“İncinsen de incitme”

RUANDA ÖRNEĞİ: SOYKIRIMLA BAŞA ÇIKMANIN TEK YOLU ZALİME DÖNÜŞMEK DEĞİLMİŞ

Hacı Bektaşi Veli’nin, “İncinsen de incitme” sözü, şu sözüyle beraber, bu yazıda anlatmaya çalıştığım her şeyi özetliyor: “Düşmanının bile insan olduğunu unutma.”   Ya da bugün duyduğum Hz. Ali’ye ait şu söz: “Bin kere zulme uğrasan da bir kere zalim olma.”

Irk ayrımcılığı ve soykırım mağdurları her zaman zalime dönüşmüyor. Bir önceki yazımda saldırganla özdeşleşme mekanizmasının, zulme uğramış milletleri nasıl zalimlere dönüştürebildiğini anlatmıştım.

Tarih, bir vakitler itilip kakılan, ayrımcılığa maruz kalan, aşağılanan milletlerin güç elde ettiklerinde sıklıkla adil ve empatik olmak yerine, zalime dönüştüklerinin örnekleri ile doludur.

İnsan sanıyor ki kötülük görmüş, dışlanmış, aşağılanmış ve zulme uğramış kişi veya topluluklar, zulümden kurtulduklarında halden bilir olurlar ve başkalarına karşı merhametli davranırlar ama maalesef genellikle öyle olmuyor ve zalime dönüşüyorlar.

Yakın tarihte bu örneklerden farklılık gösteren iki olay gerçekleşti: Biri Güney Afrika’da yıllarca ırk ayrımına maruz kalan siyahların iktidara geldiklerinde zalime dönüşmemeleri ve adil, ırk ayrımının olmadığı bir rejim kurma çabaları idi. Diğeri ise Ruanda’da çok ağır bir katliama uğradıkları halde iktidara geldiklerinde intikamcı davranmayan Tutsilerin gösterdiği barışçı tutumdur.

Ruanda, ekvatorun hemen güneyinde 26 bin kilometre kare büyüklüğünde küçük bir devlettir. Aşağı yukarı Ankara kadar. Bugün ele alacağımız soykırım sırasında nüfusu 7 milyon kadardı.

Bugünse nüfusu 14 milyona ulaşmış durumda. Bahsedeceğimiz soykırım 1994 yılında yaklaşık 100 gün sürmüş ve 800.000’den fazla Tutsi ile ılımlı Hutu, sistematik olarak sopa ve palalarla öldürülmüştür.

Kısa Ruanda Tarihi

Ruanda Avrupa’nın büyük güçlerinin Afrika’yı bölüşmek için düzenledikleri Berlin Konfrası’nda Almanya’ya verilmişti. 1884′ de Ruanda’ya gelen Alman’lar Birinci Dünya Savaşı’na kadar bölgeyi denetimlerinde tuttular.

I. Dünya Savaşı’nda ise bölge İngiltere ve Fransa’nın müttefiki olan Belçika tarafından ele geçirildi.

Almanlar azınlıkta olan (nüfusun yaklaşık yüzde 10’u) Tutsilere ayrıcalıklar vermişlerdi. Belçikalılar ise Tutsilere verdilen ayrıcalıkları daha da artırdı.

İnsanlarda kafa ve beden ölçümleri yaparak, uzun ve ince olanları Tutsi, kısa ve ince olmayanları Hutu olarak kaydettiler.

Herkese üzerinde Tutsi mi, Hutu mu olduğunu yazan kimlikler verdiler. Tutsiler eğitimden yönetime birçok ayrıcalığa sahipti. Mesela Hutuların üniversiteye gitmesi yasaktı, sağlık ve eğitim hizmetlerinde ve yönetim kademelerinde Hutulara yer verilmiyordu. Aslında aralarında ciddi fark olmayan iki grup arasındaki farklar yapay olarak artırıldı ve Hutular aleyhine belirgin bir durum yaratıldı.

