarlanıyormuş.

Denize İnen Lavlar

Sırada, adanın güneydoğu sahili var. Kalın şeritler halinde denize doğru akarak taşlaşmış olan lavların arasından sıcak hava fön makinesi gibi yüzüme üflüyor. Bunun, volkanın yakında püsküreceğinin bir alâmeti olduğunu söylüyorlar.

Denize uzanan kapkara lav şeritlerinin hemen akabinde yemyeşil doğa örtüsü başlıyor. Bu bölgeye yağmur yağdığında, buharlaşma ve yoğunlaşma yüksek olduğu için sis basıyor ve göz gözü görmediği için kıyıya paralel yol trafiğe kapatılıyor. 1977’deki aktivitede lavlar çevredeki bir köy kilisesinin sağından ve solundan geçmiş ve sadece ahşap kapısı yanan kiliseye başka hasar vermemiş. O gün bugündür kilise, L’Église Notre Dame des Laves (Notre Dame Lav Kilisesi) diye anılıyor. Volkandan denize lav şeritlerinin ulaştığı bir yerde insanlar nasıl huzurla uyuyabiliyor; ha püskürdü ha püskürecek bir volkan tepelerindeyken? Yanardağ aktiviteleri sırasında, adanın bu bölgesinde yaşam süren halk, lavların akış yönüne göre zaman zaman evlerini terk etmek durumunda kalabiliyor. Adada hayat çok pahalı olduğu için başka bir bölgeye taşınmayı göze alamayan halk, tepelerindeki yanardağın keskin kılıcıyla yaşamaya devam etmek durumunda.

Heidi Gibi Hissetmek

Sırtını volkana dayamış, fauna ve florasıyla hayranlık uyandıran La Nouvelle Köyü’ne doğru tırmanırken Alpler’deki dağ köyüne, büyükbabasının yanına gitmekte olan Heidi gibi hissediyorum. La Nouvelle’e varışım yaklaşık iki saat sürüyor. Gerçekten de Heidi’ye yaraşır bir dağ köyü! Yemyeşil bir doğa içinde etrafa serpiştirilmiş kırmızı çatılı evler… Köyün elektriği güneş enerjisinden sağlanıyor. Kuş uçmaz kervan geçmez bu köye ihtiyaç malzemeleri helikopterle taşınırken, köy halkı ulaşımını yayan sağlıyor.

 Başkent Saint-Denis

Gelelim Réunion’ın Fransız esintili başkenti Saint-Denis’e… Klasik başkentlerde olduğu gibi burada stres, hava kirliliği, trafik problemi yok; hayat hayli dingin ve yavaş akıyor. Halkın mutlu bir hayat sürdüğü yüzlerindeki gülümsemeden okunuyor. Adadaki işsizlik oranı yüzde 40 civarında olmasına rağmen, anavatan Fransa’dan ödenen işsizlik maaşı sayesinde fakirlik yok.

“Bütün yollar Roma’ya çıkar” deyişine benzer olarak, burada da bütün yollar Fransa’ya çıkıyor; hepsinin adları Fransa ile ilintili. Rue de la Paris’den (Paris Caddesi) deniz kenarındaki Place du Général de Gaulle’e (General de Gaulle Meydanı) çıkılıyor mesela. Dünyanın öteki ucu da olsa, bir Fransız toprağındayım neticede…

Kreol Mimarisi

Birçok kültürün güzel bir harmanı olan Kreol mimarisiyle inşa edilmiş, çatılarının saçaklarına ahşaptan dantel gibi şeritler geçirilmiş minik evlerin gölgesinde kaldırımları arşınlıyorum. Evlerin hemen hepsi restore edilmiş. Köşeleri yukarı kıvrık çatılarıyla Uzakdoğu esintileri taşıyan evlerin gölgesinde insanlar, hiç aceleleri yokmuşçasına salınarak yürüyorlar.

Sahile indiğimde beni, zamanında adanın güvenliğinin sağlanmasında aktif rol oynamış, günümüzde ise emekliye ayrılmış olan savaş topları ile tam karşılarındaki bir kaide üzerine yerleştirilmiş olan Roland Garros heykeli karşılıyor.

