Okumayı sevmenin yanında okuduklarını paylaşmak da günümüzde kolaylaştı. Sosyal medya üzerinden okuduğu kitapları paylaşanlar, yazarlarını etiketleyerek yorumlarını yazan okur sayısı hiç az değil. Renkli kitap kapaklarını mum ve fincanlar ile kombinlemek dışında okumayı sistematik hale getiren iyi kitabı arayan okurlar da var.
Kendini bildi bileli okuyor
Banu Yıldıran Genç, sosyal medya hesabından okuduğu kitaplar hakkında düşüncelerini kendine has üslubuyla anlatıyor. Fakat Genç’in kitaplarla olan birlikteliği sosyal medya paylaşımları ile başlamamış.
“Kendini bildi bileli” okuyan, okuduklarını çeşit çeşitli gazete ve dergilerde, dijital mecralarda okuduklarına dair yazan ve yazmanın ancak çok okuduktan sonra girişilmesi gereken bir alan olduğunu düşünen Banu Yıldıran Genç, Notos Kitap’tan çıkan Geri Döndüğüm Yerler’de üzerine yazdığı kitapları farklı temalarla bir araya getirmiş.
Kitabı okurken sadece edebiyat ve kitapla ilgili görüşlerini değil yaşam, ölüm, yalnızlık, aile, savaş gibi farklı kavramlara ve yazarın kişisel yaşamını da okuyoruz. Bu anlamda kitap, sadece edebiyatı tartışmıyor, yazarının cüretkar bir şekilde yaşamını anlattığı, Türkçede eksikliğini yaşadığımız deneme türüne büyük bir katkı sunuyor. Banu Yıldıran Genç ile Geri Döndüğüm Yerler’i konuştuk.
Yazma serüveniniz nasıl başladı?
Deneme türüne başlangıcım henüz yeni. 18-19 yaşlarımda üniversitemden pek de memnun değildim. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyordum. Şu anda da edebiyat öğretmenliği yapıyorum ama öğretmen olduğum için pişman değilim. Aksine çok memnunum. Fakat bölümümü sevmedim, hiç bana göre bir edebiyat eğitimi değildi. Okula gitmiyordum, tavanı seyredip “Allahım ben ne yapacağım?” diye düşündüğüm günlerden birinde ‘Negatif’ isimli bir dergiye başvuruda bulundum.
Derginin genel yayın yönetmeni Duygu Asena’ydı; sinemadan tiyatroya sanatın her alanıyla ilgili yazılar yer alıyordu ve yer alan kitap eleştirilerini kendime yakın hissediyordum. Bir gün kalktım ve derginin çıkarıldığı Doğan Medya Center’a gittim. O zamanki halime sarılasım geliyor, çünkü bugün olsa gidemezdim. Ben sizin derginizi çok beğeniyorum ve burada yazmak istiyorum dedim. Derginin editörü Serpil Gülgün benimle görüştü ve haftanın iki-üç günü dergiye gidip gelmeye başladım.
3 ay boyunca Negatif dergisine gittiğim süreçte yazı nasıl yazılır onu öğrendim
Öncesinde de yazıyordum hatta birbirinden kötü şiir denemelerim olmuştu fakat kitaplar üzerine yapma isteğim hep vardı. Carson McCullers üzerine özel bir sayı hazırlanıyordu ve dergi ekibi 19 yaşında bir kızın McCullers hakkında bu kadar bilgili olmasına şaşırmışlardı. Çünkü her zaman okuyordum. Orada 3 sayı yazdım ve bir toplantıda Duygu Hanım benim gazeteci olmadığımı stajyer olduğumu ve bana kadro açamadıklarını söyledi.
‘Ben seni İnci’ye yollayayım” diyerek o zaman Adam Yayınları’nın sahibi olan kardeşi İnci Hanım’a yönlendirdi. Semih Gümüş ile de orada tanıştım. Öncelikle kitap evi çalışanı oldum. Ve benim yayınevlerini, hangi yazarlarla çalıştıklarını bilmeme çok şaşırmışlardı. Kitap evinde çalışıyordum ama aynı zamanda yayınevine giderek Semih Gümüş’e sorular soruyordum. Semih Abi de gençlere destek olur, bana da yazı yolunu kendisi açtı. Negatif’ten sonra Adam Öykü’de yazmaya başladım. Hem kitap evinde çalışıp hem de Adam Öykü dergisinde yazıyordum.