Katliam öncesi

1950’lerin sonlarına doğru, bağımsızlık hareketleri güç kazandı ve Hutu çoğunluğu, Tutsi aristokrasisine karşı ayaklanmaya başladı. 1959’da Ruanda’da “Hutu Devrimi” olarak bilinen isyan patlak verdi. Bu isyan, Tutsi monarşisinin devrilmesi ve Hutu çoğunluğun iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlandı.

Ardından 1961’de Ruanda’da yapılan referandumda monarşi kaldırıldı ve cumhuriyet ilan edildi. Gregoire Kayibanda, Ruanda’nın ilk cumhurbaşkanı seçildi. 1 Temmuz 1962’de, Ruanda ve Burundi, Belçika’dan bağımsızlıklarını kazandı. Ruanda Cumhuriyeti resmen kuruldu.

1962’de bağımsızlık sonrası, çoğunlukta olan Hutu’lar iktidarı ele geçirdi. Hutular iktidarı ele geçirdiklerinde daha önce egemen olan Tutsilere karşı ayrımcılık politikalarına başladılar. 1973’te Hutu kökenli Juvénal Habyarimana askeri darbeyle iktidara geldi ve Tutsi’lere yönelik baskılar devam etti.

Hutular eskiden kendilerinin de yaşamış olduğu dışlanmayı ve ayırımcılığı bu sefer azınlıkta olan Tutsilere karşı yapmaya başladılar. Ancak bu ayırımcılık giderek şiddetlenip, soykırıma dönüştü.

Propaganda ve Nefret Söylemleri:

Hutu iktidarı, Tutsi’lere karşı nefret söylemlerini artırdı ve Hutu radikalleri, “Hutu Power” olarak adlandırdıkları bir ideoloji benimsediler, Tutsi’leri düşman olarak gösterdiler. Bu bağlamda RTLM (Radio Télévision Libre des Mille Collines) gibi medya kuruluşları, Tutsi’lere karşı şiddet çağrıları yaptı.

“Hutu Power” ideolojisinin ilkeleri şunlardı

  1. Hutu Milliyetçiliği: Hutu etnik grubunun üstünlüğünü ve haklarını savunmak.
  1. Anti-Tutsi Retorik: Tutsilere karşı yoğun bir nefret ve düşmanlık beslemek.
  2. Tarihi Mağduriyet ve İntikam: Tutsilerin geçmişte Hutulara karşı adaletsiz davrandıkları gerekçesiyle Tutsilerden intikam alınması gerektiğini savunmak.
  3. Etnik Saflık: Hutu etnik grubunun saf ve homojen bir grup olarak korunmasını savunmak.
  4. Örgütlenmek ve silahlanmak. Silahlı Hutu militan gruplarının oluşturulması ve desteklenmesini savunmak.

Hutu Power ideolojisi kapsamında, insanlara belirli kurallara ve davranış kalıplarına uymaları empoze edildi. Bu kurallar, Tutsilere karşı nefret ve şiddeti teşvik etmek amacıyla oluşturulmuştu. Bu dönemde insanlara benimsetilen bazı kurallar şunlardı:

