İçeriye adım attığımda karşımda Şeytan Salih, Miço Nazım, Çolak Kazım, Janti Fikret, Melek Fahri… Sanki bir kitabın sayfalarını aralar gibi… Bu kez sözcüklerin yerini renkler, figürler almış. Rengarenk, kalabalık bir görüntü.
“Sıradan” dediğimiz insanların o muhteşem hikayeleri, renklerle, çizimlerle hayat bulmuş. Her resim bir hikaye, hani sofra başında, sokak arasında anlatılan hikayeler bunlar, kimi tamamlanmış, kimi yarım kalmış belki de hiç başlamamış. Ama olduğu gibi, samimiyetle, Sinan Dağ’ın çizimlerinde hayat bulmuş.
Sıradan hikayeler “içimdeki bahar”
Sinan Dağ’ın Art Capsule Galeri’de süren resim sergisinde Sıradan hikayeler “içimdeki bahar “ serisinde figüratif resimlerle 23 farklı hikayenin kahramanı var. “ Gün olur herkes evine döner “ sergisinin koordinatörlüğünü Hakan Kürklü yapıyor.
Hikayelerin ressamı Sinan Dağ, bu insanların portreleriyle tarihe not düştüğünü, hikayeleri dinleyip resmettiğini, hatta onun da kendi hikayesini onlara anlattığını söylüyor ve devam ediyor, “imgeleri okumak gerekiyor. Herkesin ev tanımı değişir. Belki de şu anda burası benim evim.
Ben o insanlarla olduğum an, orası benim evimdi. Vardır, her ailede haylaz dayı, her şeyi bilen enişte, sevilmeyen damat gibi karakterler. Onlar hayata artı bir değer katan insanlar.”
Pek çok kişisel ve karma resim sergisi olan Sinan Dağ, sahne dekoru, sinema , dizi sektöründe, tabiat ve tarih müzesinde sanatsal birçok projeye imzasını atmış.
Her sanat eserinin, üzerinde mutlaka sanatçısına giden bir iz bıraktığını ve bu nedenle eserlerinde kendisinden bir parça olmasını artık bilinçli ve istekli bir şekilde önemli bir tasarım unsuru olarak benimsemiş. Aslında çocukluğunun ev ortamında ailesinin işi dolayısıyla evde her tarafın dergi olduğunu Gırgır, Oğuz Aral, Avanak Apti… onlarla büyüdüğünü vurguluyor.
Gözyaşlarıyla hikaye ya bitiyor, ya yarım kalıyor
Artık insan ilişkilerinde kök salamadığımız, kurgu bir hayat yarattığımızı da belirten Dağ’ın resimlerinde hepimiz kendi hikayemizden bir parça bulabiliriz. Hüzünlü ya da neşeli, o an nasıl görmek istiyorsan, kimi hatırlıyorsan, yüreğinde nereye dokunuyorsa, hikayelerimize nokta konmadı ki…
Bir çift göz vardı karşımda. Dağ’ın söylediğine göre, gözyaşları, sonuna kadar geliyorsa hikaye tamamlanıyormuş. Belki de tamamlanan yerden bizim için farklı bir hikaye başlar. Bir kedi, ipe asılan çamaşırlar, ilişkinin güzel sonuçlandığını gösteren zeytin dalı ve kral tacı.
Adeta resim hikayenin imzası oluyor, resmin bittiği yerde hikayenin sahiplenildiğine söyleyen Dağ’ın eserlerinde hüzün var, aşk var, kavuşamayanlar, mizah var. Banyo köpükleri arasında kaybolan bir yüz, kupa koleksiyonu yapan bir kadın, Onlar hikayelerini anlatmış, Sinan Dağ resmetmiş. Bazıları da gözlük gibi kişisel eşyalarıyla var olmuşlar resimlerde.
Sergiye mutlaka gidin, o karakterlerde, o renklerde kaybolun. Kim bilir, o resimlerde kaç tanıdığa rastlayacaksınız.
Ve son sözü sanatçıya bırakıyorum; “ben resimle oynadığımı düşünürken, aslında onun da benimle oynadığını; şaşırtıcı şekilde boyanın, kağıdın dokusu ve yerçekimiyle dansında keşfettim. Bu nedenle akışları ve rastlantıları benim çalışmalarımda bolca izleyebilir ve yakalayabilirsiniz.
Rastlantı demişken kaos denilen hırçın dalgaların tehlikesinin farkındayım; ona karşı geliştirdiğim savunmalarımın başında “basitlik ve sadelik” geliyor. İlkel ve içsel karakterlerimin hikayelerini bu iki kahramana emanet ediyorum.”
Mine Türkili