Kurttan kuzu doğmaz, kerkenezden şahin
Oğlan dayıya, kız halaya çeker. (Kalıtım)
Taşa çıkan keçinin, ağaca çıkan oğlağı olur.(Antisipasyon-kalıtsal özelliğin nesilden nesile şiddetlenerek geçmesi)
Ata ekşi elma yese, oğlun dişi kamaşır. (Antisipasyon)
Kurttan kuzu doğmaz, kerkenezden şahin. (Türlerin devamlılığı)
Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al. (Kalıtım)
Yumurtadan çıkan yine yumurta çıkarır. (Türlerin devamlılığı)
Ala keçi her vakit püsküllü oğlak doğurmaz. (Mutasyon)
Üzüm üzüme baka baka kararır.(Epigenetik-Çevresel faktörler genetik yapıyı değiştirebilir) ve daha onlarcası…
Biz, hala “Genetik” teriminin tanımını yapmaya çalışırken, atalarımız binlerce yıldır bir takım özelliklerin nesilden nesile aktarıldığını gözlemlemiş, keşfetmiş ve buna yönelik önlemler almışlar. Örneğin; M.Ö 2000-500 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren Asur İmparatorluğu döneminde hurma ağaçlarının farklı cinsiyetlerinin( eşeylerinin) olduğu fark edilmiş. Çiftçiler daha fazla ürün almak için dişi ağaçların çiçeklerini, erkek ağaçlardan aldıkları çiçek tozlarıyla muamele etmiş ve bu yapay döllenme yöntemiyle daha fazla ürün veren hurma ağaçları elde etmişler. Tarihte, farkında olmadan yapılan ilk yapay döllenme örnekleri bunlardı belki de…
Bununla birlikte, genetik ve kalıtımla ilgili ilk bilimsel çalışmalar, 1800’lü yıllarda bir papaz ve aynı zamanda biyolog olan Gregor Mendel’in kilisesinin arka bahçesinde yetiştirdiği bezelye taneleri ile başlar.
DNA’nın keşfi ise; birazdan anlatacağım üzücü olaya dayanıyor. Kadın erkek eşitsizliği ve kadınların henüz Avrupa ve Amerika’da bile, bilim dünyasında hak ettikleri değeri bulamadıkları dönemlere…
1950’ler… O dönemde dünyanın çeşitli yerlerinde, DNA’nın keşfi ile ilgili bilim insanları arasında gizli bir yarış vardı. Rosalind Franklin, Londra’da, X ışınları kullanarak DNA’ nın resimlerini çekiyordu. Senelerce süren araştırmaların,o dönemin teknolojisinde binbir zahmetle zararlı X ışınları ile çekilen binlerce karenin sonunda, 1953 yılında, DNA’nın üç boyutlu görüntüsü konusunda fikir verebilen en güzel fotoğrafı çekti.
Fotoğrafı gördüğüm anda ağzım açık kaldı
Rosalind bu görüntülerle uğraşırken Watson ve Crick ise, Cambridge’de kendi tasarladıkları model ile DNA’yı bir türlü açıklayamıyorlardı. Sonra ilginç bir gelişme oldu. Rosalind’in birlikte çalıştığı bir bilim insanı Wilkins, Rosalind’ in ’in çektiği fotoğrafı Watson’a gösterdi. Ve işte o anda dünyanın gidişatını değiştiren buluş gerçekleşti. Watson’ın bu konuyla ilgili cümleleri şöyle; “… Fotoğrafı gördüğüm anda ağzım açık kaldı ve kalbim hızla çarpmaya başladı… Tüm ayrıntılar oradaydı.”
Ve bu resim sayesinde DNA’nın, kendilerinin düşündüğü gibi 3 zincirli değil 2 zincirli olduğunu anladılar. Böylelikle 1954 yılında DNA üç boyutlu yapısı açıklanmış oldu. 1962’de Watson ve Crick Beyler bu çalışmasıyla Nobel ödülüne layık görülürken, o dönemde İngiltere’de kadın bilim insanlarına önem verilmemesi nedeniyle Rosalind Franklin Hanım unutuldu, hatta Watson Bey Nobel Ödülü’nü alırken, konuşmasında 38 yaşında kanserden ölen Rosalind Hanım’ın adını bile anmadı…
Aradan sadece 60 sene geçti ve genetik bilimi şu anda ütopya haline geldi.
Artık, hastalıkların tanısını koymaktan, hangi ilaçla tedavi edileceğine, kalıtsal hastalık taşıyıcılarını belirlemekten, sağlıklı embriyo seçimine, kanserlerin teşhisinden, tedavisine ya da bir kıl tanesinden kimlik tespitine kadar her alanda genetik testler olarak kullanılmak zorunda.
Öyle bir hale geldik ki, annenin kanını alıp, karnındaki bebeğin genetik hastalığı olup olmadığına bakabiliyor, gen analizleri ile hastalıkların ortaya çıkmadan, tanısını koyabiliyoruz. Çok değil, kısa bir zaman sonra hepimizin birer genetik kartının olması, hayatımızın kalan kısmında nelerin olabileceğini tahmin etmemiz veya genetik olarak dizayn edilmiş bebeklere sahip olmamız uzak değildir. Hatta bugünlerde, bir önceki yazımda detaylı olarak belirttiğim gibi, Covid-19 hastalığını şiddetli geçirip geçirmeyeceğimiz ile ilgili genetik yatkınlık testleri yaparak, kişilerin hastalığa nasıl tepki vereceği konusunda genetik danışmalık verebiliyoruz.
Bezelye taneleriyle başlayan yolculuk, mikro-gen çipleriyle sürecek… Ve genetik bilimi ülke, ırk, din, kadın, erkek ayrımı yapmadan her dönemde Nobel Ödülleri arasından payına düşeni alacak… Aynen Watson&Crick’in (Rosalind Franklin’in) 1962’de ABD&İngiltere’den çıkan Nobel bayrak yarışının, 2015’te bizim vatandaşımız olan Prof. Dr. Aziz Sancar’ın elinde taçlandığı gibi…
Önemli olan tüm bu gelişmelerin insan sağlığı ve toplum huzuruna, barışına, cinsiyetler arası eşitliğe hizmet etmesi… Genlerimizin kötü kişilerin kontrolüne girmemesi dileğiyle…http://www.memorial.com.tr/doktorlar/s-yesim-ozdemir