Olimpiyatlar, Türk sporu ve ‘Sizden İyi Olmasın’cılar’

Çocukken, büyüklerin; birinin iyi niteliklerinden bahsetmeden önce, neden mutlaka “Sizden iyi olmasın” diye bir şey söylediklerini anlamazdım. ‘Niye bizden iyi olmasın ki? Bizden ne kadar iyi olsa daha iyi değil mi? Birinin çok iyi olması herkes için iyi bir şey değil mi?’ diye düşünürdüm.

Sonra anladım ki bunu derken haset duyacağımızdan ve kıskanacağımızdan çekiniyorlar. “Ne yani, onu benden daha mı iyi buluyorsun?” diye düşünüleceğinden korkuyorlar. “Hayır öyle değil, onu da beğeniyorum ama kesinlikle seni daha çok beğeniyorum” demek zorunda hissediyorlar.

Başka birinin övülmesinin rahatsızlık oluşturacağını düşünmemizin nedeni muhtemelen bizim yanımızda biri övüldüğünde kendimizi çok iyi hissetmiyor oluşumuzdur. Bu nedenle biz de birini övmeden evvel “sizin kadar iyi değil” demek ihtiyacı duyuyoruz. O zaman şöyle de düşünebiliriz, birinin övülmesi rahatsızlık yaratıyorsa, bir kişinin kendini övmesi de rahatsızlık yaratıyordur.

Bizim, olmak ya da yapmak istediğimiz şeyleri başkaları başardığında ‘niye daha çok çaba göstermedin’ diye biraz kendimize kızarız ama, biraz da bizi başarısız hissettirdi diye bunu yapan kişiye karşı olumsuz bir duygumuz olur. Sağlıklı bir kişiliğe sahip olanlar, bu rahatsızlık duygusunu hayranlığa, takdire yani gıptaya dönüştürürler, daha sağlıksız kişiler ise kızgınlığa ve halk deyimiyle hasede çevirir.

Başarılı ve iddialı insanları çekemeyen kişiler kendileri iddialı ve başarılı olduklarında başkalarının hasedini üzerlerine çekeceklerinden korkarlar.

Bizim kültürümüzde adeta şöyle toplu bir uzlaşma var gibidir. ‘Kimse çok başarılı olup başkalarını kötü hissettirmesin, başarılı olanlar da bunu kendilerine mal etmesin, aksine çok alçakgönüllü olsunlar ki kendimizi yetersiz hissedip onlara düşman olmayalım.’

Dolayısıyla memleketimizde insanlar büyük hedefler koymaktan çekinir, mütevazı amaçlar ve hedefler edinirler. Bu durum, hırslı dolayısıyla da başarılı olmamızı engelleyen şeylerden biridir. Elbette tüm başarısızlığımızın nedeni bu değil ama önemli bir etken.

Spor ve olimpiyatlar, insanın rakiplerine karşı saygılı olmak ve etik kurallara uymak koşuluyla rekabetçi, hırslı ve iddialı olmanın kabul edildiği alanlardan biridir. Hatta hırsın, disiplinin ve başarının dünya çapında onurlandırıldığı yerdir. Uygarlık rekabetçi olduğumuzu ama bunu nezaket ve kurallar dahilinde yapmamız gerektiğini kabul etmiştir.

Rekabet ve hırs insan psikolojisinin doğal bir parçasıdır

Ancak, batı dünyasının aksine doğu kültüründe iddialı olmak, hırslı ve rekabetçi biri olmak iyi karşılanmaz. İnsanlara alçakgönüllü olmanın iddialı olmaktan daha erdemli olduğu öğretilir.

Doğu ülkelerinin birçoğunda, bir yandan alçakgönüllü ve rekabetçi olmamak övülürken tezat bir şekilde başarı da yüceltilir. Bizim kültürümüzde bu iki yön birçok insanda içsel bir çatışma yaratır. Mütevazı ve iddiasız mı olacağız yoksa hırslı ve iddialı mı?

