Üsküdar’ın en güzel semti Salacak’ta, lezzetleriyle kendine çeken ama aileden biri gibi hissettmenizi sağlayan işletmesiyle de kendine bağlayan Little Garden Cafe’nin sahibi Ertuğrul Coşgun’la yaptığımız sohbette bu güzel kafenin fikrinin nasıl ortaya çıktığını ve müşterilerin nasıl da zaman içinde buranın müdavimi olduğunu konuştuk.
Bize kendinizden bahseder misiniz?
1972’de İstanbul’da doğdum. Okul hayatım uzun sürmedi. Orta birinci sınıft okulu bırakıp çalışmak zorunda kaldım. Yaklaşık 20 sene Kapalı Çarşı’da kuyumculuk yaptım. 30 yaşında işi bırakıp abimle spor salonu açtık. Yaklaşık bir 20 sene de onu yaptık ama bizde hep mutfağa bir ilgi ve merak vardı.
35 yaşlarımdayken kafe açma konusunda çok ısrar etmeme rağmen ailem bu konuya sıcak bakmadı. Ne zaman ki spor salonunda üye sayısı düşmeye başladı onlar da benim fikirlerime kulak vermeye başladılar. Böylece birden bire spor salonunu kapattık ve kendimizi burada bulduk.
Konumu çok güzel ve samimi bir mekan
Burası önceden de bir kafe miydi?
Burası önceden de kafeydi ama daha çok hastane kantinini anımsatıyordu. Düz, soğuk bir havası vardı ama ben devamlı buraya geliyordum çünkü konumunun güzelliğinin farkındaydım ve bir gün burayı alabilirim diyordum. Planladığım gibi de oldu. Bu sene 4. senemiz.
Dört senede burada neleri değiştirdiniz?
Burayı o soğuk havasından çıkarıp keyif alacağım bir yere dönüştürdüm. Evimdeki eşyalarla, eskiciden aldığım şeylerle burayı daha samimi bir yere çevirdim. Mesela bir dürbün var babamdan kalma. 50 yıllık orduya ait bir dürbün. 1978 senesinden beri biriktirdiğim pulların bir kısmı da burada, zamanında spor yaparken müzik dinlediğim radyo da burada. Yani burada olan çoğu şeyin bir anısı var ama bunları tema olsun diye yapmadım, sadece sevdiğim şeyleri burada tutmak istedim.
Burada neler yapıyorsunuz, size ait orijinal ürünler neler?
Magnolialardan, portakallı mozaiklere çeşit çeşit ürünlerimiz var. Bu ürünlerin hepsini kendimiz yapıyoruz ve her birinin de ayrı seveni var ama herkesin en çok sorduğu ürün, eklerimiz Mars. Aslında bu ürün bir hata sonucu ortaya çıktı. Biz ilk başta normal ekler yapıyorduk fakat ekler hamurunu fırında fazla tutmamız sonucu çıtırlaştı. Hatalı olan ekleri satmadık, abimle yedik.
Sonrasında düşündük ki aslında baya değişik, güzel bir lezzet oldu bu. Bunu nasıl farklı şekilde sunabiliriz diye düşündük. Böylelikle ekler hamurunu gofret gibi çıtır hale getirdik içine fındık kreması koyup üzerini fıstıklı çikolatayla süsledik. Neredeyse orijinal eklerin önüne geçiyor satışları. Yaptığımız ürünlere hiç olmamış diyen daha çıkmadı çünkü ben beğenmediğim ürünü tezgaha koymuyorum. Abime söylerim “şöyle olmuş, böyle olmamış” diye, en iyisi olana kadar da deneriz.
İşletme sahibi cana yakın olmalı
Farklı lezzetler sunuyor olmanız mı yoksa müşterilerinizle olan samimiyetiniz mi buranın işlemesinde daha etken?
