“Bir İstakozu Öldürmenin En İnsancıl Yolu”
Gerçekten nedir cinsel istismar? Sadece Türkiye’de mi zor bir kadın olmak? Tek kişilik bir oyunla nasıl anlatabilirsin, dünyadaki kadınların sessiz çığlığını. Sahnede ışıkların altında, dar bir alanda sıkışmış bir kadın Loretta’yı canlandıran Evrim Doğan, içindeki seslerle, maskeli kimliği, gölge yanı ve arada bir “hadi canım sen de” diyen eril yanıyla konuşuyor. 44 yaşında bir kadının içinde dondurduğu, yıllarca “cinsel istismar” olarak adlandır-ama-dığı acısıyla yüzleşmesi, “Bir İstakozu Öldürmenin En İnsancıl Yolu.”
Çocuk aklı bir gün bir yerlerde kalıyor. Sevgili, amca, abi, dayı ve hatta baba… “Normal” geliyor yaşadığı, ‘seviyor’ diyor, sevgiyi böyle tanımlıyor. Sonra o çocuk büyüyor, yetişkin oluyor ve donduruyor o bilinmez yaşanmışlığını bir yerde. Ayakta kalmak için susuyor, konuşmuyor, paylaşmıyor… Evleniyor ve çocuk doğuruyor. Ama ilişkilerinde sınır koyamıyor, küçük yaşlarında bedenine koyamadığı o sınırı, yetişkinlikte de koyamıyor.
‘buzdan çözülmeye geçen bir serüven’
Bir istakozu öldürmenin en insancıl yoluna benzer mi cinsel istismar? Evrim Doğan’ın canlandırdığı Loretta, artan cinayetlerle, kaybolan çocuklarla, 14 yaşında “kendi isteğiyle” yaşadığı ilk cinsel deneyimine, yıllardır içinde dondurduğu o ana gidiyor. Sanatçı Evrim Doğan işte bu donmayı şöyle ifade ediyor;
“Loretta’nın yaşadıkları, tıpkı istakozu öldürmenin en iyi ve sancılı yolu, dondurduktan sonra buharlı bir suyun içine atılması gibi. Bilincin uyanıyor, hatta refleksler bile donup kaldığı yaştan harekete geçiyor. Loretta, 44 yaşına kadar hiç yüzleşmediği bir anı, bir anda buharı suratında hissederek hatırlıyor. Oyun için yapılan ‘buzdan çözülmeye geçen bir serüven’ yorumunu da çok sevdim.”
Evrim Doğan, bir kadın hikâyesinin anlatıldığı oyunda, kadınlardan oluşan ekipte doğal olarak kendi hikâyelerine çarptıklarından söz ediyor ve ekliyor, “uzun süre ağlayarak, dertleşerek hazırlandık. Kalbimizin artık yorulmadığı anda başladık provalara” diyor.
Germinal Tiyatro’nun sahneye koyduğu, Duncan Macmillan’ın yazdığı oyunu Deniz Ekinci İngiltere’de gittiği tiyatro çalışmaları sırasında buluyor. Ekinci, oyunu hem İngilizce aslından çevirmiş, hem de yönetmenlik koltuğuna oturmuş. Yerinde duramayan, üretmek için yaratılmış, gözleri pırıl pırıl bir yönetmen Ekinci’nin, o kadar belli ki, işini tutkuyla yaptığı, tabii ki soruyorum, tiyatro aşkı nereden geliyor diye, “Aile yemeklerimizi anımsıyorum. Beş altı yaşındayım. Küçüklüğümde tüm aile yemek masasında oturuyor. Biz kuzenlerimizle bir araya geliyoruz. Bir fıkra anlatılıyor mesela. Biz, bu fıkrayı oyun haline getireceğiz diyor ve odaya kapanıp bir oyun çıkarıyorduk ortaya. Tüm aile bizi izler ve bol bol alkışlardı. Bugün seyirciler arasında olan o grup da, işte bizim aile. ”
“Stand By Me”
Perde arkasında ekip ruhunun, sıcaklığının ve genç bir enerjinin hissedildiği Ekinci’nin bu ilk oyununda, müzik ve ışık düzenlemesi de kocaman bir alkışı hak ediyor. Ben E. King’in şarkısı “Stand By Me” nin bir taciz gecesine tanıklığı ve otuz sene sonra o müziğin isyanı sanatçı Cenk Bonfil’in imzasıyla çok güzel veriliyor. Sade bir dekor içinde düzenlemesiyle Ayşe Sedef Ayter de ışığı dile getiriyor.
İstanbul Sözleşmesi feshinin gündemde olduğu, kadın cinayetlerinin bitmediği ve yıllardır sessizce süren aile içi cinsel tacizlerin yaşandığı bu topraklarda, yüreğe dokunan bu oyun, bir kez daha düşündürüyor. Gerçekten nedir cinsel istismar? Adı konulanların dışında, belki de kayıtlara sevgi olarak geçen bir deneyim, belki de içinde o erilin “hadi canım, sen de istedin” dediği bir an. Evet, Evrim Doğan’ın güçlü oyunculuğuyla bu satırların altını çizmek istiyorum. “Bu başka kızların da başına gelecek. Bu durumu ihbar eden kızlardan sonra bile bu yaşanmaya devam edecek. Küçük kızların sayısı giderek artacak. Daha fazla çocuk parçaları kazınıp bulunacak ve o çöp poşetlerine konulacak. Gazetelerin baş sayfalarında daha fazla çocuk resimlerine rastlayacağız. Safça gülümseyecekler o resimlerde.”