  1. Tutsilere Güvenmeme: Tutsilerin güvenilmez, hain ve düşman olduklarına dair bir inanç yaygınlaştırıldı.
  2. Tutsilere Yardım Etmeme: Tutsilere herhangi bir şekilde yardım etmek, saklamak veya korumak kesinlikle yasaklandı. Yardım edenlerin hain olarak görülüp cezalandırılacağı açıkça belirtildi.
  3. Tutsilere Karşı Şiddet Uygulama: Tutsilere karşı şiddet uygulamak, onları öldürmek veya yaralamak teşvik edildi. Bu hem bireysel düzeyde hem de organize militan gruplar tarafından gerçekleştirildi.
  4. Propaganda ve Nefret Söylemi: Tutsilere karşı nefret söylemi yaymak, Tutsi karşıtı propaganda yapmak ve bu tür söylemleri desteklemek gerektiği vurgulandı. Medya, özellikle radyo, bu propagandayı yaymak için aktif olarak kullanıldı.
  5. Etnik Ayrımcılık: Tutsilerle sosyal, ekonomik ve politik ilişkilerden kaçınılması emredildi. Tutsiler işten çıkarıldı, okullardan atıldı ve kamusal yaşamdan dışlandı.
  6. Komşularını İhbar Etme: İnsanlara, Tutsileri saklayan, onlara yardım eden veya Tutsi sempatizanı olan komşularını ve tanıdıklarını ihbar etmeleri söylendi.
  1. Tutsilerden Alışveriş Yapmama: Hutulara, Tutsi dükkanlarından veya Tutsilere ait işletmelerden alışveriş yapmamaları emredildi. Bu, Tutsilerin ekonomik olarak izole edilmesini ve maddi kaynaklarının kesilmesini sağlamak amacıyla yapıldı.
  1. Tutsilere Mal ve Hizmet Satmama: Tutsilere herhangi bir mal veya hizmet satılması yasaklandı. Bu, Tutsilerin temel ihtiyaçlarını karşılamalarını zorlaştırdı ve yaşam koşullarını daha da kötüleştirdi.
  2. Tutsilere Borç Vermeme: Tutsilere borç vermek, kredi sağlamak veya finansal yardımda bulunmak yasaklandı. Bu, Tutsilerin finansal kaynaklara erişimini engelledi ve ekonomik açıdan zayıf düşmelerine yol açtı.
  1. Etnik Gruplar Arasında Romantik ilişki ve Evlilik Yasağı: Hutu ve Tutsi etnik grupları arasında romantik ilişki ve evlilik kesinlikle yasaklandı. Mevcut evlilikler ise ciddi baskı altına alındı ve ayrılmaları için baskı yapıldı.

Bu yasaklar, etnik gruplar arasındaki düşmanlığı derinleştirmek ve toplumsal ayrışmayı artırmak için kullanıldı. Ruanda Soykırımı sırasında bu tür ayrımcı politikalar, Tutsilere karşı yürütülen geniş çaplı şiddetin ve soykırımın önemli bir bileşeniydi.

Tüm bu gelişmeler karşısında 1987’de Uganda’da sürgünde olan Tutsi mültecileri, Ruanda Vatanseverler Cephesi’ni (RPF) kurdu ve 1990’da Ruanda’ya saldırarak iç savaşı başlattılar.

Katliam   

6 Nisan 1994’te Ruanda Cumhurbaşkanı Juvénal Habyarimana’nın uçağı, Kigali Havalimanı yakınlarında düşürüldü.Bu olay, soykırımın tetikleyici unsuru oldu. Uçağın düşürülmesinden kimin sorumlu olduğu hâlâ net değil, ancak Hutu radikalleri Tutsi’leri suçladı.

Habyarimana’nın ölümünden hemen sonra, Hutu milis grupları (Interahamwe ve Impuzamugambi) ve hükümet güçleri, Tutsi ve ılımlı Hutu’lara saldırmaya başladı. Katliam, merkezi hükümet ve yerel yetkililerin desteğiyle sistematik olarak yürütüldü.

Tutsi’ler ve Hutu muhalifleri, evlerinden çıkarılıp öldürüldü. Kiliseler, okullar ve stadyumlar gibi toplu barınma yerleri katliam alanlarına dönüştü. Katliamcıların ellerinde az sayıda silah ve kurşun olduğu için, öldürülenlerin çoğu palalarla öldürüldü.

Parası olanlar, kendisi ve ailesi için kurşun parasını ödeyip kurşunla öldürülmeyi sağlayabiliyordu. Parası olmayanlar ise pala ve sopalarla katledildi. Katliam süresince Tutsi kadınları ve kız çocukları yaygın olarak tecavüze uğradı.

Katliam bıyunca Tutsilerin yüzde 75’i yok edildi. Sadece kaçanlar veya saklanabilenler kurtulabildi. Bir milyona yakın Tutsi’den geriye sadece 200 bin kadar Tutsi sağ kalabildi.

Katliamın durdurulması

Katliam başladıktan sonra, RPF ilerleyerek 3 ay içinde başkent Kigali’yi ve diğer önemli bölgeleri ele geçirdi. RPF’nin bu hızlı ilerleyişi katliamın durdurulmasında kritik bir rol oynadı. Daha sonra uluslararası toplum, özellikle Birleşmiş Milletler (BM), katliamı durdurmak için geç de olsa adımlar atmaya başladı. BM de sonunda soykırımı sona erdirmek için bir barış gücü gönderdi.

