Bir hekim için zengin ve fakir yoktur. Şu veya bu dinde, milliyette, kanaatte hastalar yoktur.
Tıp Fakültesi’nde deontoloji hiç unutamadığım derslerden biriydi. Tıp mesleğinin kuralları arasında yer alan erdemli davranış biçimi, Hipokrat’tan günümüze kadar gelen değerlerden birisidir. Deontoloji hocamız Prof. Dr. Süheyl Ünver’di. Onun 1946 baskısı Tıbbi Deontoloji derslerinden kısa bahisler kitapçığında, hekimin kendisine karşı vazifesi başlığı altında, doktoru o dönemin diliyle şöyle tanımlıyor; “ Hekim her şeyden evvel yüksek bir insan olmalıdır. Yalnız ilmen yüksek olması buna kâfi değildir. Tababet mesleğine girebilmek için hekimin bazı bedeni ve dimağı vasıflara da ihtiyacı vardır. Bir hekim için zengin ve fakir yoktur. Şu veya bu dinde, milliyette, kanaatte hastalar yoktur. Pastör’ün sözü çok meşhurdur. Bir hastaya milliyeti ve mezhebi sorulmaz. Ona ancak, ‘mustarip olman beni alakadar etmeğe kâfidir. Sen benimsin. Senin ıstırabını teskin edeceğim’ denilmelidir. Hekimlerin hastalarına karşı bu yolda hareketi ilk vazifesidir.”
Hocamın çok beğenerek izlediğim derslerini hiç unutmadım. Deontoloji, eski Yunancada deontos ödev ve logos bilim kelimelerinden oluşuyor. Her meslek için geçerli olan ahlaki değerleri ve etik kuralları kapsayan deontoloji, özellikle insan sağlığı söz konusu olunca bambaşka bir önem kazanıyor. Bugün de tıp fakültelerinde gerçekten önem verilmesi gereken bir ders olmalı. Çünkü doktor olmanın, eğitim dışında, hastaya, hasta sahibine, meslektaşlarına ve topluma karşı uyulması gereken kuralları vardır.
İstanbul Tabip Odası rakamlarına göre tıp fakültesi sayısı 120
Benim okuduğum yıllarda bu ilkeler çok önemliydi. Tıp Fakültesi sadece İstanbul, Ankara ve İzmir’de vardı. Cerrahpaşa ve Çapa beraberdi ve Biz Çapa’nın dâhiliyesi, Cerrahpaşa’nın cerrahi hocasını beğenip tercihlerimizi ona göre yapıyorduk. Cerrahpaşa’dan Çapa’ya derse yetişmek için grup halinde yürürdük. Bugün ise, her tarafta yeni bir Tıp Fakültesi açılıyor. İstanbul Tabip Odasının verdiği rakama göre, Tıp Fakültesi sayısı 120.
Meslek hayatım boyunca, bir çocuğun dünyaya gelişini gerçekleştirmenin mutluluğunu anlatmak imkânsız. Evet, mesleğimin en kutsal yanı, binlerce çocuğu ilk elime alan kişi olmam. Bugün hepsi birer yetişkin oldu. Keşke tek tek isimlerini yazsaydım. Doğurttuğum yüzlerce çocuğun, yıllar sonra hamile olarak hastam olması da mesleğimin bana en güzel armağanıydı.
Fakat dünyaya getirmek konusunda hiç unutmadığım bir anım, asistan olarak Haseki Hastanesi’nde çalıştığım günlere ait. Karnı burnunda hamile, giyimi kuşamı perişan bir çingene kadın gelmişti. Kapıdaki görevli, biraz ileride asansör olduğu halde, hastaya asansörü göstermeden, merdivenden çıkmasına seyirci kalmış, bize de bir doğum hastası olduğunu söylemişti. Ne yazık ki kadın, daha kaydını yaptıramadan, son basamakta yere yığılıp kalp krizi geçirmişti ve oracıkta ölmüştü. Hastaneye giriş yapılmadığını ve çocuğu alamayacağımızı iddia eden baş asistanıma rağmen, ilk düşündüğüm içeride nefes alan bebek olduğuydu. Hemen alınması gerekiyordu. O an, bir canlının dünyaya gelmesiydi benim için önemli olan, baş asistanımı ikna ettim ve hiç düşünmeden o çocuğu annesinin karnından aldık. Bilmiyorum, o çocuk şimdi nerede?
Deontolojinin uygulanması hekimlik mesleğinin kutsallığını gösterir
Evet, tıbbi bilgiler dışında deontolojinin önemine her zaman çok inandım, benim için, deontolojinin uygulanması hekimlik mesleğinin kutsallığını gösterir. Ancak 13 Ocak 1960 tarihinde Bakanlar Kurulu kararnamesiyle yürürlüğe giren Tıbbı Deontoloji Tüzüğü’ne baktım. Bazı maddelerde değişiklikler olmuş. Hekimlerin, meslektaşları ile hasta olarak karşılaştıklarında özel bir dikkat ve duyarlılık gösterme gereğinin vurgulandığı ve hekimin hasta meslektaşından veya bakımı ile yükümlü olduğu aile fertlerinden vizite ücreti almayacağına dair madde kaldırılmış. Hâlbuki deontolojinin bu maddesi, mesleğimiz için önemli bir ayrıcalıktı.
Her mesleğin kendine göre saygınlığı ve güzel tarafları var. Ama ben elli yılı aşkın meslek hayatımda meslektaşlarımın hiçbirinden ücret almadım. Ayrıca bizleri yetiştiren öğretmenlere ve o dönemin koruyucusu olan polislere de her zaman ayrıcalık tanıdım.
Hocamın kitabında yine belirttiği gibi, “Hekimler aralarında birbirine her vesile ile lüzumuna göre maddi ve manevi muadelet elini uzatmalıdırlar. Hasta meslektaşlarımızın ailelerine de lazım gelen ihtimamı göstermekte katiyen ihmalde bulunmamalıdır.”
Doktorluk gönül işi, bunu hissetmiyorsanız, bu mesleği yapmanız çok zor
Yine bir anımı anlatmak istiyorum. Babamın rahatsızlığında ağabeyimle beraber, babamı hocam Prof.Dr.Gıyasettin Korkut’a götürmüştük. Muayene ücretini dışarıda hemşiresine ödemiştik. Hocam, muayeneden sonra bizi geçirirken, “verdiğim iğneleri, iyi birine yaptırın, aksilik olmasın” diye tembihledi. Ağabeyim, “kardeşim dr, o yapar,” diye söyledi. Benim doktor olduğumu bu cümleyle öğrenen Korkut, ısrarla muayene parasını iade etti. Babam bu konularda çok titizdi. Israrına rağmen doktorun ücreti vermesi karşısında, abime bir hayli kızmıştı.
Benim üniversite yıllarımda, deontolojinin esasları, mesleğimizin temel dersiydi. Bir doktorun, tıbbi bilgisinin yanında “insan” olması ve merhametli olması, hastaya moral vermesi son derece önemli. Doktorluk gönül işi, bunu hissetmiyorsanız, bu mesleği yapmanız çok zor.