3 yıllık çalışmanın ardından okulu bitirmem gerektiği için ayrıldım. 2006’da Semih Gümüş Notos’u kurduğundan beri orada yazıyorum. Notos’un bünyesinde açılan oggito.com’da da yazmaya başladım, burası biraz daha serbest bir alandı. Bu alanda da kişiselleşen yazılar yazdım. Artık yaş da ilerleyince “ben de bir şeyler anlatabilirim” düşüncesiyle hareket ettim. Meltem Gürle’nin Kırmızı Kazak kitabını okuyunca da ben bu gibi yazılar yazmalıyım deyip denemeye yoğunlaştım. Bu yazılarımın pandemi öncesinde kitaplaştırılmasını düşüncesi vardı ve sonrasında da hayata geçirdik.
Genellikle denemelerde yazarlar kişisel yaşamlarından izlere yer vermez. Fakat siz anneliğinizden ebeveynlerinizle olan iletişimize kadar kişisel yaşamınıza yer veriyorsunuz.
İnsanlar çok ketum genelde. Ben değilim.
Javier Cercas’ın bir sözü var, “Çok görünen insan aslında kendini en iyi gizleyen insandır” diye. Ben buna da inanıyorum. Sosyal medyada da aktifim, çocuğumla veya ailemle olan ilişkilerimi de oraya yazıyorum ama kendi istediğim kadarını yazıyorum. Doğrusu kendisiyle hesaplaşmak konusunda kadınların daha cesur olduklarını düşünüyorum. Kadın yazarların daha cesur olduğunu düşünüyorum. Nobel ödülü alan Annie Ernaux’un da öncelik ettiği oto kurmaca türü edebiyatta yükselişte.
Ve yazar evliliğini, çocukluğunu hatta yasak aşkını önümüze tüm çıplaklığıyla sermiş bir yazar. Bunu tamamen kendiyle hesaplaşarak yapıyor, kimseyi de rencide etmiyor. Yine Valeria Luiselli de kendi yaşamını anlatıyor. Oto kurmacaya yer veren çok yazar var. ve queer edebiyatta da yüzleşmeyi içeren oto kurmaca eserleri var. Erkekler ise bir duvarın arkasında gizlenme durumu söz konusu.
Belki toplumsal olarak bunu kırmak ve çıplak olmak istemiyorlar. Bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum. Çocuğumla ilgili yazdıklarıma çocuğum gülüyordu, annem ve babam da onlarla ilgili yazdıklarımı biliyor. Her insanın hayatı biricik ve edebiyata da bir şekilde bağlanıyor. Ben de bu bağlantıyı kurmayı seviyorum.
Sizi takip edenlerin, okuyucuların tepkileri neler oldu?
Özellikle kendi yaşıma yakın kadınların tepkileri çok olumluydu. Evli, çocuklu veya bekar anne… kendi çocukluğumuza döndük diyenler oldu. Özellikle “Babam ve Yorgo’nun Hikayesi” ve amcamdan bahsettiğim bölümler kitabın en duygusal yazıları. Bu iki yazı için ağladım diyen çok oldu. Yazıları ben dizdim bölümlemeleri ben yaptım fakat bu iki yazının kitabın en başında yer alma kararı bilinçli değildi.
Özellikle kitabın adı da düşündürücü. Mesela çok sevdiğim bir kitap olduğu zaman geri döner döner okurum veya sevdiğimiz bir yere tekrar tekrar gitmek isteriz. Acaba kitabın başlığı bu düşünceyle mi bulundu?
Doğrusu aynı kitabı tekrar tekrar okuma eylemi beni şaşırtmıyor. Yer alan kitaplar cidden geri dönüp okuduğum ve benim için değerli olan kitaplar. Hem de kendi hayatımda geri döndüğüm yerleri kastettim. Çünkü çocukluk benim için bir masal ülkesi gibi. Çok güzel bir çocukluk geçirdim.
