Çok yakışıklı ve uzun boylu biriydi. Herkes hep yakışıklılığından bahseder İstanbul’da doğmuş olsa bir film yıldızı olabileceğini söylerlerdi. Gerçekten güzel bir yüzü vardı. Alain Delon’un daha uzun boylu ve maskülen olanı gibiydi. Kalın, davudi bir sesi vardı ama sesini alçaltarak ve yumuşatarak konuşurdu.
Hep gülümser, her şeye çok istediği gibi olmasa da şefkat ve hoşgörüyle hatta rızası varmış gibi bakardı. Hiçbir şey tam istediği gibi olmaz ama eksik, kusurlu bulduğu şeyleri söylemez ya da şikâyet etmezdi. Sadece çok dolaylı yollardan neleri beğenmediğini anlayabilirdiniz.
O da iyi bir dinleyici iseniz. Yoksa benim de ilk vakitler sandığım gibi çok hikaye anlattığını düşünürdünüz. Diğerleri gibi ben de hikayelerini merakla dinlerdim ama zamanla anladım ki bu hikayeler ifade edemediği memnuniyetsizlikleri anlatıyor.
Diyelim birileri evlendi ama gelin hanımı beğenmedi, gelin hakkında hiçbir olumsuz görüş bildirmez; hemen de üstüne anlatmaz, bir süre sonra şöyle bir mesel söylerdi. Adamın birinin başka bir yerde yaşayan oğlu evlenmiş. Bir süre sonra gidip bir ziyaret edeyim şunları, bakayım gelin nasıl biri demiş.
Oğlunun evine varmış, oğlu evde yokmuş, daha iyi demiş, gelini tanımış olurum. Bir sigara çıkarmış, gelininden ateş istemiş. Gelin, ocakta köz olmasına rağmen, maşa ile közü uzatacağına gidip kibrit getirip vermiş.
Sigarasını bitirmeden kalkmış, gelin de otursanıza oğlunuz bir saate kadar gelecek, o da sizi görür demiş. Sonra da görüşürüz demiş gelinine. Yalnız oğlum geldiğinde kendisine baban eşiğini değiştir diyor dersin.
Eşik ne ki Salih Dayı dedim. Eşik, mecazen eş demektir dedi.
Hep acaba ne demek istedi? Ne ima ediyor acaba diye düşünmek zorundaydınız. Hem herkese lafını söylemiş olur hem de kimseye bir şey dememiş olurdu.
Lafını dolaylı anlatmakla kalmaz aynı zamanda çok ayrıntılı anlatırdı. Bir sürü gereksiz ayrıntılara yer verir, ayrıntılar anlattığı konunun önüne geçerdi.
Yazları köyde, kışları kasabada otururdu ama yazın da sık sık bize gelirdi. Köyle kasaba arasındaki yol, bir iki ağaç ve iki dere dışında tekdüze bir bozkırdan geçer.
Ama bu yolu bile saatlerce anlatabilirdi. Ne zaman niyet ettiğinden başlar, sonra ne gibi tereddütler geçirdiğini ve nihayet nasıl karar verdiğini ve sonrasında nasıl hazırlıklar yaptığını, yanına neler aldığını, yolda rastladığı her farklılığı hele bir iki kişiye rastlamışsa onlarla neler konuştuğunu falan anlatır dururdu.
Böyle yaptığı için ona yolculuk nasıl geçti demeye çekinirdik ama sormazsak da bozulur, yolculuğum nasıl geçti sormayacak mısınız derdi.
Çok fazla, uzun ve ayrıntılı konuşurdu ama ne kendi duyguları hakkında ne de başkalarına dair fikirleri hakkında neredeyse hiç konuşmaz, bunlara dair yorumlar yapmazdı. Dediğim gibi bir insanı ya da bir tutumu eleştirecekse çok uzak dolaylı yollardan meseller anlatarak söylerdi.
Kendi duygularından, isteklerinden hiç söz etmez hep kendisi ve başkalarının ne yapması lazım geldiğini anlatırdı. İnsanlara doğrudan karışıp müdahale etmese de hep öğüt ve tavsiyede bulunurdu. Ama hep gene atasözleri, meseller ve hikayeler üzerinden.
