Benliğimizin bütününü kabullenmeye ihtiyacımız var

Binlerce yıllık bir hikâye… İyi ile kötünün, aydınlık ile karanlığın savaşı… İster insanın bireysel savaşı için düşünün bunu ister toplumların birbiriyle ilişkisi için… Ne var ki dünyaya; iyi-kötü, doğru-yanlış, maddi-manevi ve daha birçok örnekle anlatılabilecek bu ikili düzenden bakmaya devam ettikçe, Pandora’nın Kutusu kapanacağa benzemiyor. Halbuki, bizim algıladığımız bu iki yüz tek bir “1” den geliyor.

İnsanoğlu olarak bizler, bunu ne zaman hayatımıza uygulamayı başarırız bilemeyiz ancak Amin Maalouf, “Eninde sonunda uyumlu çeşitlilik idealinin egemen olacağına inanıyorum.” diyor ve ekliyor; “Umudu yitirmek asla bir seçenek değil…”

Son kitabı “Empedokles’in Dostları” için konuştuk ünlü yazar ile..

“Benliğimizin bütününü kabullenmeye ihtiyacımız var. Eski düşünürleri ‘modern küstahlığımız’ olmadan dinlemeliyiz.” diyen Maalouf’a göre; “Acilen yollarımızı değiştirmeye ihtiyacımız var. Bu sadece manevi anlayış meselesi değil, varlığımızı sürdürmemiz tehlike altında. Yeni bir silahlanma yarışını, yeni bir soğuk savaşı göze alamayız, kaldıramayız. Bunun gibi, diğer milletlerle, hatta bize en yakın olanlarla bile dayanışma gösteremediğimizi ispatlayan, yeni bir pandemiyi bile.”

“Nasıl birlikte yaşayacağımızı bilmiyoruz”

Bu kitap ile dünyaya nasıl bir katkı sağlamayı hayal ettiniz?

İnsanlık tarihinin son derece zor ve paradoksal bir döneminden geçiyoruz. Bunu söylerken sadece pandemiden değil, son birkaç on yıldır şahit olduğumuz bütün değişimden bahsediyorum. Hem son romanlarımda hem de denemelerimde ifade ettiğim gibi, derin hissim, dünyanın düzeninin bozulmuş, medeniyetlerimizin enkaza dönmüş ve biz insanların da kafalarının karışık, yönünü şaşırmış olduğudur. Elbette bilimsel ve maddesel anlamda çok büyük gelişim gösterdik, fakat hâlâ hangi yönde ilerlememiz gerektiğini, hangi toplumları kurmaya ihtiyacımız olduğunu, hangi değerlerin bize yol göstermesi gerektiğini ve farklılıklarımıza rağmen nasıl birlikte yaşayacağımızı bilmiyoruz. Bu romanın fikri bu histen kaynaklandı…

“Çağımız, aydınlığın ve karanlığın bir karışımı”

İnsanlık, bilinen uygarlık tarihi boyunca bazen düşük bazen yüksek dönemler yaşamış. Ortaçağ ve Rönesans’ta olduğu gibi bazen karanlık, bazen de aydınlık zamanlar geçirmiş. Siz ise kitapta karanlığın içinde ışığı taşımaktan ve ışığın içindeki karanlıktan söz ediyorsunuz. Sizce bu bakış açısı bize ne kazandırır? Biz, şu anda uygarlık tarihinin hangi safhasını yaşıyoruz?

Çağımız, aydınlık ve karanlığın bir karışımıdır. Bazı açılardan, tarihin doğuşundan bu yana en şaşırtıcı andır. Daha önce evlerimizden tüm insan bilgisine ulaşmamız ve herhangi bir yerdeki herhangi bir kişiyle konuşmamız asla mümkün değildi. Aynı zamanda da, bir ülkeden diğerine seyahat etmek giderek daha zor bir hale geliyor. Büyükbabamın erkek kardeşi, 1895’ın güneşli bir gününde Beyrut Limanı’nda bir gemiye adım atarak, 15 yaşındayken vizesiz olarak New York’a gitti. Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşti, sonra da sadece öyle istediği için, Küba’ya taşındı ve oraya yerleşti. Bugün, dünyanın hiçbir yerinde, böyle bir şey düşünülemez bile. Ve bu sadece tek bir örnek…

“Benliğimizin bütününü kabullenmeye ihtiyacımız var”

Bizler, yaşadığımız bu düzen ve boyutta her şeyi iki yüzüyle algılıyoruz. Her şey “1” ve “1” den oluşuyor. Yaşam-ölüm, doğru-yanlış, iyi-kötü, gerçek-hayal, maddi-manevi vb. Oysa insan üç boyutlu bir varlıksa bütün bu ikili görüntünün içindeki ve üstündeki “bir ve bütün” olana ulaşmak mümkün olmalı. Bu, sizce neden bu kadar zor? Bu bütünlüğe ulaşmanın yolu sizce nedir?