Kimdir bu Roland Garros?

Adadaki havaalanına da adı verilmiş olan Roland Garros’u çoğumuz her yaz başı Paris’de adına düzenlenen tenis turnuvası vesilesiyle tanıyor. 6 Ekim 1882’de Reunion Adası’nın başşehri Saint-Denis’de doğan Roland Garros daha sonra eğitimi için Fransa’ya gitmiş. I. Dünya Savaşı sırasında savaş pilotu olarak hizmet veren Garros Akdeniz’i uçakla geçen ilk Fransız pilot unvanına sahip. 5 Ekim 1918’de Akdeniz’i geçerken uçağının düşmesi sonucunda hayatını kaybetmiş. Ölümünden iki sene sonra, 1920’de Paris’te Le Stade de Roland Garros adıyla açılan tenis stadyumunda düzenlenen Fransız Açık Tenis Turnuvası zaman içinde Les internationaux de France de Roland-Garros / Uluslararası Fransız Roland Garros Turnuvası olarak anılmaya başlanmış. Roland Garros 2021 Tenis Turnuvası şampiyonları Novak Djokovic ve Barbora Krejcikova’yı bu vesileyle kutluyorum.

Roland Garros’un heykeliyle okyanus arasındaki parkta hem dinlenip hem de sandviçimi yedikten sonra ara sokaklara dalıp kayboluyorum. Yol beni adaya özgü el işlerinin satıldığı Le Grand Marché / Büyük Pazar’a götürüyor. Rengarenk pazarda dönüştürülmüş metalden hayvan figürleri, pareolar, rengârenk hasır sepetler, şapkalar ve çantalar, mutfak önlükleri, takılar, adaya özgü baharatlar, vanilyalar ve daha niceleri tezgâhlara yayılmış müşterileri bekliyorlar.

Vanilya Neden mi Pahalı?

Reunion’un önemli gelir kaynaklarından biri olan vanilyadan mutlaka bahsetmeliyim. Adanın nemli ve sıcak iklimi tropik bitkiler için çok elverişli; vanilya da onlardan biri. Adaya vanilya ilk kez 1819’da getirilmiş, ancak doğal yollarla döllenme gerçekleşmediği için üretimde bir başarı elde edilememiş. 1841 yılında, patronuna kızdığı için vanilya çiçeklerini tahrip etmeye çalışan 12 yaşındaki köle Edmond Albius, bu sırada şans eseri çiçekleri döllemeyi başarmış ve böylelikle üretim başlamış. Sainte-Rose yakınlarındaki vanilya plantasyonu Bourbon’da işin inceliklerini öğreniyorum. Sarmaşık bir bitki olan vanilya 30 metreye kadar uzayabiliyor. Kolay toplansın diye sırıklara dolayarak boyunu kısaltıyorlar. Senede sadece bir gün açan vanilya çiçekleri iğne kullanılarak elle dölleniyor. Arıların polen taşıyarak dölleme işlemindeki başarısı yüzde 1 iken, elle döllemede bu oran neredeyse yüzde 100. İşinin ehli biri her sabah yaklaşık 2 bin çiçeği dölleyebiliyor. Baklaya benzeyen çiçeğin dili kaldırılıp iğneyle dişi ve erkek ayırıldıktan sonra, dil tekrar kapatılıyor, böylelikle çiçek döllenmiş oluyor.

Çiftliğin yıkama bölümünde, vanilyalar, sıcaklığı 65 derece olan suda 3 dakika tutuluyorlar. Amaç, aromayı vanilya baklalarının içine hapsetmek. Sudan çıkarıldıktan sonra 24 saat özel ahşap kutularda bekletiliyor, bir süre de güneşin altında kurutuluyorlar. Sekiz ay kadar süren ikinci kurutma aşaması ise kapalı bir yerde gerçekleşiyor. Daha sonra, aynı boyda olan vanilyalar 50’şerli minik balyalar haline getirilip sıkıca bağlanıyor. İki ucundan bağlanan bitkinin içindeki yağ, vanilyayı koruyor. Böyle bir emeğin ürünü olan vanilyanın, neden pahalı baharatlar arasında yer aldığı da böylece anlaşılıyor.

