Bir Ladino öyküsü “Korason de la gramama”
Kulüp Dizisi yayınlandığı ilk günden beri izleyiciden büyük alkış aldı. Dönemin tüm ayrıntılarının özenle düşünüldüğü dizide kulağımıza hoş bir tını geldi, Ladino dilinin tınısı. Tıpkı Pascal Mercier’in “Lizbon’a Gece Treni” romanında antik diller öğretmeni Raimund Gregorious’un Portekizce sözcüğün peşine takılması gibi, diziden çok, kaybolmakta olan Ladino dili gündeme oturdu ve diziyi izleyen herkesi peşinden sürükledi. Ve birçok değerin yitirildiği çağımızda ne yazık ki, kaybolan dillerin, ana dilini konuşamamanın ve o dile dair sözcüklerin, masalların, şarkıların yok olmasının verdiği hüzünle, bu topraklarda içimizdeki yarayla ve dizide Niko kimliğini saklamaya mahkum Orhan’ın konuşamadığı ana dilinin acısıyla takıldım bir dilin peşine.
Otantik Şarkılardan Kayıt ve Aranjmanlara
Ladino yolculuğum Kadıköy’den Avusturya’ya kadar uzandı. Ön hazırlığımı Cenk Bonfil’in “Sefarad Müziği: Otantik Şarkılardan Kayıt ve Aranjmanlara” isimli belgeselini izleyerek yaptım. Bir müziğin ve bir dilin öyküsünü anlatan belgesel, o kadar yüreğe dokunuyordu ki, Kulüp dizisinde hem rol alan, hem de danışmanlık yapan İzzet Bana’nın çocuklara şarkılarla, eğlenceyle bir dili öğretme çabasını ve gözlerindeki heyecanı gördüm.
Bonfil’in de müzikle tanışması beş yaşında İzzet Bana’yla çalışmaya başlamasıyla oluyor ve Bonfil, Bana’nın kurduğu Estreyikas d’Estambol çocuk korosunun da kurucu üyelerinden. Bugün profesyonel olarak müziğe devam eden Bonfil, belgeselin aşamalarını şöyle anlatıyor; “Aslında üniversitede bitirme tezi olarak hazırladığım belgesel projesinde, danışmanım -belgesel yönetmeni ve Bozcaada Ekolojik Film Festivali koordinatörü- Ethem Özgüven’in çok değerli desteğiyle bir dönem boyunca bu belgesel üstüne çalıştım. İzzet Abi beni, çocukken benim de şarkı söylediğim koronun provasında ağırladı, korodaki çocuklarla ve özellikle belgeselin “başrol oyuncusu” diyebileceğim Jim ile tanıştırdı.
Yahudi toplumunun farklı kesimlerinden, farklı yaş gruplarından olabildiğince fazla insan ile konuşup Judeo-Espanyol dilinin ve geleneksel Sefarad şarkılarının jenerasyonlar arasında geçirdiği dönüşümü araştırdım. Tabii ki ilk defa böyle bir iş yapıyor olmamın ve planlamasından çekimine, içeriğinden kurgusuna kadar işi tek başıma üstlenmemin getirdiği zorluklarla, oldukça sancılı bir üretim süreci oldu. Çok değer verdiğim bir konuda çalışmanın, bu süreçte beni diri tuttuğunu söyleyebilirim. Belgesel tamamlandıktan sonra hem jüri sunumunda, hem de sunumdan sonra filmi Youtube’da paylaştığımda internet ortamında, beklentimin ötesinde bir ilgiyle karşılaştım.”
“Ocho kandelas para mi”
Cenk’le birlikte gidiyoruz Kadıköy’ün ara sokaklarında bir Musevi Okulu’na. Ester, İta, Siera, Leo, Milen ve adını bilmediğim çocuklar, hep birlikte şarkı söylüyorlar. “Hanuka linda sta aki, Ocho kandelas para mi” İzzet Bana, mimikleriyle, elleriyle, beden diliyle çocuklarla öylesine mutlu ki, hayranlıkla izliyorum. Onun yok olmak üzere olan bir dili yaşatmak için gösterdiği çabayı tanımlayamıyorum, nasıl desem derken, “Ladinonun Don Kişot”u diyoruz.