Onları bile kendi sözü olarak söylemezdi. “Babam derdi ki güneş sadece köpeklerin üzerinde doğar” gibi laflar ederdi. Erken uyanın, güneşten önce kalkmış olun, böylesi iyidir demezdi. Filan kişi, babası, dedesi ne demiş onu aktarırdı. Elçiye zeval olmaz prensibiyle konuşur, doğrudan etkileşime girmezdi. Hep ben demiyorum atalarımız demiş, büyüklerimiz demiş olurdu.
Hatta daha sonra gazetelerden, sağlık köşelerinden okuduğu şeyleri de bilim adına aktarırdı. “Fazla tereyağı yemek kolesterol yapıyormuş.”
Bunları hep şöyle gerekiyormuş, böyle lazımmış gibi bir kalıpla aktarırdı. Hatta çocukken ona espri olsun diye “lazımlık” derdik ama sonra biraz büyüyünce bu saygısızlıktan vaz geçmiştik. Cümlelerinin neredeyse yarısında “lazım”, “gerekir”, “-malı”, “-meli” gibi bir şey olurdu. Bunları kendi tercihleri olarak değil birtakım otoritelerin gerekli olduğunu tespit ettiği şeyler gibi aktarırdı.
Kendisi de bunlara göre davranmaya çalışır bu önerilere, tavsiyelere göre yaşardı. Doktorlar tereyağı az yiyin dediğinde tereyağını bırakmış, birtakım sağlık guruları tavsiye ettiği için bizim orada olmayan zerdeçal filan gibi şeylerin peşine düşmüştü.
Bir de başkalarıyla ilgili sık sık endişelenir, onların başına bir şey geleceğinden korkardı. Biri yola mı çıkacak, aman kaza geçirmesin diye dualar okur, o kişinin sağ salim vardığı haberi gelene kadar kaza geçirmiş olabileceklerine dair endişelenirdi. Ya da biri biraz hasta olsun hemen aklına kötü olasılıklar gelir, birazcık öksürenin verem olduğunu, biraz başı ağrıyanın beyin kanaması geçirdiğini düşünürdü. Bunları defetmek için sık sık tahtaya vurur ya da dua okurdu.
Salih Dayı ile ilgili daha sonra anlatacağım şaşırtıcı şeyler arasından, şimdilik beni en çok şaşırtan iki şeyden bahsedeceğim. Nezaket Hanım’a evlenme teklifi yapmaya niyetlenen kişi Salih Dayı imiş meğer. Bunu çok sonraları, ta Nezaket Hanım’ın cenazesinde öğrenmiştim. Melek Hala söylemişti, Salih Dayı’yı kastederek “Bu da kıza ümit vermişti ama sonra evlenme teklif etmemişti” demişti.
Ben de Salih Dayı’ya sordum, sen miydin, Nezaket Hanım’ın evlenme teklifi beklediği kişi diye. Demişti ki, “Ona evlenme teklif edecektim ama istemiyor gibi gelmişti, ısrar etmeyi yakışıksız bulduğum için ondan bir hamle bekledim bir süre, gelmeyince başkasıyla evlendim. Nezaket Hanıma gönlüm vardı ama yaptığım evlilik bir mantık evliliği oldu. Nezaket Hanım ise gerçekleşmemiş güzel bir hayal olarak hep aklımda kaldı. Hep içimde bir sızı oldu.”
Evlenselerdi ne ilginç bir çift olurlardı diye düşündüm. Bir yanda sürekli ne gereği var diyen Nezaket Hanım, diğer tarafta her şeye şöyle yapmak lazım, böyle gerekiyor diyen Salih Dayı. Belki de çok iyi anlaşırlardı, kim bilir?
Beni şaşırtan ikinci şey ise Melek Hala ile ilgili yaptığı yorumdu. İlk kez onun başkası ile ilgili direkt bir yorum yaptığına tanık olmuştum. “Bu cenazeyi düzenlemesi ve masrafları üstlenmesi bile “desinler için” yaptığı bir şey. Hayatı bu” demişti. Nezaket Hanım’a zamanında evlenme teklif edip O’na bir hayat sunamadığı için kendisine olan kızgınlığını hiç değilse ona iyi bir uğurlama töreni sunabilen Melek Hanım’a yansıtıyordu galiba.