RPF, Temmuz 1994’te Kigali’yi ve ülkenin büyük bölümünü ele geçirdiğinde, katliamlar büyük ölçüde sona erdi. RPF’nin zaferi sonrasında, Paul Kagame liderliğinde yeni bir hükümet kuruldu ve Hutu milislerinin çoğu komşu ülkelere kaçtı.

Katliam sonrası siyasi durum ve iktidar

Katliam sonrası dönemde, yeni hükümetin ana hedeflerinden biri ulusal birlik ve uzlaşmayı sağlamaktı. Bu amaçla, soykırımda yer almamış ve işbirliği yapmak isteyen Hutu siyasetçiler de hükümete dahil edildi. Mesela Cumhurbaşkanı bir Hutu oldu. Ama asıl yetki başbakan yardımcısı olan Kagame’de idi.

2003 yılında yeni bir anayasa kabul edildi. Bu anayasa, etnik kimliklerin ön planda olmadığı, ulusal bir kimlik vurgusunu benimseyen ve demokratik prensiplere dayanan bir anayasa idi.

Yeni anayasanın kabul edilmesinin ardından, Ağustos 2003’te başkanlık seçimleri yapıldı. Paul Kagame, büyük bir çoğunlukla Ruanda’nın yeni cumhurbaşkanı seçildi. Seçimde Kagame dışında bir Hutu olan eski başbakanlardan Faustin Twagiramungu da adaydı.

Barışçı bir ortamda ve uluslararası gözlemciler eşliğinde gerçekleştirilen seçime  yüzde 96,6  gibi oldukça yüksek bir oranda katılım oldu ve Kagame oyların yüzde 95,1’ini aldı. Bu, Hutuların da büyük oranda Kagameye oy verdiğini gösteriyor.

Hutuların da Kagame’yi seçmelerinin en büyük nedeni son 30 yıldır etnik düşmanlık dolayısıyla devam eden istikrarsızlığa son vermiş olması ve siyasi istikrar yanında ekonomik istikrar ve kalkınma sağlamış olmasıydı. Düşmanlığa son verip barış içinde bir arada yaşamanın nimetlerini görmek, insanların barışı seçmesine yardımcı olmuştu.

Bunun yanında Kagame’nin etnik ayrımcılık karşıtı politikaları ve Hutulara dostça davranması belki de birçok Hutu’da Tutsilere karşı yaptıkları ile ilgili pişmanlık duygularına yol açmış olabilir. Sonuçta Hutular da büyük oranda etnik çatışmayı sürdürmeyi değil barışı seçtiler.

Kagame’nin liderliğinde, hükümet çeşitli ekonomik ve sosyal reformlar gerçekleştirmeye devam etti. Eğitim, sağlık, tarım ve teknoloji alanlarında önemli ilerlemeler kaydedildi. Kagame, 2010 ve 2017’de yeniden seçildi.

Katliamın yaralarının sarılması ile ilgili yapılanlar

Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTR): Birleşmiş Milletler tarafından 1994 yılında Tanzanya’da kurulan mahkemede soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işleyen üst düzey yetkilileri yargıladı.

Uluslararası Toplumun Yardımları: Uluslararası toplum, Ruanda’ya ekonomik ve insani yardım sağladı. Yeniden yapılanma ve kalkınma projeleri için çeşitli ülkeler ve kuruluşlar mali destek sağladı.

Gacaca Mahkemeleri:

Geleneksel Ruanda topluluk adalet sistemi kullanılarak 2001 yılında yerel mahkemeler kuruldu. Gacaca, Ruanda’nın geleneksel bir adalet mekanizmasıdır ve bir çeşit halk mahkemesidir.

Bölgedeki insanlar tarafından seçilen kişilerce yürütülür. Bu kişiler, topluluk tarafından dürüstlükleri ve adalet duyguları nedeniyle seçilirler.

