Alzheimer aşkı yenebilir mi?
Ünlü yazar Nermin Bezmen’in son romanı Unutkan Aşk bir Alzheimer hastası kadının gözünden aşkı ve yaşadıklarını anlatıyor. Bezmen’in yaşamına hiç de yabancı olmayan bu hastalık kitapta öyle etkileyici bir dille okuyucuya ulaşıyor ki aşkın ve unutuşun insana neler yaşatabileceğini yeniden sorguluyorsunuz.
Ne geçmişe dönük keşke, ne ileri dönük acaba
Bezmen kitabı yazarken hissettiklerini ise şöyle dile getiriyor: “Ben ne geçmişe dönük “Keşke”lerle, ne de ileriye dönük “Acaba” endişeleriyle yaşamam. Her olay kendi geldiği zaman diliminde yaşanır. Ama Unutkan Aşk’ı yazarken, kendimi Maya’nın yerine koymanın getireceği samimi dili kullanmak için tüm romanı hep kendimi sorgulayarak ve cevaplarımı bularak yazdım. “Teşhis bana konsaydı ne yapardım? Ne hisseder, hayatımı nasıl plânlardım?”, “Romanımı yazmak, bitirmek konusunda nasıl telaşlanırdım?”, “Ailemden neler beklerdim?” “İleriye dönük neler plânlardım?”, “Hafızamla birlikte fiziksel yetilerimi de yitirdiğimde kendim için nasıl bir hayat isterdim? Sevdiklerim için nasıl bir hayat isterdim? Kocamın nasıl bir hayatı olsun isterdim?” Bezmen’le Unutkan Aşk’ı konuştuk.
Unutkan Aşk’ı size yazdıran duygu neydi?
Rahmetli ilk eşimi beynindeki bir pıhtılaşmadan mütevellit yaşadığı demans sürecinde kaybetmiştim. Ardından, annem seksenli yaşlarının sonunda baş gösteren Alzheimer hastalığının pençesinde öldü. Hastalığın gidişatı farklı da olsa, yaşattığı çaresizlik, hüzün, kimlik kayıpları açısından benzerlikleri var. Üç sene boyunca yaşadığım bu dönemde bu beyin hastalıklarının kişiyi nasıl anılarından, kendinden çaldığını, sadece geçmişini değil, tüm kimliğini yok ettiğini ve hasta yakınlarını, sevenlerini nasıl etkilediğini bizzat olayın içinde gözlemledim.
Dibe vuruşlardan yazarak çıkıyorum
Benim, karakter olarak, acılara, sıkıntılara, kayıplara, dibe vurmuşluklara yaşadığım süre içinde mücadele gücüyle dayanan bir yapım var. Değiştirmeye kuvvetimin, imkânımın olmadığı çöküntü getiren zaman dilimlerini sahiplenip, kendime ait kılarak geride bırakıyor ve benden yaşam ve üretkenlik enerjimi çalmasına izin vermeden hayata sarılma gücü buluyorum. Diğer taraftan, bende bıraktığı acıları, açtığı yaraları kaleme almak benim kişisel psikoterapim oluyor.
Annemi kaybettikten sonra yazmaya karar verdim
Alzheimer da aynı şekilde, anneciğimin vefatından hemen sonra yazmayı plânladığım bir konuydu. Ancak, duygularım henüz o kadar olayın içinde ve hassasiyetim o kadar yoğundu ki, çok kişisel bir kitap olacaktı. Halbûki dünyada milyonlarca (bugün ellli milyondan söz ediliyor) insanın hayatına ipotek koyan bu illeti bu derde tutulan ve yakını olan herkese hitap edecek bir hikâye içinde anlatmak istiyordum. Beklemeyi, kendi kişisel acımın sakinleşmesini tercih ettim.
Alzheimer gelince aşk ne yapar?
Yazma sürecine geçtiğimde de; Alzheimer’ı sadece çaresizliği, hüznü ile anlatmak istemedim. Alzheimer’a karşı, onunla mücadele edebilecek, yaşamdan yana ağırlığı olan, güçlü bir aktör bulmak istedim… ve bunun AŞK olmasına karar verdim. Beyni ele geçiren Alzheimer ile kâlbi ele geçiren aşk arasında bir mücadeleyi anlatmayı arzu ettim ve roman boyunca “Alzheimer gelince aşk ne yapar?”, “Aşk Alzheimer’ı yenebilir mi?”, “Aşkta fedakârlık nereye kadar?” sorusunu sorarak yazdım. Böylece sadece Maya ve Atlas değil, aynı zamanda AŞK ve Alzheimer da (kötü kahraman olarak) kahramanlarım arasına girdiler.
