Bilmiş bilmiş konuşuyor, küçücük ellerinden biri boşta kalmış, boyundan yukarıda, şimdi yazdığı senaryoda oynuyor sanki. Öteki elini tutan annesine günün sonu kalmış bu tatlı yaramazla geçireceği.
Küçük adımlarına ayak uyduran senaryoya hop giriveriyor. Bana ne oluyorsa bilmem, adımlarım minik ayakların bastığı yerlere basmakta gecikmiyor. Konuştuklarını duymak için bir kapıya kulak dayamış gibiyim. Düşsel bir dünyanın kapısına.
Başkasını bilmem ama bu akşamüstünün çelebi bir havası var, rüzgar bile latif dokunuşlarla herkese bir bir uğruyor. Akşamüstünün serinliğine lal şalını örtünmüş yolun ucuna sığışan gökyüzü. Usta bir ışıkçı günün son ışıklarına başını uzatanları gösteriyor.
Bulvarın ağaçları kuş cıvıltıları ile doluyor. Kanatların telaşlı gidiş gelişlerini bildik ağacın bildik dalını aramalarına yoruyorum. Küçümenin anlattıklarını cıvıltılar çeviriyor çepeçevre. Ben ilk kez burada bulunsam da aynı sahne her gün aynı saatte tekrarlanıyor diye düşünüyorum.
Bir uçan balon istiyormuş ama korkuyormuş onu da uçurur diye
Balonu elinde tutarken annesinin elini hiç bırakmayacakmış bunun için. Nereden aklına estiyse kiraz kırmızısı bir balon olmalıymış, ona hemen bu rengi gösterecekmiş.
Sokak lambaları dönüş yollarına dizilmiş, akşamüstünün esmer güzelliğine göz kırpıyorlar. Hayal kurmak bir çocukluk hazinesi mi diye içleniyorum. Göremiyorum ama annenin gözlerinde bir korku olmalı. Hayallere kapılan kızının gidebileceği yerlerde kendi varlığından pek emin olmasa gerek.
Cıvıltıların kesildiğini fark ediyorum, küçümen biraz ötemde kalmış, annesinin kolundan tomurcuklanmış gibi görünüyor. İleride bir bahçe kapısından girdiklerini görür gibi oluyorum. Bir an boşlukta kaldığımı duyumsuyorum; ilginç olan, bu boşlukta beni çevreleyen bir şeylerin çekim güçleri arasında durduğum duygusuna sahibim. Gökyüzüne bakmayı yasaklamıştım kendime bir zamanlar, oralardan dönmek çok zor oluyordu.
Karanlığın en güzel yanı apaçık yıldızlarla baş başa bırakması. Bu boşluğun verdiği duyguya gücenmeden karanlığın en derin yerinden gökyüzüne bakıyorum. Hiç uzak değiller aslında, çekimlerini hissediyorum, zamanla yakınlarına varacağımdan kuşku duymuyorum.
Gün ilk ışıkları ile elime doğmuştu
Tümünü caddelerde, yerlerde gezinen kumrular gibi geçirdim. Tedirginliklerini saklayıp, cakalarını aldırmazlıkla satan kumrulara özenmiştim. Şimdi köşeleri zapt eden bilinmezlik yüzünden nereye gideceğimi kestiremiyorum. Her adımımda ayağıma yapışan bir kaldırım taşını kaldırıp bırakıyor gibiyim. Bu yorgunluk bir evim olduğunu hatırlatıyor. Avucumda bir çocuğunun sıcacık elini hissediyorum.