Bence, bu tip tutumlar kusurlu bir kimlik kavramından kaynaklanıyor. Bize hayatımız boyunca, kişiliğimizin çeşitli yönleri arasında seçim yapmamız gerektiği söylendi; cinsiyet, din veya ırk gibi sadece bir tarafa odaklanmak yerine kendi çeşitliliğimizin farkına varmak sanki akılsızca veya gerçekdışıymış, safça veya hatta korkakçaymış gibi. Bu yüzden de, diğerlerine, hem bizden çok farklı olanlara hem de bize çok benzeyenlere karşı derin bir kızgınlık duymanın yanı sıra, kendi benliğimizin esas parçalarını da kaybeder olduk… Benliğimizin bütününü kabullenmeye ihtiyacımız var. Ve insan kardeşlerimizi, tüm dünyanın, bileşenlerinin tamamıyla beraber, kendilerine ait olduğuna ve kendilerinin de ona ait olduğuna ikna etmemiz gerekiyor.

“Acilen yolumuzu değiştirmeliyiz, yeni bir krizi kaldıramayız”

Toplumsal olarak bütünlüğe ulaşmamız, birbirimizle değil hepimizin ortak düşmanına karşı “bir” olarak savaşabilmemiz için, sizce öncelikle önemli olan nedir? Kişisel ve zihinsel olarak olgunlaşmış dünyaya bütüncül bakabilen bireyler mi yoksa aynı şekilde bu gelişmiş bakış açısına sahip devletler ve iktidarlar mı? Hangisinin varlığı daha hızlı gelişim sağlar?

İnsanlığı tek bir küresel ulus olarak algılamalıyız. Böyle bir ifadenin kulağa ütopik geldiğini biliyorum, fakat tarihin bu kavşağında, bu yönde hareket etmekten başka seçeneğimiz olmadığına ikna oldum. Tabii ki tarih boyunca işler böyle yürümedi. Ama eskiden gittiğimiz yolda ilerlemek zorunda değiliz. Aslında, acilen yollarımızı değiştirmeye ihtiyacımız var. Bu sadece manevi anlayış meselesi değil, varlığımızı sürdürmemiz tehlike altında. Yeni bir silahlanma yarışını, yeni bir soğuk savaşı göze alamayız, kaldıramayız. Bunun gibi, diğer milletlerle, hatta bize en yakın olanlarla bile dayanışma gösteremediğimizi ispatlayan, yeni bir pandemiyi bile.

“Kimse egoları kaldırmaz ama kesinlikle daha az karışık bir dünyaya ihtiyacımız var”

Kitapta da gördüğümüz gibi bütüncül bakış açısına kavramakta güçlük çekenler, iktidar arzularına ve egolarına yenik düşüyorlar. Bu nedenle de kendilerinden çok ileri seviyede olanları kendi varlıkları için birer tehdit olarak algılıyorlar. Bireysel olarak Alec de böyle, devleti temsil eden ABD Başkan Yardımcısı da… Ölümün olduğu bir hayatta bunlarla yüzleşmek neden zordur? Yoksa ölümsüzlüğe yaklaştıkça mı kendimizle daha başarılı şekilde yüzleşebileceğiz? Nasıl?

Tıbbi araştırmalar insanlara çok daha uzun yaşamlar vermeyi başarsa bile, bu insanların sorunlarının çözüleceği anlamına gelmeyecek. O gün geldiğinde, en zenginleri geri kalanımızdan ayıracak büyük eşitsizlikten ve de sonsuza kadar yaşamanın ahlaki yansımalarından kaynaklanan başka problemler olacaktır. Romanımın merkezinde yer alan ve pandemi sürecinde de kısmen altı çizilen başka bir konu daha var: Gelecekteki bir anda, nihai tıbbi bilgi tek bir ülkenin elinde olsa ve bu yüzden de geri kalan herkes tedaviyi elde etmek için yalvarmak zorunda kalsa ne olur? Gelecekte daha fazla ölümcül salgınlar yaşarsak, böyle bir senaryo imkansız olmaz ve bu da nefret ve şiddete davetiye olur… Kimse egoları, ne bireyler ne de milletler için ortadan kaldırmaz, ama kesinlikle daha az karışık (düzensiz) bir dünyaya ihtiyacımız var. Ve çok daha fazla dayanışmaya.

