Yeşil Ördek – Prasini Papia
Şehrin gürültüsünden, hayatın koşturmacasından yorulmuşken kendinizi birdenbire sanki başka bir âleme geçmiş gibi hissettiren mekânlar vardır. Büyük tabelaları, süslü vitrinleri, parıltılı menüleri yoktur ama, orada oturduğunuzda hem ruhunuz hem damağınız huzur bulur. İşte bizim mahallemizdeki o küçük lokanta, tam da böyle bir yer.
Menü harika, özenle, emekle pişirilmiş yemekler, yepyeni yaratıcı tarifler. Marka olmuş özel yemeklerin listesini aşağıda bulacaksınız.
Bir anne ve iki kızı, on bir yıl önce küçücük bir mutfaktan yola çıkmışlar. Ne büyük sermayeleri vardı ne de gösterişli vaatleri… Ama kocaman kalpleri, usta elleri ve yemek yapmaya duydukları sonsuz sevgi onları bugünlere getirmiş. Üstelik sadece anne, Hatice Gürbüz değil, anneanne de mutfakta usta imiş bir zamanlar.
Bugün iki kız kardeşin ortağı lokanta PRASİNİ PAPİA
Yalnızca karnımızı doyurmuyorlar; sofralarında bizlere bir hatırayı, bir tebessümü, bir samimiyeti de ikram ediyorlar.
MELTEM GÜRBÜZ VE GAYE ARSLAN
İlk yaratıcılık tabeladan başlıyor. Burası PRASINI PAPIA, amblemi yeşil bir ördek. Gaye Hanım’a ilk sorumuz elbette bu oldu “ Neden yeşil bir ördek?” “Kardeşimin yurt dışından aldığı ve çok sevdiği yeşil başlı ördek figürü bir kolyesi vardı. Onu uğur sembolimiz yapmak istedik. Ancak ticari isim hakkı sadece Yunanca Prasini Papia “ Yeşil Ördek oldu.”
Siz ve kız kardeşiniz 11 senedir başarı ile sürdürdüğünüz bu mutfak macerasına nasıl başladınız?
“İkimiz de başka mesleklerdeyiz. Ben öğretmenim, kardeşim muhasebeci. Aileden gelen yemek yapma zevki ve alışkanlığı her zaman vardı. Çevremizin teşvikleri, devamlı beğenileri ile başladık.
Önceleri evde kurabiyeler yaparak , sonra onları paketleyip satarak yavaş yavaş ilerledik. Sonunda bize vitrin vazifesi olacak bir yer aradık, borç harç burayı bulduk. Bu ufak bahçeli mekana geldik.
İlk yemeğimiz çorba idi, daha sonra mönümüzde bol zeytin yağlılar oldu. Şimdi evinizde yediğiniz her tür yemeği bizde bulabilirsiniz. Ama iddialı olduğumuz yemek enginarımız. Hele kuşkonmazlı enginarımız çok beğeniliyor.
Çok iddialıyız, şöyle bir sloganımız var.”
“ Ankara’ya gidip Anıt Kabir’e gitmemekle, bize gelip enginarımızı yememek aynı büyük kayıp “
Ayrıca meyveyi de çok kullanıyoruz. Bildiğimiz anne yemeklerine olabildiğince meyve ekliyoruz. Özellikle kardeşim Meltem’in hayalleri doğrultusunda ilerledik. O kurslara gitti, araştırdı, bugün orijinal tariflerde onun yaratıcılığını görebilirsiniz. Biliyorsunuz yemekte malzeme de çok önemli. Bizim de yıllardır tedarikçimiz, pazarcılarımız var. Her zaman en iyi, en taze sebze meyve gelir bize.
Mönümüz her gün 20 çeşidi buluyor.
İmza yemeklerimiz var.
Vişneli Zeytinyağlı bamya,
Köz Patlıcanlı Ananas,
Vişneli Yaprak Sarması,
Bademli Çalı Fasulyesi,
Köz Patlıcanlı Enginar,
Vişneli Fırın Pancar – süzme yoğurt ile,
Cevizli Kısır,
Jersey inek sütünden yapılmış Fındıklı Sütlacımız da ünlü.
Bir de altı kek üzeri özel bir çikolata sosu kaplı “Ağlayan pastaé mız var.”
Mekanın bahçesi var – kırk yıllık dostluğun, mahalle sıcaklığının hayat bulduğu küçük bir bahçe. Yaklaşık otuz kişilik. Çiçeklerin arasında, mis gibi pişen yemeklerin kokusu eşliğinde oturunca zaman yavaşlıyor.
Bazen anneden öğrendikleri bir tarifi deniyorlar, bazen kendi hayal güçlerinden doğan yeni bir lezzetle bizleri şaşırtıyorlar. Her tabak, sanki evimizin mutfağından çıkmış gibi doğal ama aynı zamanda başka yerde bulamayacağımız kadar özel.
Ayrıca kış için terasta çevresi naylonla kapatılmış, sobayla ısıtılmış ufak bir bölüm mevcut.
Bahçede beni karşılayan masada kocaman bir kapta yeşil taze bamyalar, etrafında ellerinde bıçaklarla her bir bamyayı tek tek dikkatle külah şeklinde ayıklayan yardımcı kadro. Sibel, Neslihan, Aslıhan
Çalı fasulyeleri 3-4 milimlik şeritlere bölünyor. Becerikli ellerde minicik köfteler yapılıyor.
Onların mutfağında sır yok, ama büyü var. O büyü; özenle seçilmiş malzemelerden, incelikle yoğrulmuş emekten, en çok da anne sevgisiyle harmanlanmış kızların coşkusundan doğuyor. Lokantalarının küçüklüğü, sundukları lezzetlerin büyüklüğünü gölgeleyemiyor.
Bir gün yolunuz düşerse, bu bahçede oturup yemeklerin tadına bakın. Sadece damağınız değil, kalbiniz de doyar. Çünkü orası yalnızca bir lokanta değil; üç kadının, sevgiyle kurduğu bir sofra.
Sevim Gökyıldız