Geri dönemeyeceğimizi bilmediğimiz zamanlar. O zamanlardan bize kalan aile fertlerimiz, kitaplar ve birkaç eşya. Sizin sürekli geri döndüğünüz kitaplar hangileri?
Jonathan Safran Foer’in Her Şey Aydınlandı kitabını 2-3 yılda bir döner okurum. Politik ve tarihsel bir kitap ama aynı zamanda çok eğlenceli. Valeria Luiselli ve Svetlana Aleksiyeviç de dönüp dönüp okuduğum yazarlar. Hele Aleksiyeviç hayatımı değiştiren bir yazar diyebilirim. Hani günlük hayattaki sorunları dert ediniyoruz ve ne yapacağız diyoruz ya bir yandan insanlar neler yaşamış bizimkisi de dert mi dedirten bana Aleksiyeviç’in kitapları oldu.
Çernobil ve İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan dramları yazardan okuyabiliyoruz. Ahmet Rasim ve Salah Birsel’in denemelerini okurum. Salah Birsel de kendinden bahseden bir denemeci. Ben Türkoloji bölümünü sevmedim ama Türkçeye aşığım. Ana dilin lezzetli kullanımını çok özlüyorum ve arıyorum. Bu yüzden Türkçede sürekli olarak döndüğüm yazarlar Ahmet Rasim, Refik Halit Karay ve Salah Birsel’dir. Saydığım yazarlardan bu lezzeti aldıktan sonra çağdaş edebiyata geri dönüyorum.
Özellikle çağdaş edebiyattan birçok yazarı okumanız yanında Refik Halit Karay sevginiz de var. Yazar olarak kendisiyle nasıl tanıştınız?
Bizim evde yazarın Memleket Hikayeleri kitabı vardı. Oradaki çizimler çok hoşuma gidiyordu. Evde kitaplıklar çok geniş değildi fakat ablalarımın kitaplarından faydalanıyordum. 10’lu yaşlarda Memleket Hikayeleri’ni okudum ama o yaştaki bir çocuğa pek uygun değilmiş. Ortaokulda ise âşık olduğum çocuk Refik Halit Karay’ın torununun çocuğuydu. Ve ben onların evine gidiyordum. Annesi babası da çok iyi insanlardı ve entelektüel konuları anlatıyorlardı. Refik Halit Karay’ı o dönemde daha iyi tanıdım. Gurbet ve Memleket Hikayeleri’ni çok başarılı buluyorum.
Sosyal medyanın yaygınlaşması ile kitaplarla ilgili paylaşımlar da fazlaca yer alıyor. Burada kitap tanıtım furyası da ortaya çıktı.
Ben bu furyayı hiç bilmiyordum. “Bookstagramer”lık denen bir şey varmış. Ben bu durumu pandemide öğrendim. Çünkü pandemide Instagram hesabımı aktifleştirmeye karar verdim. Çünkü okuduğum kitaplar hakkında daha öncesinde goodreads isimli sitede yazıyordum. Bu yorumlarımı Instagram’a da taşıyayım deyince bookstagramer hesapları takip etmeye başladı ve farklı bir dünya olduğunu gördüm.
İyileri var tabii ama yeni bir şey olduğu için karışık bir kavram. Çünkü influecerlığa kayanlar da var. onlar da sadece kitabın kapağı görünsün derdi var. çünkü üst üste kitap sipariş paylaşımları, kargo paketi açılma videoları var ve bu kitapların ne kadarı okunuyor şüpheli. Çoğu yayınevinin de bu konuda yanlış davrandığını düşünüyorum. Bu tür paylaşım yapanlara hediye kitaplar yollanıyor, iş birlikleri yapılıyor Kitap obje olarak görülüyor. Ciltlisi, ciltsizi veya rafta nasıl durduğunun hiçbir şekilde önemsemiyorum.
Ahmet Çağatay Bayraktar