Pencereden başımı çıkarıp içime çektiğim derin soluğun, gözümü kapatınca tenime dokunan havanın, seslerin, bulutların, birbirinin gölgesinde gezinen yaprakların kendi halleri içinde, olanca endamlarıyla kendimi iyi hissetmem gerektiğini fısıldayan bir sesi var sanki. Oysa sık sık düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum; yavaşça öldüren bir zehir gibi yaşam.
Ne var ki yaşamak için iyimserlik gerek.
Eskiler nikbin demiş. Kötümsere bedbin, uzağı görene dürbün. Kendimi nedensiz, sorgusuz, karşılıksız iyi hissettiren havaları düşünürken geçti aklımdan bunlar. Bazı pusarık havalarda yalnızlığıma özdeşlik kurarım. Ama sırasını savan her cemre, artık bize bıraktığı seçimlerle ilkyazı getirir.
Bir üşengeçlik, gevşeme hali içinde, zorunlulukların çevriminden bi gayret çıkmak isteriz. Bu havaların verdiği gönül hoşluğuyla kendimizden geçme duygusunun doğal bir haz olduğunda hemfikiriz. Eh kendimiz denilen biraz da bu yaban tasavvurdur.
Bu güzide havalar pek bir ismi üzerine alınmaz. Omuzda ceket havası diyeyim ben. Tasaların zihnimizde celallenmediği, birkaç düğmesi çözülen günlük dalaşın ortasında bir nefes aldırır bu gerçeküstü mevsim. Böylesi bir terennüm, yüreklerin sıkışıp, karardığı vakti bir tutulma anından sonrası gibi aydınlatan benzersiz bir duygunun telaşsız, vakur, arınmış dünyasına götürür.
Tanrıların insanla hiç ilgilenmediğinin açık bir kanıtıdır. Kovulmuş, cezalı bir yaratığın hak edeceği en son şeydir çünkü bu güzel hava. Pantheon’da mevsimin sahibi uyumaz, diğerleri uyur uyanık, olacakları bekler. Hep birlikte mevsimleri gözetir, Prometheus’un ateşi çalmasındaki cesaret ve hüner ile bazılarına hemen ortaklaşırız.
İlkyaz tanrısı ya kördür görmez insanlardaki hoşnutluğu, ya sarhoştur. Bakarsın halimize bakıp çelebi bir yoldaş olmaktan mutlu olur.
Tepişip, itişen insanlar; kimi konağını, kimi viranesini bırakıp ortaya dökülürler. Ayakları ile toprağa vurup ölülerini çağırırlar. İhtiyarlar en erken yetişir olacaklara, sınıfları boşaltır çocuklar.
Herkes güneş saati kullanmaya başlar. Kuşlar da az değildir hani, pencere kenarlarına konup, ötüşürler, durduk yerde uçmayı sokarlar aklına insanın. Tekmil tanrılar uyanmadan, zamandan kendin için ‘bir an’ koparabileceğin meyve ağacı olur ilkyaz..
Böyle bir havayı çok özlüyorum. Tek başıma içimdeki sorgucunun tutsağıyım. Karatahtalar, makineler, bitmeyen yolculuklar, hesaplar, doğrulamalar, sağlamalar ile dümdüz edip, kalan ömrüme kinlendiğim yerde; bezginliklerin, tekerlenmelerin, gevelenmelerin orta yerinde omuzuma dokunan eller olsun istiyorum. Güzden iyi pişmiş ekmek, ilkyazdan şarap, bir de kimsenin uzattığı el boş kalmasın, geri çevrilmesin istiyorum.
Safa Özkızıltan