“Eski düşünürleri ‘modern küstahlığımız’ olmadan dinlemeliyiz”

Empedokles iki dönüştürücü güçten söz eder; sevgi ve nefret…  Ondan beş asır sonra yaşamış Epiktetos da “Zihninizi geliştirin ve arzularınızın efendisi olun” der. Uygarlıklar ve insanlık gelişimini bu filozoflar gibi karanlıkta ışık taşıyanlara borçluysa bu ikili düzende karanlık olanın rolü nedir?

Eski düşünürlerin bilgeliğinin modası geçmiş (köhne) olmadığına yürekten inanıyorum. Hem bahsettikleriniz hem de dünyanın başka yerlerinde yaşamış olanlar. Empedokles’ten de önce gelen Konfüçyus gibi. Pek çok alanda atalarımızdan kesinlikle daha ilerideyiz, fakat bizi biraz dar görüşlü yapan aşırı uzmanlaşmadan muzdaribiz. Atalarımızı “modern küstahlığımız” olmadan, alçakgönüllülükle dinlememiz gerekmesinin bir nedeni budur. Karanlığa gelince, o müzik için sessizlik gibidir; yaymamız gerekmiyor ama göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

“Gelecek bugünü ‘deşifre etme’nin bir yolu…”

Sizin için zaman nedir? Geçmiş, şimdi ve gelecek sizin zihninizde nasıl işler?

Her zaman tutkum olan tarih, her ne kadar beni büyülese de, onu hiçbir zaman sadece kendisi, geçmişin uğruna çalışmadım, içinde yaşadığımız dünyayı ve ne yönde gidebileceğini daha iyi anlamanın bir yöntemi olarak çalıştım. Ve gelecek için de aynı şeyi söyleyebilirim. Geleceği hayal etmeye çalışıyorum çünkü bunun aynı zamanda, bugünün dünyasını “deşifre etmenin” bir yolu olduğunu hissediyorum.

“Bilgelik mesajını Electra profilinde  bir kadın vermeliydi”

Kitapta bütün olma çağrısını yapan Kraliçe Electra karakteri,  kadın olduğu için özellikle mi seçildi? Bunun özel bir anlamı var mı?

Kendiliğinden geldi, bu konu üzerinde pek düşünmedim. Hissim, barış ve uzlaşma çağrısında bulunan, hayatın mutlak önceliğini savunan böylesine derin bir bilgelik mesajının, Electra’nın manevi ve fiziksel profiline sahip bir kadın tarafından verilmesi gerektiğiydi.

“Ölümle ilgili konular daha uzun süre endişelerimizin merkezinde kalacak”

Dünya bir pandemi döneminde varlık mücadelesi verirken, iyileştirici bir gücün varlık sorununa yol açtığını anlatan bir roman yazdınız. Kitabın düşünsel ve ruhsal olarak insanlara ulaşmasında, bu anlatımın nasıl bir katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz?

Bu romanı pandemiden önce yazdım ve iki veya üç yıl içinde yayınlamayı planlıyordum. Bir süredir, tıp biliminin ilerlemesi biz insanlara çok daha uzun bir hayat sağlayacak olsa, tüm türlerimiz için büyük ve ani bir kargaşaya doğru gidiyor olabileceğimiz fikri, beni hem entelektüel açıdan uyarıyor hem de manevi açıdan endişelendiriyordu. Bu son kriz patlak verdiğinde, sağlığın ana mesele, hatta belki de takıntı haline geldiği bir dünyada, kitapta gündeme getirilen bazı konuların, durumla inanılmaz derecede alakalı hale geldiğini hissettim. Bugün, sağlıkla ve insanın ölümlülüğüyle ilgili tüm konuların çok uzun süre endişelerimizin merkezinde kalacağına inanıyorum. Hatta muhtemelen sonsuza dek.

“Umudu kesmek asla bir seçenek değildir”

Siz, insanlara ve dünyaya olan umudunuzu nasıl koruyorsunuz?

İnsanın umutlu kalmaya ihtiyacı var. Çok büyük endişeler de olsa ve insan tünelin sonundaki ışığı görmese bile, çilemizden kurtulmanın bir yolunu aramaya devam etmek önemlidir. Umudu kesmek, ümidini yitirmek asla bir seçenek değildir.

“Amaç gerçekten de Pandora’nın Kutusu’nu kapatmak”

Belki doyumsuzluk olarak algılayabilirsiniz ama merak ediyorum; dünya gerçekten kitaptaki gibi Kraliçe Elektra’nın çağrısına uysa ve insanlar birbirileriyle çatışmak yerine, iyi bir amaç uğruna ortak bir düşmanla savaşsa, bütünlük sağlansa,  sonrasında hayatımız nasıl devam eder? Bir gün yine Pandora’nın kutusu açılır, aydınlık ile karanlık yeniden ayrılır ve bu zamana kadar olduğu gibi döngülerine devam eder mi?

