Geleceğin Mutfağı Geçmişimizden Geliyor

Bugünlerde küresel ölçekte derinleşen ekonomik dalgalanmalar, ekolojik dengesizlikler ve tarımsal üretimdeki zorluklar, hepimizi derinden etkiliyor.

İklim krizinin tetiklediği beklenmedik hava olayları, gıda üretimini sekteye uğratırken, tedarik zincirlerindeki aksaklıklar sofralarımıza ulaşan besinlerin maliyetini artırıyor.

Tam da bu karmaşık ve belirsiz ortamda, aslında tarihimizin derinliklerinde saklı duran, zor zamanların bilgeliğini taşıyan bir mutfak kültürünü hatırlamak belki de en doğru yaklaşım olacak.

Tıpkı farklı coğrafyalarda yaşanmış kıtlık ve savaş dönemlerinde ortaya çıkan ve bugün hala ilham kaynağı olan “yoksul mutfaklar” gibi, Anadolu coğrafyasının da benzer bir mirası bulunuyor.

Bu miras, sadece yokluğun değil, aynı zamanda yaratıcılığın, dayanıklılığın ve eldeki kaynakları en akıllıca kullanmanın da bir ifadesi.

Türk ve Anadolu mutfaklarında, geçmişteki zorlu dönemlerin izlerini taşıyan pek çok lezzet günümüze kadar ulaşıyor.

Düşününce, kuru fasulye, nohut, mercimek gibi uzun süre saklanabilen ve doyurucu olan baklagiller, zor zamanlarda sofraların temelini oluşturmuş.

Topraktan kolayca elde edilen patates ve soğan gibi kök sebzeler, hemen her yemeğin vazgeçilmezi olmuş.

Mevsiminde bolca yetişen domates ve biberler sadece taze tüketilmekle kalmamış, aynı zamanda salça yapılarak kıt günler için saklanmış.

Tazeliğini yitirmeye başlayan sebzeler ise kurutularak kış aylarında bile lezzetli dolmaların iç harcı olmuş.

Ziyan etmek yok!

Her bir lokma değerlendirilmiş.

Bayatlayan lavaş ya da ekmek mi?

Atmak yerine hemen tirit ya da omaç gibi doyurucu yemekler yapılmış.

Sadece un ve suyla yoğrularak hazırlanan erişte ve makarnalar, basit bir salça sosuyla bile besleyici bir öğüne dönüşmüş.

Sütün değerli bir yan ürünü olan peynir altı suyu bile kaynatılarak besleyici lor peynirine çevrilmiş, tıpkı başka mutfaklarda da benzer zekice çözümler üretildiği gibi.

Tatlı ihtiyacı mı doğdu?

O da doğadan gelen basit malzemelerle giderilmiş; rafine şeker yerine tahin, pekmez ya da pestil ikram edilmiş.

Soğuk kış günlerinin iç ısıtanı çorbalar da unutulmamış; tarhana, mercimek, ezo gelin gibi çeşitler, elde ne varsa onunla pişirilmiş.

Artan yufkalar ise içine o an ne bulunursa konsun, lezzetli böreklere dönüşmüş.

Aslında bu “yoksul mutfağı” olarak adlandırdığımız şey, günümüzün giderek önem kazanan “sıfır atık” felsefesinin ta kendisi.

O günün zorlu şartlarında bir zorunluluk olarak ortaya çıkan bu yaklaşım, aslında ne kadar da sürdürülebilir, yerel kaynaklara dayalı ve israfı reddeden bir mutfak anlayışıymış.

Her bir malzeme en ince ayrıntısına kadar değerlendirilmiş, hiçbir şey kolayca gözden çıkarılmamış.

Ancak zamanla dünya değişti, refah seviyesi arttı ve mutfaklarımız da çeşitlendi.

Belki de bu çeşitlilik beraberinde bazı kayıpları da getirdi.

Yerel üretim yerine ithalatın önceliklendirilmesi, geleneksel tariflerde kullanılan bazı özgün malzemelerin yerini daha kalitesiz muadillerinin alması gibi sorunlarla karşı karşıyayız.

Ekonomik krizlerin de etkisiyle gıdalardaki tağşiş oranlarının artması, sofralarımızdaki lezzeti ve güveni zedeliyor.

İşte tam da bu noktada, geçmişin bilgeliğine kulak vermenin tam zamanı.

Mademki ekonomik ve ekolojik olarak zorlu bir süreçten geçiyoruz, neden bu “yoksul mutfağımızı” yeniden keşfedip, onu günümüzün ihtiyaçlarına göre uyarlayarak bir çıkış yolu aramayalım?

Bu mutfak, sadece besleyici ve lezzetli yemekler sunmakla kalmaz, aynı zamanda yerelliğin, sürdürülebilirliğin ve israfsız bir yaşam biçiminin de güçlü bir simgesi olabilir.

Belki de bu zorlu dönem, unuttuğumuz bu değerli mirası yeniden hatırlamak ve ona sahip çıkmak için bir fırsattır.

UNUTMAMAMIZ GEREKEN GERÇEK

Ekosistemler karmaşık bir dengedir; tabağımızda yaptığımız her tercih bu dengeyi ya güçlendirir ya da bozar.

Reha Tartıcı

Paylaş

Son Yazılanlar

Akdeniz kıyısında saklı miras Lazkiye

Güney Komşumuz Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki önemli şehri Lazkiye Son günlerde adını sıklıkla duyuyorsunuz. Şimdiye kadar hep olumlu güzel sıfatlarla anıyorduk komşumuz Suriye ‘yi. Çok kültürlü,

Mayıs Salıncağında Uçmak

Pencereden başımı çıkarıp içime çektiğim derin soluğun, gözümü kapatınca tenime dokunan havanın, seslerin, bulutların, birbirinin gölgesinde gezinen yaprakların kendi halleri içinde, olanca endamlarıyla kendimi iyi

Girit’ten Side’ye dostluk festivali

Kasım ayındaydık telefonum çaldı. Manavgat belediyesinden aramışlardı. Side‘de ilkbaharda bir festival yapalım ne dersiniz? diye sordular. ‘Nasıl bir festival olsun?’ diye sorduğumda bana, 1870 yıllarından,

Enginarın Bereketi, Gastronomi Şöleni

Geçtiğimiz hafta Ege’nin incisi Urla, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi sadece bir ilçe festivalinin çok ötesine geçen bir gastronomi şölenine ev sahipliği yaptı. 24-27 Nisan tarihleri

Mevsimin Tadı Yarının Umudu

Günümüzde sürdürülebilirlik kavramı, çevresel dengeyi koruma ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma amacıyla her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır. Bu bağlamda, geleneksel tarım

Gastronomi ve Mitolojik Öyküler

İlkbaharla beraber doğanın bu masalsı dönüşümünü, ağaçların yeşermesini, çiçeklerin açmasını, mevsimin tatlarını, lezzetlerini ve mis kokulu ilkbahar günlerini hep beraber yaşıyor ve kutluyoruz. Masalarımız taptaze

Hoşçakalın gittim ben…

Siz bu satırları okuyorsanız artık aranızdan ayrılmışım demektir. Ne çok konuştu o gece bizimki benimle. Aylardır ilk defa hıçkırarak ağladı. Yapabilecek bir şey kalmamıştı çünkü.