Kendimiz için bu içsel çatışmayı yaşarken mesele sporcularımız için ise şuna dönüşüyor: İstiyoruz ki sporcularımız başarılı olsa da iddialı ve hırslı olmasınlar, hep mütevazı kalsınlar. Mesela Arda Güler’in tevazu sahibi olduğu hep vurgulanıyor, öyle kalsın, büyüklenmesin istiyoruz.

Biraz kibir görsek hemen soğuyacağız gibi. Oysa tevazuunun fazlası başarıyı engelliyor. Birçok kişi bunun farkında olduğundan gerçekte olduklarından daha mütevazı görünmeye çalışıyorlar, samimi olmayan bir tevazu gösteriyorlar.

Hırslı ve iddialı olmaktan kaçınma çabamız, başkalarında hırs ve iddialılık gördüğümüzde ondan hoşlanmamamıza neden oluyor. Kendi içimizde yenmeye çalıştığımızı hırsı, rekabetçiliği başkalarında gördüğümüzde ona saldırıyoruz ki o da hırsını ve iddialılığını bıraksın.

Kimse iddialı ve hırslı olmazsa kendi içimizdeki rekabet arzularını ve hırsı daha kolay bastırabilir ve daha fazla inkar edebiliriz.

Öte yandan, içimizde başkalarının hasedine rağmen disiplinli, hırslı ve başarılı olanlar olduğunda da tökezlemesini bekliyoruz. Başarılı iken bir şey diyemediğimiz bu kimselerin bir hatası, kusuru ortaya çıktığında ya da önemsiz bir tutumu bahane ederek değersizleştirmeye çalışıyoruz.

Ünlü linçlerinin bitmemesinin nedeni budur. Yani başarılı olmuş birini, kendi hırslarımızı frenlediğimiz için çekemiyoruz ve her başarılı olmuş kişinin bir gün düşmesini diliyoruz. Ancak, öldüklerinden sonra artık yeni başarılar elde etmesi imkansız olduktan sonra, iç rahatlığı ile takdir edebiliyoruz.

Çocukken bir büyüğüm şöyle demişti “Fotoğraf çektirirken yanına senden daha yakışıklı birini alma, çünkü fotoğrafa bakanlar seni değil onu beğenir. Ama yanına çirkin birini alırsan herkes seni beğenir.” Geçenlerde Voleybol takımımızdan biri Vargas’ın milli takımda oynamasını uygun bulmadığını söylüyordu.

Gerekçesini beraberce milli marş okumak gibi söyledi ama, Vargas, bu örnekteki gibi beraber oynadığı herkesi yetersiz hissettirebilecek kabiliyette bir oyuncu.

Hırslı ve iddialı görünmekten kaçınmak Türk sporunun tipik özelliklerinden biri olan, maçın başlarına konsantre olamamaya da neden oluyor. Gerek milli futbol takımımız, gerek voleybol takımımız ancak maçı kaybedecek gibi olduğunda gerçek performansını ortaya koyabiliyor.

Maçın başından beri iyi oynayan takımlarımız olmuyor. Genellikle geriden gelen, son dakikada silkinen bir tutum içinde oluyoruz. Ancak, bu geriden gelme, tam maçı kaybedecek gibi olduğumuzda silkinip kazanma alışkanlığımızın başka nedenleri de var.

İddialı ve hırslı görünmekten korktuğumuz için, içimizdeki büyük başarılar kazanma arzusunu kısmen böyle muhteşem geri dönüşlerle doyurmuş oluyoruz. Çünkü böyle olduğunda tam da artık imkansız denilen anda geri dönüp kazandığımızda daha efsanevi ve büyük bir şey başarmış oluyoruz.

Baştan iddialı ve hırslı olduğumuzu kabul edip maça baştan asılmadığımız için böylesi “büyük” zaferler peşinde koşuyoruz.