Kitabın adından yola çıkarsak aşkın unutkan hali neler barındırır içinde?
Unutkanlığın evresine bağlı, içinde neler barındırdığı. Alzheimer hastalarında, en yakın zaman dilimlerinde olan bitenin unutulmasıyla başlıyor süreç. Sonra bağlantılar kopuyor. Gerçeklilik, mantık, plânlama, programlama, ilişkiler zinciri yitiriliyor. İsimler gidiyor birer birer, kelimeler hatırlanmıyor. Kişiler, yakınlıkları karıştırılmaya başlanıyor. Sonra bir kısmı tamamen yabancılaşıyor. Hastanın kendi geçmişi, anı, hayâlleri, hepsi birbirine karışıyor. Yaşı, zamanı, mekânı, çevresinde kimi nasıl ve kim diye gördüğü sürekli değişmeye başlıyor… ve bir gün en can ciğer, en sevdiği insanlar, en yakını dahi ona yabancı geliyor. Ne var ki; Alzheimer hastalarında bütün bu acı zihinsel yok oluşa rağmen duygular uzun süre canlı kalıyor. Bir dokunuş, kucaklaşma, sarılma, gözüne bakıp elini tutarak yapılan bir konuşmada karşısındakinin sevgisini hissediyorlar. Hayatındaki önemli bir insan ise, onunla yaşamış olduğu güzel anıları hatırlamıyor ama yüreğinde bıraktığı duyguların sıcaklığını hissediyor. Çok girift, takibi, çözülmesi ve anlaşılması çok ama çok zor bir süreç…
Bir aşk unutulabilir mi?
Beyni sıhhatli insanlar için aşk unutulmaz. Aşktan vazgeçilebilir, aşk uzaklaşabilir ama aşk unutulmaz.
Ama Alzheimerlı bir hastanın yaşamındaki hiç bir şey; konuşması, seçimleri, isyanları, inatları, saldırganlıkları, içine kapanık suskunlukları, kırgınlıkları, sebepsiz görünen hırçınlıkları, hâsılı hiç bir şey kişinin kendisine ait değil. Aşkını yaşamak veya hatırlamak da aynı şekilde. Artık beyni ele geçiren Alzheimerdır, konuşan, bağıran, ağlayan, küsen. Aşkın geçmişini de parçalayıp yok ediyor Alzheimer. Ancak; o aşkı paylaşan kişi hâlâ yanındaysa sevdiğinin ve “Ne olura olsun, sonuna kadar sevgilimin yanındayım.” diyebiliyorsa, hasta aşkını yaşamaya devam edebiliyor, her gün unutup, her gün yeni baştan yaşasa da… ta ki tüm duyguları, yetileri tükenene, Alzheimer’a tamamen teslim olana dek…
Alzheimer olan bir kadın ve çok sevdiği erkeğin yaşadıklarını anlatıyorsunuz, hastalık size ne kadar tanıdık?
Unutkan Aşk’daki kahramanlarımın benim yakınlarımın hayatı ile hiç bir benzerliği yok. Ama hastalık bana çok tanıdık.
Dediğim gibi; hem rahmetli ilk eşimin demansında, hem annemin Alzheimer sürecinde toplamda üç sene boyunca bizzat en yakınlarında, bakımlarını üstlenmiş bir sevdikleri olarak, anı anına yaşadım tüm süreci. Çok acı, çok çaresizlik hissi ile yüklü, özellikle Alzheimer’da meşum netice kesin, dönüşü, tedavisi olmayan bir süreç. Her iki sevdiğimi de, anlamak, onların dünyasını çözebilmek ve sürekli değişkenliklerle geçtikleri o ayrı dünyaya adım atabilmek ve onları huzurda tutabilmek için çok yakından, sürekli notlar alarak izledim.