Sizin kelimelerinizi kullanarak söyleyeceğim. Amaç, gerçekten de, Pandora’nın kutusunu sonsuza dek kapatmaktır. Bu da ancak tarihin şu ana kadarki işleyiş şeklini değiştirmemizle mümkün olabilir. Böyle bir hedef uzak ve naif gibi görünüyor, ancak bunun müşterek yıkımın tek alternatifi olduğuna inanıyorum. Bu Tarih’in sonu olmayacak, Prehistoriya’nın sonu ve insanlık macerasının yeni, daha zeki ve parlak, daha gözalıcı bir bölümünün başlangıcı olacak.

“Eninde sonunda, uyumlu çeşitlilik idealinin egemen olacağına inanıyorum”

Sizin evrensel bakış açısı kazanmanızda ve bugün geldiğiniz noktaya ulaşmanızda, yetiştiğiniz dönemdeki Beyrut ve çok kültürlü yapısının nasıl bir etkisi var? Çok kültürlülük sizi nasıl besledi? Bunu merak ediyorum, çünkü benzer biçimde çok kültürlü bir şehir olan İstanbul’da yaşıyorum ve sizin yaşadığınız dönemdeki Beyrut’u, İstanbul’a benzetiyorum. Mesela Epiktetos ile Söyleşi’yi, Kapalıçarşı’nın ünlü mücevher ustalarından Haçik Usta’ya ithaf ettim…      

Beyrut, İstanbul veya Paris gibi kozmopolit bir şehirde büyümenin; insanı, farklı geçmişlerden gelen insanlarla beraber yaşamanın mümkün olduğu ve kültürel çeşitliliğin, zihin ve duyular için daimi bir uyarım sağladığı gerçeğinin farkına vardırdığına eminim. Tabii ki, beraber yaşamak, özellikle de kimlik çatışmalarının şiddetlendirildiği bir dünyada, kolay değil. Bağnazlığı durdurmak ve karşılıklı anlayışı geliştirmek için mücadele etmek gerekir. Ama bu savaşılmayı hak eden bir savaştır. Ve ben, eninde sonunda, uyumlu çeşitlilik idealinin egemen olacağına inanıyorum.

Dilek Karagöz

Paylaş

Son Yazılanlar

On iki adanın en güzeli Patmos

2023 yazında Kos seyahatimizin devamında gittiğimiz ikinci ada Patmos’du. Diğer Yunan adalarına kıyasla ulaşması  daha zahmetli bir ada Patmos. Öyle kalmasını da özellikle tercih ediyorlar

Bella ve Ava’nın hikayesi…

Son dönemin popüler filmi, yönetmen Yorgos Lanthimos’un yeni rüyası “Poor Things” üzerine bir yazı diye başladım. Emma Stone’un çok haklı olarak Oscar kazandığı performansı üzerinden

Seçim haftasında yatırımın yönü

Borsa İstanbul haftayı yüzde 3.20 artışlar 9111 puandan kapattı. Borsada yabancı çıkışı beş haftadır devam etsede, olumsuz bir haber akışı yok. 9450 zirve seviyeler sonrasında

Seksin son kullanma tarihi var mı? 

Seks nedir? Temastır.. Neye temastır? 5 Bedene temastır. Her insanın madde beden ve madde dışı beden olmak üzere temelde 2 bedeni vardır.Madde bedene fiziksel beden

İçeride TCMB, Dışarıda FED

Borsa İstanbul haftaya düşüş ile başladı. 9000 puan seviyesinin altında satışlar baskısı devam edecektir. Şimdilerde 8700 puanın hemen üzerinde seyrediyor. Yerli ve yabancının ilgisi son

Taraftar var, taraftar var

Sporda izleyicilerin, ama daha da ötesinde taraftarın önemi tartışılmaz. Günümüzde üst düzeyde spor yapabilmek tümüyle paraya dayanıyor. Elbette eskiden de mali destek önemliydi, ama günümüz

Sanatçıların kahvesi “Art Cafe”

2000’li yılların başıydı. Levent civarındayım. Gözüme çarpan  ufak, sirin bir pastane ve heyecan verici levhası ART CAFE… Paris’in pastane ve yemek yerlerinin sıkı takipçisi olunca

Borsa yükselişine devam eder mi?

Borsa İstanbul haftaya 9155 puandan yükselişle başladı. 12 yıl sonra not artışı geldi. Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in kredi notunu B ‘den B+ ‘ya ve not