Bizden zayıf bir takımı üstünlük kurarak yendiğimizde, zayıf bir takımı doğal olarak yenmiş oluyoruz ve bu çok takdir edilesi bir şey gibi gelmiyor.

Ama baştan asılmadığımız için rakip önce set alıyor, gol atıyor ve herkes onların gücünü, başarısını görüyor, sonra “müthiş bir geri dönüşle” gelip maçı aldığımızda sanki daha büyük bir şey başarmış gibi oluyoruz.

Çocukken erişkinlerin başka bir sohbetine tanık olmuştum.

Adam bir güreşçiden bahsediyordu, ne kadar iyi tekniklerinin olduğunu, çok güçlü olduğunu, bilmem hangi müthiş pehlivanları nasıl yendiğini… Ne kadar muhteşem bir güreşçi olduğunu uzun uzun anlattıktan sonra şöyle demişti: “O kadar müthiş bir güreşçi ki onu tek elimle güçlükle yenebildim.”

Rakibini ne kadar güçlü gösterirse aldığı galibiyet de o kadar anlamlı olacağı için onu methediyordu.

Bu adam muhtemelen bunu bilinçli olarak yani ne yaptığının farkında olarak yapıyordu ama bizim milli takım oyuncularının rakibe epeyce fırsat verip geriden gelip maçı kazanma alışkanlıklarının bilinçli olmadığını düşünüyorum. Farkında olmadan gayri ihtiyarı yaptıkları bir şey.

Özetle rekabetçi, hırslı ve iddialı yanlarımızla barışırsak ve bunları medeni ve centilmence ifade etme imkanları yaratırsak bu ızdırapları çekmez ve daha başarılı olabiliriz.

Doğan Şahin

Paylaş

Son Yazılanlar

Emeklilik bahçesinin olasılıkları

Akıllarının nazlı ilgisine iliştirilecek bir kelebek başlık arayan gözlere, ciddi konuları emanet etmek cesaret ister. Kelebek başlıklar nereden aklıma esti bilmiyorum; çevredeki her şeyden ayrı

Ali Rıza Dayı

Daima şık, bakımlı ve güler yüzlüydü. İnsanlarla etkileşimde olmayı sever, sohbetten hoşlanırdı. Lafı uzatmayı sever, biraz çok konuşurdu. Saçları vaktinde briyantinliydi ama jöle çıktıktan sonra

Sporda fair play woke kültür saldırısı

Ben lisedeyken atletizm takımındaydım. Yüksek atlama, uzun atlama, üç adım uzun atlama, sprint kategorilerinde vasat bir performansım vardı. Hâlâ atletizmi çok severim, Diamond League, Dünya

Sokaklarımızın sahip olduğu gizli hazine

Türkiye’nin sokakları, sadece insan kalabalığıyla değil, benzersiz tatlarla da dolup taşıyor. Her köşe başında, her kaldırımda bir lezzet durağına rastlamak mümkün. İstanbul’da simit kokusu eşliğinde

Sanatın problemi sermaye ile olan ilişkisi

Çağdaş sanatçılarımızdan hiç kuşkusuz en yaratıcı ve önemli isimlerden biri Ali Alışır. Sadece biz değil, dünya da Alışır ve eserlerini keşfediyor. Ali Alışır’ın “In Motion”

Rodos’tan Karpathos Adası’na

Uzun zamandır Rodos Adası’na ufak bir tatil yapmak için fırsat bekliyordum. Rodos’un Lindos köyünde, Akropolis’in tam altında butik oteli bulunan 20 senelik arkadaşım Melenos beni

Eylül ayında dengeler bozulabilir

Borsa İstanbul geçen haftayı yüzde 1.71 artı ile 9833 puandan kapattı. Gram altın yatay bir hafta geçirdi ve 2741 TL ile kapanış yaptı. Ons altında