Siz Alzheimer olsaydınız eşinizden ne yapmasını isterdiniz?(Bilinciniz kapandığında)
Unutkan Aşk romanımı yazarken, hasta olacak kahramanımın özellikle yazar bir kadın olmasını seçtim. Zira, şayet kendim yaşıyormuş gibi anlatırsam, çok daha samimi, çok daha içsel duygularla karakteri besleyeceğime inanıyordum. Nitekim öyle de oldu. Bir çok okurum, hâtta çocuklarım dahi Maya’nın ben olduğuna dair endişeye kapılmışlar okurken. Dolayısıyla Maya’ya teşhis konulduğu andan itibaren kendimi onun yerine koydum, ben onun yerine geçtim ve sürekli bu ben olsaydım düşüncesiyle kendime sorular sorup cevaplarını vererek yazım. Yaşananlar karşısında iç sesimi, düşüncelerimi, seçimlerimi Maya’nın dünyasında dillendirdim. Yani, Maya’nın tüm duyguları, seçimleri, istekleri, plânları benim ona yüklediklerim. Evet, benim başıma gelmiş olsaydı Alzheimer, ben, aynen kitapta Maya’nın yaptığı gibi, bir gün anlama, düşünme, karar verme yetilerimi kaybedeceğimin bilincinde, o günler geldiğinde hayatımın nasıl olmasını istediğimi, aile bireylerimin benimle ilgili neler yapmasını beklediğimi, arzularımı muhakkak kendilerine bildirir, yazılı olarak da bırakırdım.
Alzheimer dışında ek dramlar da yaşanıyor
Alzheimer hastalarının, ilerleyen süreçte, kısır döngü içinde de olsa, yaşamlarının nasıl sürükleneceği ile ilgili olarak kararlar verilmesi gerekiyor. Bu, tam gün bakım ihtiyacı olacağı konusundan, suni yaşam ünitelerine bağlanmasına kadar bir seçimler yelpazesi. Ancak o zaman geldiğinde, hasta artık kendi seçimlerini yapabilecek bir durumda değil. Bu zor süreçte aile bireylerinin istekleri çakışabiliyor ve Alzheimer’ın yanı sıra ek dramalar yaşanıyor. Bu ancak hastalığın teşhisinde hastanın kendisinin belirteceği seçimlerle yok edilebilir.
Sevdiklerimi hür bırakmak isterim
Ben de bu çaresizlikleri aileme yaşatmamak üzere kararlar verir ve aileme bildirirdim. Bilincimin kapandığı gün artık benimle birlikte o bilinmez, karanlık dünyaya hapsolmalarını büyük haksızlık olarak görürüm. Ne mideden beslenmek, ne suni teneffüse bağlanmak istemem. Sevdiklerimi hür bırakmak zamanıdır. Beni güzel hatırlasınlar, sevgiyle hatırlasınlar ve hayatlarına sarılsınlar isterim. Kocam dahil. O da bulabileceği yeni sevgilere, huzura açmalı kâlbini.
Ailesinde Alzheimer olanlara neler öneriyorsunuz?
Çok araştırsınlar, okusunlar. Evet, Alzheimer’ın standart belli bir tarifi, süreci var ama her hastanın yaşadıkları kendisine özel. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki; hastamızın gösterdiği hiç bir reaksiyon artık ona ait değil, Alzheimer’a ait. Alzheimer’ı sevdiğimizin beynine yerleşmiş, onu yiyip bitiren bir düşman olarak görmeliyiz. Sevdiğimizin beyni ona teslim olmuş ve mücadele şansı yok. Kayboluyor sevdiğimiz, kendi bildiklerini unutarak kaybediyor, dünyası boşalıyor, yalnızlaşıyor. Geçmişi yok oluyor, anının geçmişi tükeniyor, nerede olduğunu kestiremiyor, geleceğe dair hayâller, umutlar sırra kadem basıyor.
Sadece zihinsel değil, fiziksel yetileri de köreliyor yavaş yavaş
Yemek yemeği, suyunu nasıl içeceğini unutuyor. Elini, ayağını kullanamıyor. İhtiyaç içinde yaşamak gururunu kırıyor, utandırıyor, özgüveni yok oluyor. Dudağının umunda kelimeler… dışarı çıkamıyor, kelime yok oluyor. Kokular kayboluyor. Sesleri sürekli değişen mekanik tınılarla karışık duyuyor. Olduğu mekân, en sevdikleri ona yabancı geliyor. Fiziksel gücü olmadığından, bir önceki anı hatırlamadığından nasıl bu bilinmezin içinden çıkacağını göremiyor, dehşete kapılıyor, korkuyor. Karanlıkta, bilmediği bir yerde kaybolmuş bir küçük çocuğun duyguları ile sarılıyor. Kapkaranlık, yalnız bir dünyada, çaresiz… Onun dünyası artık bu ve bizimkine geri dönmesi mümkün değil. Siz onun dünyasına geçmeye çalışacaksınız. Sakın, onu içinde olduğunu sandığı zaman ve mekândan geri getirmeye uğraşmayın.
