Ben Eflatun, maalesef hastayım…
Bir fotom vardı, bakıyordum uzaklara, öyle bir noktaya, geleceğe falan değil. Andan kaçmak için bakarsın uzaklara. Düşünmemek için bakarsın uzaklara. Uzaklara deyip de dağlara, ovalara sanmayın sakın. Benim evin uzağı ne olacak ki… bahçemiz, portakal ağacımız. Tıpkı bizimki gibi dikmiştim gözlerimi uzaklara. Siz bilmezsiniz, o da bakar bazen boşluğa, yanınızda olmaz, söyledikleriniz ona ulaşmaz. Takılır kalır bazen hayatın farklı bir noktasında.
İşte ben de bakıyordum uzaklara
Yine o put gibi duruşumla bizimkini endişelendiriyordum. Epey bir de kilo verince bizimkinin uykuları kaçıyordu. Çünkü bilirim onu, sevince koyar yüreğini ortaya. Bunları niye anlatıyorum size. Bendeniz şimdi veterinerde istirahat ederken yazıyorum.
Bir hafta burada kalacağım. Bizimki geliyor her gün, nefes nefese kalmış görüyorum. Öyle bir suratımı asıyorum ki zavallı karşımda palyaço gibi oyunlar oynuyor. Biliyor aslında onu çok özlediğim için yaptığımı. Benim de moralim düzeliyor. Özlemek var ya özlemek çok ağır bir duygu.
Uzun’u bile özledim
Bilirsiniz köpekler oradan oraya koşar havlar, nasıl da belli ederler özlemlerini, bizde yoktur öyle köpek gibi şımarık eylemler. Ben bir kenarda özlüyorum, belli etmeden, için için. Bakarsın gözüme anlamazsın hiç özlediğimi. Ama itiraf ediyorum, özledim evimizi, onun “Eflatun” diyen sesini, kokusunu, bahçemizi, bahçemizdeki kedileri, yaa Uzun’u bile özledim.
Daha geçen mangal partisinde bana düzenlediği komployu unutmadım. Hani ateşi harlamak için kullanılan tutuşturucular var ya, ondan birkaç damla damlatıp üstüme, ateş kıvılcımlarıyla, ortalıkta ateş almamı izleyecekti. Valla küllerimi de çekmeceye koyardı bu Uzun. Yok yok, tüm bunlar bizim Uzun’la şakalaşmamız. Artık onsuz yazamaz oldum.
Ee burada da koydular beni bi kafesin içine. Kim aklıma gelsin? Uzun gelecek tabii. İyi ki de yemişim onun Sicilya’dan gelen o parmesanlarını. Ne çok aramıştı Mine’yi ben biliyorum, o parmesanlar için… Bu veterinerde katır kutur bir mama koyuyorlar önüme. Ah Uzun ah, o mangal partisinde yediklerinin kokusu geliyor burnuma da. Her şey iştah meselesi, iştahım yok iştahım. Ama eminim, sen benim dönüşümde o çok sevdiğin restorandan bir Arnavut ciğeri alırsın bana. Baharat koydurma sakın, mideme dokunur.
Ben bir kedi Eflatun
O güzel evimizde orada mırlarken, burada gerinirken, kendi alanımda efeliğimi yaparken, şimdi kıstırılmış hissediyorum. Her gün bizimkinin gelişini bekliyorum. O gittikten sonra ertesi gün gelişini bekliyorum. Bekleyerek geçiyor zaman, zor geçiyor.
Hayal kuruyorum o zaman. Bizimki ve ben. Sarmaş dolaş olmuşuz. Ben yine onun gözlerinin derinliklerine ulaşıyorum, dikiliyorum karşısına, pati atıyorum, bakıyorum, her şeyi anlatmaya çalışıyorum. Sonra o anlamayınca canım sıkılıyor, bahçeye çıkmak istiyorum. Ama ama işte, o beni hep gözü gibi korudu, kolladı ya. Şimdi bahçeye çıkmama izin vermez diye çok korkuyorum.
Bahçede atarım ağzıma bir şey, midemi bozarım. Bizimki artık beni cam fanusta saklar, kıyamaz, yemez yedirir, içmez içirir. Hastalandığım gece benimle birlikte sabahladı. Kaç hastane aradı. Veterinerler kapalıydı. Sabah beni evden alırlarken ağlamaklıydı ve yüzü sapsarıydı.
Peki ben ona kıyar mıyım? Ben bir kediyim, hafiften bir bencilliğim vardır. Şu demir parmaklılar gibi kafesin arkasında bilemiyorum huyum suyum değişir mi? Aldılar özgürlüğümü elimden, hayatımın dönüm noktası olur mu onu da bilmiyorum. Ama bildiğim ve gördüğüm tek şey, bizimkinin beni çok sevdiği. O ne güzel bir şey biliyor musunuz? Birinin sizi çok sevdiğinden emin olmak. Ben bir şanslı kedi Eflatun.