Annie Ernaux’dan “Seneler” sonrası

Yaşamların bir tüketim alaveresi üzerine şekillendiği, bir kenarda fazla ses çıkarmadan durmamızı öğütleyen bir çağda, kolay değil insanın yüreğine, tarihsel bilincine seslenmek. Bu sorumluluğu çoğu kez bir öğretmen olarak, bazen bir sosyolog,  bazen yazar olmayı düşlemiş gencecik bir yürek olarak yerine getiriyor Annie Ernaux.

‘Us’un ‘sus’a ayartıldığı toplumlar

Bazı insanlar yüreğinde bir mektup taşır; bir başına kalsa da yollar üzeri, iletmenin sorumluluğunda bir posta güvercini gibi kanat çırpar. Annie Ernaux’u okurken usun susa ayartıldığı toplumlarda yaşadığımız çağın tarihini unutmamanın ne denli önemli olduğuna tanık oluyoruz.

Elbette doğrusu bu, sustukça unuturuz. ‘’Seneler’’, bir öğretmenin yaşadığı ülkenin yakın tarihinde titizlikle değerlendirdiği bireysel ve toplumsal değişimleri, özümsediği toplumcu bakış ile aktardığı bir kolektif roman. Tüm roman sanki bir odeonda geçen konuşmalar…

Not tutan ve yönlendiren bir öğretmen, kimi sıralarda, kimi sahnede söz alan katılanlar. Hemen her kişi diğerine tanıdık, söz aktıkça okuyanı da içine alan, zamanla sahne ışıklarını iyice kısıp salt kendi sesinin duyulduğu bir ortamda sürüp giden bir anlatı.

Büyük aile çoğullukları içinde, tozlu- çamurlu yolları ile kırsal yaşam, üzerindeki tozuyla üretim tarihinin raflarına kaldırılırken, ‘ekonomik gelişme döneminin’ tüm toplumsal yapıda oluşturacağı değişimlerin kaçınılmaz olduğu zamanlar gelip çatmıştır. Eğitim olanaklarının zorluğuna karşın, aileler istekle çocuklarını okutmaya çalışıyor, üniversitelerini bitirip yaz tatillerinde evine gelen çocuklar evlerin başköşesinde ağırlanıyorlardı.

Oysa birkaç yıl önce, savaş anıları ve milliyetçilikleri ile başköşe evin yaşlılarınındı. Cinsel yasakların her yerde denetlendiği ahlaki ağız birliği ve kilisenin katı tutumu özellikle gençlerin yaşamında etkin olma çabasından vaz geçmiyordu. Etek boyları, giysiler, makyaj ağırlığı kadınların çevresindekileri yok sayarak yapabildiği seçimler değildi.

Ekonomik tükeniş insanları yeni yerlere, yeni iş alanlarına doğru yollara döküyordu. Öğretmenlere, memurlara, hekimlere yapılan taşra atamaları başlı başına bir coğrafya dersiydi. Şehirlerde hayat vitrinlere bakmakla, mağazalardan satın alınan teknolojik aletleri evin her tarafına doldurmakla geçiyordu.

Bu aletleri alabilmenin insanda yarattığı ayrıcalıklı olma hissi, tüketim sarhoşluğu ile denize açılan bu kadırgada, bir kürekçinin yerinin daha dolması anlamına geliyordu. Satın almayı, borçlanmayı, yeni olanı, başkasında olmayana sahip olmayı önceleyen tekno-yetmeler,  Büyük İskender’in Falanksları gibi kapitalizmin toplum içine saldığı süvarileriydi.

Kırsal üretimin ağırlığını yitirdiği bu dönemde, yapacak her hangi bir işten fazlasını vaat edemeyen büyükşehirler, eteklerini öptüren bir imparator gibi saygılı bir mesafede kendine bir yaşam alanı sağlamaya çalışan insanlarına yer göstermişti.

Yirmidört saatlik çalışmaları ile fabrikalarda sözüm ona insanların bitmeyen istekleri karşılanıyor, yüksek tempoları ile düşük ücretli işçiler, öğrenciler, öğretmenler seçimlerle geçiştirilen özlemlerini dile getirecek sesi bulmaya çalışıyorlardı. 1968 de tüm ülkeye yayılan gösteri ve grevler, şiddet içeren eylemler, ‘yeter demenin’ kadim dilinde koca bir itirazdı.

Annie Ernaux; tüm gözlemleri, defalarca düşünüp, yorumladığı tanıklıkları ile kişisel gelişimini adadığı ve tüm insanlık için vazgeçilmez bulduğu sosyalist düşünceyi savundu.

Savaş sonrası her ulusun, kendi çocuğunun mezarını başka ülkenin topraklarında ziyaret ettiği zamanlar gelip geçtikten sonra; refah,  sahip olma, tüketim mutluluğu aldatmacası ile kendine büyük kazançlar sağlamayı hedefleyen sermayenin tüm topluma buyurganlığı, ikna yöntemleri can yakıcı olmayı sürdürüyor.

‘Seneler ‘,  Annie Ernaux ‘dan hepimize; titiz tutulmuş notları,  tarafsız gözlemleri,  cesur çıkışları, değme özgürlüğü ile kaleme alınmış sıra dışı bir mektup.. Keyifle okunacak bir kitap.

Safa Özkızıltan

Paylaş

Son Yazılanlar

Puta nedir şimdi anlarsınız

Biliyorum, benden sonra bizim evin halleri değişti. BEN, galiba burada büyük harfler gerekiyor. Bir Eflatun geldi geçti o evden. Puta’nın gerçek yüzünü gösteremediği, Uzun’un “ne

Lezzetin Sessiz Mimarisi

Caddebostan’da, Ömerpaşa Sokağı’nın dingin ritminde açılan Stoa, yalnızca bir restoran değil; duyularla kurulan bir anlatı mekânı. Antik Yunan’dan ilham alan mimarisiyle, sadelik ve dengeyi merkeze

Markanın başında kim var?

Marka ve İnsan Bazı markalar hikâye anlatmaz, hikâyenin ta kendisidir. Ve bu hikâye çoğu zaman bir fikirle, bir cesaret anıyla ya da bir içsel kırılmayla

Atletizm Şampiyonası: Rüzgâr gibi geçti

Dünya Atletizm Şampiyonası bu en eski sporun küreresel ölçekteki en önemli şampiyonası… Kıtalara özgü şampiyonalar ve bu sporun yıldızlarının katılımıyla gerçekleşen Diamond League de var

Bir festivalin ardından…

Son yıllarda bir festival furyası oluyor yurdun her köşesinde. Davetler, workshoplar, paneller, konuşmalar, lezzet dolu günler, eski ve yeni dostların buluşmaları, gastronominin sürdürebilirliği, inovasyon konusunda

Mutfakta Bilgiyle Büyümek!

Gastronomi, yalnızca lezzet peşinde koşmak değildir. Bir tabağın ardında yatan kültürel mirası, üretim zincirini, emeği ve zamanı anlamadan mutfağa girmek, eksik bir yolculuğa çıkmak gibidir.

Ege’nin Sakız Kokulu Adası

Daha evvel gitmediğim Sakız adasına; sözde bu mevsim tenha olur, kafamı dinlerim azıcık, diyerek yola çıktım. Seçtiğim tarih 19 Mayıs’tı. Hata burada başlıyordu. Akıncı Türkleri