Sözcüklerin ya da tümcelerin de son kullanım tarihi, yıldızının parladığı ya da anlamını yitirdiği günler olur elbette.
Dilimize karışan İngilizce sözcüklerin moda olmasından söz etmiyorum. Günlük yaşamımızda, ilişkilerimizde, duygularımızı anlatmak için sarf ettiğimiz sözcükler vurgulamak istediğim.
En basit ve yalın haliyle ilk aklıma gelen “Seni Seviyorum” la başlayacağım. Daha herkesin birbirine “aşkım” demediği zamanlarda, “Seni Seviyorum” demek için biraz yol kat edilirdi. Çünkü bir ağırlığı vardı “Seni Seviyorum” un. Yüreğe dokunurdu, o iki sözcük bir araya gelince, ikili ilişkilerde çıkmazdı öyle kolay kolay ağızdan. Hele ki, “bir bahar akşamı rastladım size,” diye mesafeli başlayan şarkı sözlerinin dönemlerinde “Seni Seviyorum” demek için gereken zamanı bir düşünün.
Sözcüklerle anlatılan sevgi
Zamanla o mesafe kısaldı, sevgiyi anlatan sözcüklere ihtiyaç duyduk. Belki de eyleme dökmekte yetersiz kaldık, kolay geldi sözcüklere, bir yalana sığınır gibi sığınmak. Canım, bir tanem, hayatım, gözümün nuru, sevgilim, aşkım sıraladık durduk. Gittikçe artan sevgi sözcükleriyle, herkes mutlu mesut yaşarken, kişisel gelişimin yükselen eğilimiyle, sevelim sevilelim, evrene olumlu mesajlar gönderelim anlayışı ve her şeyin gittikçe doğallığını yitirdiği bir dönemde, gülümsememiz gerek inancıyla, içimizden gelsin gelmesin, bir gülümseme yerleştirdik yüzümüze. Sistem bize gülümsemeyi de öğretti.
Kişisel gelişimin bu önlenemez yükselişi muhteşem sözcüklerle devam etti
İlk duyduğumuz an, öyle güzel geldi ki, an’da kalmak, akışa bırakmak, öz farkındalık… Bir de üstüne üstlük kitaplar art arda basıldı. Bize ne yapmamız gerektiğini anlatan, mutluluk formülleri veren. Kesin çözüme ulaştıran reçetelere ihtiyaç duyduk. Farklı ağızlardan çıkan bu sözcükler sanki o ağırlıklarını yitirerek, ağızdan ağıza dolaşır oldu. Piyasa dengelerinde arz talep gibi, çok kullanıldıkça da ağırlığı kalmadı. Öğrenilmiş gülümsemelerden çıkınca da değerini yitirdi.
Ruh ve bedeni birleştirmek
Oysa hepsinin ayrı ayrı bir derinliği, bir felsefesi var. Onları anlamak, özümsemek, hiç bitmeyen bir yolculuk aslında. Hani an’da kalmak diyoruz ya, sözcüklerde kalmak da önemli. Onları hissederek, bilinçli kullanmak da çok değerli. Öylesine söylenince, yaşamadan, hissetmeden söylenince dağılıveriyor sözcükler. Bu öyle bir şeye benziyor ki, bazen görüntü olarak bir yerde oluyorsun, ama sen yoksun aslında orada. Nasıl ki, yoganın bir anlamı, birleştirmek “ruhu ve bedeni birleştirmek”, ancak yoga yaptığında matın üzerinde, bedeninle ruhun bütünleşmiyorsa ve yaptığın yoga sadece matın üzerinde kalıyorsa, bir şeyler eksik. Tıpkı dudağından dökülen sözcüklerle yüreğinin bütünleşmediği gibi.
Sana ihtiyacım var
Yine sözcüklerin peşinden koşmak istedim, hani sözcük, öyle bir sözcük olsun ki, anlamının yükü ona ağır gelsin ve ilk duyduğumda beni baştan çıkartsın. Bir romanın tek bir cümlesinin etkilemesi gibi, durayım, altını çizeyim ve düşüneyim. Japon arkadaşım Yukari Hamakawa’dan aldığım bir sözcük geldi aklıma.” Amae”. Japonca bir sözcük, Yukari, olumsuz anlamını, başkasına dayanmak, sırtından geçinmek veya bir çocuğun annesine ettiği naz gibi açıkladı. Ama bir de tamamen güvende olma hali var amae’nin. Sevdiğin birinin kucağına sığınıp, sevilip avutulma arzusu. Antropologlara göre Japonya’nın kolektivist kültürü içinde ortaya çıkmış. Güzel değil mi, hele ki şu günlerde, ağır gelmedi mi her şey. Sarılamıyoruz birbirimize. O zaman hangi anlamıyla olursa olsun, lütfen amae yap yani amaete kudasai.
Tek bir kelime bulamadım, ama birisine “sana ihtiyacım var,” demek ten daha anlamlı ne olabilir ki?