Gacaca Mahkemeleri resmi olarak 2012 yılında kapandı. Bu süreçte Gacaca Mahkemeleri kapsamında toplamda yaklaşık iki milyon dava görülmüştür.  Mahkemeler tarafından cezalandırılan kişi sayısı yaklaşık olarak 1.2 milyon civarındadır.

Cezalar, suçun ciddiyetine, failin rolüne ve işbirliği yapma derecesine göre farklılık gösterdi.

  1. Kategori 1: En Ağır Suçlar

Bu kategoride yer alanlar, soykırımın planlanması, örgütlenmesi, liderlik edilmesi veya tecavüz suçları gibi en ağır suçlardan yargılandı.  Genellikle ömür boyu hapis cezası verildi.

  1. Kategori 2: Cinayet ve Ağır Yaralama

Katliama doğrudan katılan veya ciddi yaralamalara sebep olanlar bu kategoride yer aldı.  25 yıla kadar hapis cezası verilebildi. Suçlulara hapis cezasının bir kısmını toplum hizmeti olarak yerine getirme imkanı tanındı.

  1. Kategori 3: Mala Zarar Verme

Mala zarar verme, yağmalama gibi suçlar işleyenler bu kategoride değerlendirildi. Hapis cezası yerine toplum hizmeti ve mağdurlara tazminat ödemesi cezaları verildi.

Suçlarını itiraf eden ve iş birliği yapanlara, cezalarında indirim yapıldı. Bu, toplumsal barış ve uzlaşmayı teşvik etmek amacıyla uygulandı.

Ulusal Birlik ve Uzlaşma Komisyonu:

Ruanda hükümeti tarafından kuruldu ve toplumun iyileşmesi için uzlaşma programları yürüttü.  Soykırım mağdurlarını ve faillerini bir araya getirerek barış ve uzlaşmayı teşvik etmeye çalıştı.

Hükümet Reformları:

Yeni hükümet, etnik ayrımcılığı ve nefreti önlemek için çeşitli reformlar gerçekleştirdi. Eğitim ve kamu politikalarında etnik kimliklerin vurgulanmaması ve ulusal kimliğin güçlendirilmesi hedeflendi. Etnik kimlikler yerine Ruandalı olmak ve Ruandalılık ön plana çıkarıldı.

Anma ve Eğitim:

Soykırım anıtları ve müzeleri inşa edildi, eğitim müfredatına soykırımın tarihçesi ve dersleri dahil edildi.

Toplum Psikolojisi ve Psikososyal Destek:

Travma yaşayan bireylere ve topluluklara psikososyal destek sağlandı. Toplumun genel psikolojik sağlığını iyileştirmek amacıyla çeşitli programlar yürütüldü.

Ruanda’daki etnik barış, hükümetin çabaları ve toplumsal uzlaşma programları sayesinde büyük ölçüde stabil hale gelmiştir. Uzun vadede sürdürülebilir barış için demokratik süreçlerin güçlendirilmesi, insan haklarının korunması ve ekonomik eşitsizliklerin azaltılması önemli olacaktır.

Ancak bazı riskler ve sorunlar mevcut durumu kırılgan yapmaktadır. Sözgelimi halen Hutu milletçiliğini savunan gruplar vardır. Bunların önemli bir bölümü komşu ülkelerde örgütlenmiş olsalar da bir gün milliyetçi Hutuların yeniden iktidara gelmesi ve ayrımcı politikalar uygulaması olasılığı halen vardır.

Öte yandan bu tehdit nedeniyle hükümet milliyetçi gruplara karşı baskıcı politikalar izlemektedir. Bu da özgürlükçü bir demokratik rejim kurulmasını güçleştirmektedir. Ek olarak toplumsal eşitsizlikler hem adil bir toplum için hem de stabil bir toplumsal barış için en büyük sorundur.

Tutsiler, Almanlar geldikten sonra 70 seneden fazla ayrıcalıklı bir konumda yaşadılar. Sonra iktidar değişti ve 30 yıl süren dışlanma, aşağılanma, elindekilerin alınması, sürülme, tacizler, hapisler ve en sonunda da nüfusunun büyük bölümünü kaybettikleri bir katliam yaşadılar.

