Korteksinize gülerim ben!
Mırlıyorum ben, sana sevgimi anlatırken de, senden bir şey isterken de, ağlarken de, gülerken de… Elimden gelen bu, yapabileceğim bu. Seni görüyorum bu günlerde suskunsun, mırlamıyorsun. Evimiz öylesine sessiz ki… Hiç hoşlanmıyorum bu sessizlikten. Seni harekete geçirmek için masanın üstüne çıkıp, kahvaltı sofrasında kalanları yalıyorum, hiç tepki vermiyorsun. Bana kızacak halin bile yok, endişeleniyorum. Bırakıyorum o çok sevdiğim lor peynirini, iştah mı kalır bende.
Ben, siz insanların seslerini çok anlamlandıramıyorum, ama yüz hatlarından okuyorum seni. Evin içinde oradan oraya dolaşan halini de, koltuğun kenarına oturup bir noktaya bakmanı da çok iyi tanıyorum. Biliyorum, senin mırlamalarında, ben sana el uzatamam, sen benden ne yemek isteyebilirsin, ne de su. Ama bugünlerde çok suskunsun.
Sen de mırlarsın bazen
Bazen gözlerim dalar sana, senin de mırladığını hissederim, o gözünden akan yaşlardan anlarım. Ne de olsa, yıllarımız geçti şu evde. Şu son günlerde, öyle bir dikiyorsun ki, gözlerini bana, “kedi olmaya özeniyor, beni kıskanıyor,” diyorum içimden. Evin içindeki huzuruma özeniyorsun değil mi? Beni de bu evin içinde çok huzurlu sanıyorsun. Mutluyum elbette, ama seninle. Hani siz insanlar, ne diyorsunuz, “ununu elemiş, eleğini asmış”, ah be canım, o ne aptal bir laftır öyle, o elek niye asılır oraya. Şimdi sen de, bende öyle bir hal mi görüyorsun, aşktan vaz geçtiğimi falan mı sanıyorsun? Geçen yazımda kedi gibi sev dedim. Hiç elek asılmış bir hal mi var bende. ( ay yazılarıma numara mı koysam, şimdi eski yazılarımdan da söz etmek gerekiyor. ) Ama sizin o üst düzey düşünmeniz serebral korteks sayesinde ya. Ama aşk olunca, bizim gibi donup kalıyorsunuz, beyin meyin kalmıyor.
Bugün bizim gazetenin toplantısını yaptık da, “Eflatun da âşık,” falan dedin millete. Sormadılar neyse ki, kime, nerede, tekir mi, sarman mı, ne cins diye, biliyorum, mırıl mırıl şu günlerinde, sen bana özeniyorsun, şu pelüş yastık kediyle olan altlı üstlü cilveleşmeme de, aşk dedin ya, helal olsun sana.
İşte siz insanlar, bazen aşkı yaşarken, birbirinizi şu pelüş oyuncak gibi her an yanı başınızda istiyorsunuz. Ha öyle, yanyana diz dize koklaşın, itirazım yok. Ama biriniz pelüş, biriniz de kedi olunca. Bak ne diyorum sana, ben istediğim zaman alırım şu oyuncağı, istediğim zaman da atarım. Sesi çıkar mı, çıkmaz. Sen kalktın buna aşk dedin ya, teessüf ederim.
Lafı yine köpeklere getireceğim
Mırladım, mırladım anlamadın, neyse ki, köşem var benim, orada anlatıyorum, senin o kafanın içine sokamadıklarımı. Aşkı böyle bağımlı bir hale getirince, olmuyor. Bak yine anlatıyorum, sen git bu evden, ölürüm yokluğundan, ama yalnız kalmayı da beceririm, ay, yine lafı köpeklere getireceğim, aramızdaki farka bir bak, onlar kalamıyorlar işte yalnız. Bizim kumumuz, mamamız evin bir köşesinde durur. Mırlarız, oynarız yaşar gideriz. Olmadı, bir arkadaşın uğrar, kumu temizler, mamayı bırakır, gider. Ama bir köpeği bırak bakayım evde, oturur kapının önünde ağlar, durur. Kum mu görmüş hayatında pislik.
Şimdi bakma bizim de öyle kasılarak dolaştığımıza, biz tekir cinsi, çoğumuz sokaklarda yaşarız da, birisi kapısını açar da içeri alırsa, feci bağlanırız sahibimize. Bak, bu sahip lafından da hiç hoşlanmıyorum. Şöyle daha doğru olacak, itiraf ediyorum, ya da ben feci bağlıyım sana. Bakma şu pelüş yastığa, ben yokluğu da, aşkı da senden iyi bilirim, kafana yaz şunu, “Eflatun, asla bir oyuncağa âşık olmaz,”
Eflatun