Ben senin annen değilim
“Hayır, sen orada değil, buradasın.” veya “Hayır, ben senin annen değilim, kızınım. “, Hayır, kimse eşyanı çalmadı, sen kendin kaybediyorsun.” gibilerinden tavırla onunla inatlaşmayın. Ancak, daha gergin, daha sinirli ve korkulu yaparsınız sevdiğinizi. Onun, içinde huzur bulduğu o yer nerede ve zaman neresi ise siz de onunla oraya geçin. Onun o sanal dünyasında beraber dolaşın. Şayet hırçınlıkları, kızgınlıkları var ise dikkatini çok sevdiği, huzur bulduğu bir konuya veya uğraşa yönlendirin. Sakin, yumuşak sesli, anlayışlı ve ŞEFKATLİ olun. Suçlamalarını sakın kişisel alıp kırılmayın. Unutmayın, sevdiğiniz artık bildiğiniz o kişi değil. Karşınızda o değil, Alzheimer var. Bir gün sevdiğinizin fiziksel olarak yokluğunda vicdan azabı çekmemeniz için bu süreci olabildiğine sevgi ve şefkâtle paylaşmanız çok önemli.
Hastaya bakan kişi de yıpranıyor
Diğer taraftan, Alzheimerlı hastaya bakan yakını için, özellikle ilerleyen safhada, bu süreç çok yıpratıcı olabiliyor; fiziksel ve ruhsal olarak. O kişinin de arada, gerçek dünyasına dönüp, kendisine ait zaman dilimleri yaşaması ve tazelenmesi şart. Yoksa, hasta yakını da hasta ile beraber aynı çöküşü yaşayabilir. Şayet maddi imkânlar, arada bir, kısa sürelerle dahi, bakımı üstlenebilecek şefkatli bir bakıcıya izin vermiyor ise, muhakkak aile bireyleri veya yakın dostlardan gönüllü olanlarla nöbetleşe bu nefes payı zamanları yaratmaya yardımcı olmaları istenebilir.
Bir parça korku var mıydı içinizde Alzheimer ile ilgili, belki bir gün ben de olursam diye
Ben ne geçmişe dönük “Keşke”lerle, ne de ileriye dönük “Acaba” endişeleriyle yaşamam. Her olay kendi geldiği zaman diliminde yaşanır. Ama Unutkan Aşk’ı yazarken, kendimi Maya’nın yerine koymanın getireceği samimi dili kullanmak için tüm romanı hep kendimi sorgulayarak ve cevaplarımı bularak yazdım. “Teşhis bana konsaydı ne yapardım? Ne hisseder, hayatımı nasıl plânlardım?”, “Romanımı yazmak, bitirmek konusunda nasıl telaşlanırdım?”, “Ailemden neler beklerdim?” “İleriye dönük neler plânlardım?”, “Hafızamla birlikte fiziksel yetilerimi de yitirdiğimde kendim için nasıl bir hayat isterdim? Sevdiklerim için nasıl bir hayat isterdim? Kocamın nasıl bir hayatı olsun isterdim?”, “Bilincimi tamamen yitirdiğimde bitki gibi yaşamak ister miydim?”, “Kocamı böyle zor bir kararla baş başa bırakmak ister miydim?” gibilerinden yüzlerce soru sorarak ve kendi cevaplarımı vererek yazdım.
Sanırım kendimi hazırladım
Yazarken de bu illetin bir gün bana gelebileceği korkusu yaşamadım ama sanırım kendimi hazırladım. Zira gerçek bu; hepimiz potansiyel bir Alzheimer hastası olabiliriz. Önemli olan böyle bir teşhis konana kadar hayatı nasıl algılayıp yaşadığımız ve bir gün başımıza gelirse de, sona giden o ara zaman içinde hayatı en kaliteli şekilde nasıl yaşayıp, Alzheimer’dan ne kadar güzellik çalabileceğimiz.
Hepiniz sağlıkla, sevgiyle ve hâtta mümkünse AŞK la kalınız.http://www.dogankitap.com.tr