Birçok yönü var. Lezzet önemli ama siz burada dünyanın en iyi şeflerini de çalıştırsanız, sunumunuzu altın tabakta da yapsanız, işletme sahibi cana yakın olmayan, nemrut biriyse kimse o lezzetleri yemeye gelmez. Lezzetin iyi olacak, davranışın iyi olacak, insanlarla karşılaştığında enerjin tutacak, onları bir şekilde burada tutmayı becerebileceksin. Bunların hepsi bir arada olacak.
Ama bu samimiyet seçici olmama engel değil. Eşim bazen kızar “Niye bu kadar seçici davranıyorsun?” diye. Böyle davranmak zorundayım çünkü ben zamanımın büyük kısmını burada geçiriyorum. Kimse benim işletmemde huzurumu bozamaz. Benim kafem öyle çok özel bir yer değil normal ufak şirin bir kafe ama benim için özel.
Buranın sizin için özel olmasının sebebi nedir?
Ben işletmeciliği çok seviyorum. İnsanlarla iç içe olmayı, uzun süre bir mekanda vakit geçirmeyi çok seviyorum. Hem işim oldu bir mekanda vakit geçirmek hem de sosyal hayatım. İnsanlarla tanışma ortamım oldu burası. Maden mühendisi tanıdığım var, gazeteci, reklamcı, iş adamı… aklınıza ne gelirse. savcı tanıdığım var. Hepsi aynı mekanda çay, kahve içiyor yeri geliyor muhabbet ediyor.
Başka alanlarda çalışmış olmanızın bu işi yapmanızda nasıl katkıları oldu?
İşletmeciliği öğrendim bir kere. 20 sene salon sahibiydim. Ondan önce de çocukluğumun büyük bir kısmı Kapalı Çarşı’da geçti. Orada çok şey öğrendim. Ben ilkokul mezunu bir adamım, çok fazla bilgiye sahip biri değilim. Bana hayat bir takım şeyleri öğretti. Ben kafaya ne koyduysam hep kendi çabalarımla yaptım.
Spor salonunu kapattığımın sabahı geldim burada iş başı yaptım. İnsanlar beni daha önce de kafe işletmecisi zanneti çünkü kafenin ilk açıldığı günden beri iyi ürünler koymaya çalıştım. İlk başta ürünleri dışardan alıyorduk ama daha sonra dışardan gelen ürünün hesabını müşteriye veremedikçe bu işleri kendimiz yapmaya başladık.
Kafe sahibi olmak, insanların ‘Ekonomik durumum iyi olsa kesin yapardım’ dedikleri bir iş. Sizce kafe sahibi olmanın zorlukları neler?
Kafe işletmeciliği zor bir iş, kolay değil kesinlikle ama keyifli bir iş. Onu keyifli hale kendin getirirsin. Keyifli bir iş olduğu zaman da zorlukları gözünde büyümez insanın ama şöyle de bir gerçek var ki kimse hayır için kafe açmıyor. Özellikle bizimki gibi ufak işletmelerde masa sayısı ortada.
Elbette fazla hesap bırakan müşteri de bir çay içip kalkan müşteri değil demiyorum. Ben bu düşünceye karşıyım. Önceliğin para kazanmak değil, işini doğru yapmak olmalı. İşimi doğru yaptığın zaman para bir şekilde geliyor. Gün gelir iki yüz lira harcar müşteri gün gelir tek çay içip kalkar. Müşterinin ne kadar harcadığı değil, bu iyi niyeti suistimal etmesi beni rahatsız eden şey.
Başka bir yer açmayı düşünüyor musunuz bir başka şube buranın samimiyetini etkilemez mi?
Evet açmayı düşünüyorum ama yeni yer burayı etkilemeyecek. Aslında bir işletme açabilecek duruma sahibim ama kimse bana büyük bir işletme açtıramaz çünkü büyük bir yer açtığında dükkanın kontrolü senden çıkıyor, çok eleman, daha çok sorun çıkması, çok sıkıntı demek, ürünün kalitesinin düşmesi demek. Açacağım yer gene butik 8-10 masalı bir yer olacak ama daha hareketli bir lokasyonda ki daha çok insan senin lezzetlerimizi tatsın.