Ancak uzun yıllar boyunca eğitimsiz ve yoksul kalan Hutuların önemli bir bölümünün durumu çok iyileşmedi ve halen düzeltilmesi gereken en önemli sorun.

Sonuç ve Dersler

Ruanda katliamını yaşandığı dönemde basından takip etmiş, çok üzülmüş ve daha sonra Sivas Katliamını televizyondan izlerken olduğu gibi çaresiz hissetmiştim. Bölgedeki Belçika ve Fransız güçlerinin kayıtsızlığı, Birleşmiş Milletlerin çok geç harekete geçmesi yüzünden dünyanın gözü önünde yüzbinlerce insanın, palalarla, sopalarla katledilmesini bir şey yapamadan tanık olmak korkunçtu.

Sonra Tutsiler kendi güvenliklerini kendileri sağladılar, ülkeyi ve iktidarı ele geçirdiler ve iktidarı ele geçirdikten sonra ırkçı olmayan ılımlı Hutularla beraber yeni bir rejim ve barışı sağlamak için büyük bir çaba gösterdiler. Ruanda deneyimini, katliama uğramış insanların, her zaman zalimce karşılık vermediklerinin, pek ala barışçı ve kucaklayıcı da olunabileceğini gösterdiği için ele aldım.

Bir önceki yazımı ve bu yazıyı Yahudi Soykırımının İsrail politkaları üzerine etkisi ile Ruanda katliamının Tutsilerin politik tutumları arasındaki farklılıkları karşılaştırmak için niyet etmiştim. İlk yazıyı yazdıktan sonra Ruanda’ya da gittim. Soykırım müzesini ziyaret ettim, epeyce doküman izledim ve kitap okudum.

Bunların sonucunda iki deneyimin koşulları arasında birebir karşılaştırmayı engelleyen önemli farklar olduğunu daha da iyi anladım. Ancak bu farklılıklar insana dair şeyleri anlama çalışmamızın bir parçası olarak karşılaştırmaya yapmaya tamamen engel değil tabii ki.

Yahudi’ler, Nazilerin Yahudi karşıtı politikalar izlemeye veya yaslar çıkarmaya başladığı andan itibaren, Almanya’da örgütlenseler, Nazilere savaş açıp onlarla çatışsalar ve sonunda Nazileri yenip iktidara gelselerdi bu iki deneyim birbirine çok benzerdi ve karşılaştırılması daha kolay olurdu.

Bu konuda yapılan birçok çalışmadan biliyoruz ki travmaya ve zulme uğrayan insanların zalime karşı direniş göstermeleri ve savaşmaları ile boyun eğmeleri arasında travmanın sonuçları açısından önemli farklıklar oluyor.

Zalime boyun eğmeyip direnen kişi ve ulusların kendilik algısı, ses çıkaramayan, korkup boyun eğenler gibi olmuyor. Bir önceki yazımda gösterdiğim gibi kendilerini zayıf, korkak, çaresiz algılamıyorlar. Böyle algılamadıkları için de daha sonra kendilerini yeniden güçlü ve hâkim hissetmek için başkalarına zulmetmeleri ya da boyun eğdirmeleri gerekmiyor.

Öte yandan Tutsilerin Hutularla barışması ve barışı desteklemeleri, yeterli bir adalet sağlanmasaydı da başarılı olamazdı. Soykırımla ilgili iki milyon kişi yargılandı ve 1.2 milyon kişi çeşitli cezalar aldı. Ailesi öldürülmüş, tecavüze uğramış, soykırımdan sağ kalmış birçok kişi adil bir şekilde suçluların cezalandırıldığını düşündüğü için diğer Hutularla gönüllü olarak barışabildiler.

Ruanda deneyimini en farklı kılan yanı katliama ve soykırıma uğramış ve ancak nüfusun yüzde 9’unu oluşturan bir grubun iktidarda olmasıdır. Bu da onların iktidarını kırılgan yapmakta ve çoğunluk olan grupla bir uzlaşma yolu bulmaya mecbur bırakmaktadır.