İlk sorumu yöneltiyorum; Ladinoyu nasıl getirdiniz bugüne kadar? “Bu dili geliştirmemi gençliğimdeki eğlenceme borçluyum. Yaptığımız işleri bir eğlence içinde yaşardık. Bir derneğimiz vardı. Konuştuğumuz bu dili seneler sonra arkadaşımın İsrail’den getirdiği Yaoram Gaon’un long play’inde duydum. Judeo- Espanyol dilinde baladlar vardı. Şok oldum. Bir güzel dinledim bu şarkıları. Ben bu şarkılardan oyun bile yaparım diye düşündüm. Kurgu yaptım ve oyun yazdık. “Kula”isimli bir müzikal. Şarkılar da çok güzel oldu. Şarkı oyun için yazılmış oldu. “
Sefarad Kuşları
İzzet Bana’nın bir dili yaşatma çabasıyla 80’lerde kurduğu Sefarad Kuşları anlamına gelen Loş Paşaros Sefaradis aralarında Londra, Almanya, İspanya , Yunanistan, Amerika’nın da bulunduğu birçok ülkeye gidiyor. Bir diğer korosu da, 15 günde konsere hazırlandığı için, adını İbranice mucize anlamından alan, Nes Kadınlar Korosu ve tabii ki çocuklar için kurulan Estreyikas d’Estambol.
İzzet Bana da herkes gibi, bu dili küçük yaşta anne ve babasından duyarak öğrenmiş. “Ne yazık ki” diyor Bana, “ Bir dönem ‘hadi canım, bu da dil mi” diye gençler tarafından çok ilgi görmeyen Ladino için, 500.yıl kutlamalarında, bir judeo-İspanyol dilidir denildiği zaman, herkes “Aa tabii, ben de biliyorum” demeye başladı. O zamana kadar kimse umursamıyordu bu dilin önemini. Hele ileride bir dizide konu olacağını kim tahmin edebilirdi. Aslında Ladino, Osmanlı İmparatorluğu’nda doğdu. İspanya’da kaşık yoku, baktık burada kaşık var, Yunanlılar piruni diyor, i harfini kaldırdık, pirun yaptık. Herkes gittiği memleketten kelimeler ekledi. Örneğin; Köprü. Aslında İspanyolca karşılığı var. ”
Ladino 15.yy.’da İber yarımadasında başta Kastilyano olmak üzere, konuşulan birçok dilin Osmanlı’ya gelince bir kazan içinde karışıp yeni bir dil gibi ortaya çıkması. Ladino yüzyıllar içinde İbranice, Türkçe, İtalyanca, Rumca, Fransızca gibi. birçok dilden etkiler almış bir Osmanlı dilidir. Dünyadaki diğer dillerden farkı yoktur.
Viyana’da üç arkadaş; Deyvi,Imane ve Ioana
Bir dilin peşine düşerseniz, yolculuk hiç bitmez. Ladino sayesinde Deyvi Papo’yla tanışıyorum. Genç kuşağın Ladinoya gönül verenlerinden Deyvi. Babaannesinden kalan kulak dolgunluğuyla Viyana’da doktora yapan birinden çabuk öğrenmiş Ladino dilini. Viyana’da Üniversite’de kaybolan diller komisyonunda Ladino dilinin yaşatıldığını söylüyor ve “hatta” diyor Papo, “biz üç arkadaş Fransa’dan Imane Sghiouar ve Romanya’dan Ioana Aminian ve ben Viyana’da ladino konuşuyoruz.”
Ladino konuşmanın bir burukluk da yaşattığını söylüyor Papo, “çünkü” diyor, “ana dilimin, Türkçe’nin, verdiği sıcaklığı hissettirdiği kadar; asla ona Türkçe kadar hakim olamayacağımı hatırlatıyor. Bu yüzden Ladino konuşmak biraz hiç yaşamadığım bir zamanın özlemini (nostaljiyi) yaşatırken, bir yandan da geçmiş yüzyılın yarattığı tekdüzeleştirmeye bir başkaldırıymış hissi veriyor.”
İlk öğrendiklerimiz sevgi sözcükleri oldu
Evet, Kulüp dizisi devam edecek, konuşuluyor ve ve daha çok konuşulacak. Dizinin başarısı bir yana, dizinin bir dile yeniden can vermesi gerçekten çok değerli. Bu yazıya son noktayı, Deyvi Papo’dan aldığım bir sevgi sözcüğüyle koyuyorum. “Korason de la gramama”
Papo, “bu kelime benim jenerasyonumdaki birçok insanın bildiği, ilk aklına gelen diğer kelimeler gibi Ladino’yla bağdaştırılan sevgi sözcüklerinden biri” diyor ve ekliyor, “Babaannemden duyduğum, tam tercümesi babaannesinin/anneannesinin kalbi demek. Birçoğumuz Ladino’yu büyüklerimizden duyduğumuz için, ilk öğrendiklerimiz sevgi sözcükleri oldu. Belki de bu dili konuşmanın veya konuşamamanın yarattığı hüzün ve nostalji buradan geliyor.”
Mine Türkili