Sahiller ve Köpekbalıkları

Başkenti geride bırakıp, adayı çepeçevre dolaşan otoyoldan sahile ilerliyorum. Réunion’da, tropik ada fotoğraflarından görmeye alışık olduğumuz o bembeyaz pudra kumsallardan yok. Üstelik St. Gilles ve St. Leu dışındaki sahillerde, köpekbalıklarının sahile ulaşmasını engelleyecek doğal mercan adacıkları da bulunmuyor. Köpekbalığı saldırısı buralarda olağan! Bu nedenle bu iki sahil dışında denize girmek son derece tehlikeli. Runion kıyılarında 1980 yılından beri otuz köpekbalığı saldırısı sonucunda on yedi kişi hayatını kaybetmiş. Ama adanın batısındaki St. Gilles sahili mercan adacıklarıyla çevrili olduğu için yüzmek için en güvenli bölge. Denizi kalabalık görünce derine gitmeden kendimi okyanus sularına bırakıyorum. St. Gilles’in kafeleri ve şirin turistik dükkânları yerli ve yabancı ziyaretçilerin uğrak noktaları. Kıyı boyunca insanlar balık tutuyor, dalıştan dönen tekneler ekipmanlarını boşaltıyor. Denizin dibini hiç ıslanmadan keşfetmek isteyenler için altı camlı teknelerle gezinti cazip olabilir.

Bir tatilin daha sonu…

Roland Garros Havaalanı’ndan havalanan uçağın penceresinden Réunion Adası’na son bir kez daha hayranlıkla bakarken aklıma Blaise Cendrars’ın “Adalar” şiiri düşüyor:

Adalar

Hiç çıkamayacağımız adalar

Hiç inemeyeceğimiz adalar


Bitkilerle örtülü adalar


Dilsiz adalar


Kıpırtısız adalar


Adsız unutulmaz adalar

Fırlatıyorum işte ayakkabılarımı bordanın üstünden

Gitmek isterdim çünkü sizlere değin.

 

Figen Gündüz

Paylaş

Son Yazılanlar

Rafa kalkan sevişmeler ve evlilik sorunu

“Evli çiftlerde sevişme sıklığının ne olması gerektiğidir” sorusu sık sorulan sorulardan biridir demek isterdim… Keşke öyle olsaydı… ama değil. Senede bir gün… Bu soru daha

Marmara M=8.0’lik deprem üretemez

1999 yılında Marmara’da yaşanan büyük depremin ardından ortalık tam anlamıyla, gündüz kuşağı diye adlandırılan kadın programlarına dönmüştü. Dönemi çok iyi takip edenlerden biri de Tempo

Karaköy’de tam bir aile işletmesi

  Fransa’ya sık gidiyorum. Her gidişimde ufak aile işletmeleri olan birkaç masalı lokantalar dikkatimi çeker. Samimi, sıcak , bizdeki esnaf lokantarına benzetirim. Kendi mütevazı mutfaklarında

Sıkı çalışmak için şahane bir hafta

Öncelikle sevgili Merkür bir sonraki hafta retroya başlayacağından, o vakte kadar tüm datalarınızı yedeklemeyi, telefon, tablet, bilgisayarlarınızda gerekli boş alanı açmayı ve gerekli düzenlemelerinizi yapmayı

Bu hafta borsa, altın ve gümüş

Borsa İstanbul haftayı 8026.27 puandan yüzde 0.83 artı ile kapattı. Ons altın rekor aylık kapanış ile 2071.95 puandan, gram altın ise 1925 TL’den kapanış yaptılar.

Nedir bu sürdürülebilirlik?

Sürdürülebilirlik Prensibi, 1713 yılında Hans Carl von Carlowitz adlı bir Alman tarafından ortaya atıldı. Kaynakları kurutmadan ve  yaşamın her alanında mevcudu devamlı kılabilmek, yaşamın en