Bir toplumda kültür ve düşünce hasar aldı mı, genellikle “mış gibi” davranışların, “göstermek için” yapılan işlerin grafiği tırmanışa geçiyor, diye bir giriş yapmak isterdim.
Ama…
Konu ne olursa her alanda ideal olanı bir kısır döngü içine hapsederek öğütüp çöpe çevirmek, kalitesini yerle bir etmek konusunda uzman olan bir sistemde, en büyük hata, olumsuz gördüğünüz ve değişmesi gerektiğini düşündüğünüz konular üzerinde eleştiri yapmak oluyor.
Neden mi?
Çünkü sonuç alamamanın tek garantisi! Olumsuz eleştirilerinizin olduğu bir durum için ağız dolusu ettiğiniz laflar kimseye ulaşmıyor, kimseyi utandırmıyor, kimseyi yanlıştan caydırmıyor. Sadece çatışmaya biraz daha benzin döküyorsunuz, o kadar… Artık böyle…
Peki, ne yapacağız?
Güzel olanı konuşup, takdir etmeyi bilerek, eksik, yanlış, kötü olanı kendi haline bırakmak en iyisi olabilir. Bu, adaletsizlik, haksızlık ve zulüm ile karşılaşıldığında da susmak anlamına gelmiyor elbette… Tersine, konuşmaya harcanan veya sosyal medyada daha çok ilgi çekebilecek bir tepki mesajı yayınlamak için harcanan zaman yerine, biraz daha konu üzerine düşünmeyi ve hareket etmeyi sağlayabilir örneğin.
Şimdi bu satırları yazan da bu kısır döngüden çıkmak için olumlu bir örnek ile yazıya devam ediyor. (Gördüğünüz gibi düşünmek kolay, uygulamak zor)
Efendim, gelelim bu kadar lafı ettiren asıl konumuza…
Mevzumuz müzeler… Kültür bir toplumun hayat damarlarından biriyse müzeler de kuşkusuz bu damarları besleyen, eğiten kurumlar içinde en önemlilerinden… Hafızalarımızın bekçisi, geçmişin değil bizatihi geleceğin mekânları…
Müzelerin bu işlevlerini yerine getirebilmeleri içinse yaşayan mekânlar olması çok önemli… Tarihi objelerin depolandığı bir müze binası, elbette gelecek inşa etmesi beklenemiyor.
Müzede Drama Projesi
Bu konuda elini taşın altına koymuş bir isimden söz edeceğim size; Hatay Aççana Höyük Kazı Başkan Yardımcısı Gül Bulut… Aynı zamanda Türkiye’de ilk defa birinin hayata geçirdiği “Müzede Drama” projesiyle muazzam bir işe imza atıyor.
Arkeolog ve Müzede Drama Eğitmeni Bulut diyor ki; “Türkiye gibi oldukça zengin bir kültürel mirasa ve içinde kültürel birikimleri barındıran birçok zengin müzeye sahip bir ülkede, müzelerin ‘bir eğitim ortamı olarak’ kullanılması olanağından yararlanmamak büyük bir kayıptır.
Müzede Drama Projesi, Kültürel miras bilincinin artırılmasına yönelik atılmış ilk ve en önemli adımlardan biri olup kapsam itibariyle de ünik bir projedir. Bu kapsamda okullarla işbirliği içinde çalışıyoruz. Bugüne kadar okullarla çok sayıda proje gerçekleştirdik.”
Peki, bu benzersiz proje nasıl işliyor? Onu da şöyle anlatıyor; Müzede Drama Projesi’nin temelinde ve her aşamasında ağırlıklı olarak yaratıcı drama yöntem ve teknikleri kullanılıyor. Ayrıca, her yaş grubundan ve her kesimden öğrenci, yaşam boyu öğrenme felsefesine inanan herkes için uygulanabiliyor. Örneğin öğrenciler ile Troya Müzesi’nde Homeros’u okuyup, destanda anlatılanlar üzerine birlikte düşünmekten söz ediyoruz ya da drama yöntemiyle olayları zihinlerinde canlandırmaktan…”
Müthiş, değil mi?
Sadece tarihi objelerin önünden onlara “bakarak” geçmek değil, müzedeki hikâyeyi öğrenmek, üzerine düşünmek ve belki de o hikâyeyi hissetmek! Bunlar yoksa zaten müzenin eğitici özelliğinden bahsedilebilir mi?
Gül Bulut’u, dostlar müzede görsün tavrı yerine toplumun geleceği olan çocukların zihninde bir iz bırakabilmek adına verdiği çaba için tebrik ederim.
Lafımız güzel örneklerin çoğalması için, “mış gibi”ler zaten elenecek…
Dilek Karagöz