Yahudiler farklı olarak başka bir coğrafyaya gidip başkalarının topraklarını ele geçirerek çoğunluğunu kendilerinin oluşturduğu bir yerde iktidar kurdular. Bulundukları coğrafyada iktidar da çoğunluk da onların elinde. Oysa Ruanda’da Tutsiler iktidarı ele geçirmiş olsalar bile azınlıktalar.

Belki azınlıkta olmak, tehdit altında olmayı hissettiriyor ve kendilerinden 10 kat kalabalık olan bir gruba karşı intikamcı şiddet politikaları gütmek kendileri için de çok riskli olacağından barışçı ve uzlaşmacı olmayı tercih etmek durumunda kalıyorlardır.

Öte yandan genel olarak azınlık grup mensuplarının daha kucaklayıcı ve hoşgörülü olduğu bilinmektedir. İçinde yaşadıkları toplumda rahatça var olabilmeleri ancak farklılıklara saygı duyan, ayırımcı olmayan, eşitlikçi ve adil bir kültürle mümkün olacağından azınlık mensupları da bu tür politikaları ve fikirleri desteklemektedirler. Bu yüzden hemen her yerde azınlık mensupları daha barışçı, eşitlikçi ve ayırımcı olmayan politikaları destekler ve savunurlar.

Ülkemizde de yüzyıllar boyu çeşitli katliamlara uğramış Aleviler, zaman zaman iktidara karşı ayaklansalar da diğer gruplara karşı hiçbir zaman intikamcı bir tutumu benimsememiş, daima gruplar arası hoşgörüden ve eşitlikten yana olmuşlardır.

Özetle soykırıma ya da ayrımcılığa maruz kalmak, dışlanmak, kötü muamele görmek herkesi kendisine yapılanları başkalarına yapmaya itmiyor ve intikamcı yapmıyor. Sanırım inançların, ideolojilerin velhasıl bu konudaki düşünce ve duyguların da ne olacağını belirlemede etkisi var.

İnsanın başına gelenlerden arda bir de olsa daha insancıl bir dünya kurmak için yararlanabileceği dersler çıkarabildiğini görmek umut verici.

Yazıya Hacı Bektaşi Veli’nin bir sözüyle başlamıştık, Yunus Emre’nin bir sözü ile de bitirelim

”72 Millete aynı gözle bakmayan, halka müderris olsa, Hakka asidir.”

Doğan Şahin

 

Paylaş

Son Yazılanlar

Trump 2.0 kazandı, dünyada ne olacak?

Borsa İstanbul haftanın ilk iş günü 10 bin puan üzerinde kapanış yaptı. Altın, haftaya yatay başladı, ons 2700 dolar seviyelerinde, gram altında ise 3100 TL

Türk Gastronomisinin Altın Kaşıkları

Mutfak Dostları Derneği’nin 2018’de onur ödülü vererek başlattığı Altın Kaşık Gastronomi Ödülleri bu yıl çok önemli bir kategoriyi de Yılın Servis ödülü başlığı altında değerlendirmelerine

Kadın emeğinin gastronomiye yansıması

Senelerdir severek yaptığım iş gastronomi yazarlığı ve bunun gibi yeme içmeye, damak tadına ilişkin konulardaki  etkinlikler. Resmi bir tanımı yok, verilmiş unvan da  değil. Sadece 

Gastronominin evrensel gücü

Altın Kaşık Ödülleriyle Mutfak Dostları Derneği’nin ödüllendirdiği yaratıcılık, FSUMMIT 2025’in vizyonuyla sektöre kazandırdığı yenilikler ve Husin belgeselindeki derinlemesine hikâye, gastronominin sınırları aşan gücünü gözler önüne

Prada dertsiz başına dert mi arıyor?

Tasarımlarından marka kimliğine, müşteri portföyünden sattığı hayallere kadar birbirinden çok farklı iki marka hakkında bir söylenti dolaşıyor lüks moda sektöründe… İtalyan moda devi Prada’nın, Capri

Sofralarımızın Ortak Dili

Yemek sadece fiziksel bir gereksinim değil; kültürel kimliğimizi şekillendiren, tarihimizin sessiz tanıklığını yapan ve insanlar arasındaki bağları güçlendiren evrensel bir unsurdur. Her ülkenin, her yörenin