Cüneyt Arkın… Kimi zaman yakışıklı bir jön ve romantik bir âşık kimi zaman vicdanlı bir kabadayı çoğunlukla ise Fatih’in Fedaisi Kara Murat, Malkoçoğlu, Battal Gazi… Türk sinemasının süper kahramanı…
Geçen yıl aramızdan ayrılan Arkın’ın sineması, İBB Yayınları’ndan çıkan Cüneyt Arkın kitabıyla yeniden anlatılıyor. İBB Yayınları Koordinatörü Cengiz Özkarabekir, “Bu kitap onun sineması hakkında en iyi kaynak durumunda. Daha sonra bir belgesel ya da bu konuda yazılı bir çalışma yapmak isteyen insanlar için bir başvuru kitabı…” diyor.
“Dünyada böyle başka bir örnek yok”
Aynı zamanda belgesel sinemacı bir isim olan Cengiz Özkarabekir’e göre, Dünyada böyle başka bir örnek yok ki Cüneyt Arkın kadar öne çıkabilsin. Çok sevilmesinin nedeni ise halktan biri olması…
Özkarabekir şöyle devam ediyor: “Biz de o kahramanın halk adamı olmasından yola çıktık. Türk sinemasında birçok kahraman var ama Cüneyt Arkın’ı tabii ki özel bir yere koyuyoruz.”
Cüneyt Arkın kitabı nasıl doğdu?
Ekrem Başkan Dönemi ile İBB’de dört yıldır yayıncılık faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Yayın yelpazemiz çok geniş; sinema da var edebiyat da… Tarih, sokak ve sanat da… Mümkün olduğunca sade bir dille ve herkesin anlayabileceği şekilde yayınlar hazırlıyoruz.
Belli bir zümreye değil, herkese ve herkesin anlayabileceği bir dille anlatmaya çalışıyoruz. Popüler bir tarz ile bunu yapıyoruz. Önceden televizyonlarda çalışmış olmamızın, yönetmen olmamızın, bütün ekip arkadaşlarımızın popüler kültürden gelmiş olmasının da tabii bir etkisi var.
Fatma Girik, Ertem Eğilmez ve Cüneyt Arkın…
Daha önce Ertem Eğilmez ve Fatma Girik kitapları yapmıştık. Aslında bizim İBB Yayınları’nın çizgisinde hep bir vefa vardır. Dolayısıyla Cüneyt Arkın rahmetli olduğu zaman, onu yaşatmamız gerektiğini düşündük. Bu konuda asıl olarak fikir sahibi Ekrem Başkan’dır. Ben daha önce Cüneyt Arkın Belgeseli yapmıştım, Ali Can Sekmeç de kitabını yapmıştı. Kendisi de iyi bir sinemacı ve sinema eleştirmenidir. Daha önce de birlikte çalıştığımız için Ali Can’dan rica ettim ve kitabın koordinatörlüğünü birlikte yaptık.
Kitapta birçok kalem yer alıyor…
Evet, bizim kitaplarımızın kolektif olma özelliği vardır. Genelde tek değil de çoklu yazarlarla kitaplarımızı yayınlıyoruz. Kimseye çok uzun yazdırmadan, ana hatlarıyla uzmanlıkların kitaba yansımasını istiyoruz. O sebeple burada da on yazarımız bulunuyor. Selim İleri, Başar Başarır gibi isimlerin Cüneyt Arkın’ı her yönüyle anlattığı bir kitap oldu.
“Kitapta Cüneyt Arkın’ın pek bilinmeyen edebi yönü anlatıldı”
Sinemasını herkes bilir ama bu yönü çok az bilinir. Yine Ali Can Sekmeç, sinemasını yazdı. Kimi avantür yazdı kimi başka konuları, dolayısıyla ortaya Cüneyt Arkın kitabı çıktı.
Bizim kitaplarımızda çok uzun uzadıya başlıklar yerine sanatçılarımızın kendi isimlerini tercih ediyoruz. Daha önce Fatma Girik ile Ertem eğilmez kitapları da kendi isimleriyle kolektif olarak yayınlanmıştı, bu da öyle oldu.
Cüneyt Arkın aslında toplum olarak bizim süper kahramanımız… Bu yönüyle sizce sinemadaki yeri nedir?
Cüneyt Arkın’ın yeri tabii çok ayrı ama Türk sineması hakikaten kahramanlarla ve yeterince hakkı verilmemiş insanlarla dolu. Cüneyt Arkın da onlardan biri bana göre… Sinemaya bu kadar gönül vermiş, bu kadar üretmiş, fiziken hırpalanmış, yaralanmış, birçok kırık vakası yaşamış…
Dünyada böyle bir örnek yok ki Cüneyt Arkın kadar öne çıkabilsin. Bizim hazırladığımız belgeselde kendisi de söylemişti; halk onu halktan biri olduğu için çok sevdi. O yüzden kendi kahramanı olarak gördü. Biz de o kahramanın halk adamı olmasından yola çıktık. Türk sinemasında birçok kahraman var ama Cüneyt Arkın’ı tabii ki özel bir yere koyarız.
Malkoçoğlu’nun bir ikona dönüştüğünü ve bir dönem toplumda bu karakter aracılığıyla tarihe ilişkin belli duyguların tatmin edildiğini düşünürsek sizce bu karakter Türkiye’de nasıl bir etki yarattı?
Sokaktaki insan kendini onun yerine koydu. İnsanların yapamadıklarını, sinema perdesinde Cüneyt Arkın yapıyordu. O insanların tercümanı oldu. Böylece bir kahraman ortaya çıktı ama şunu da söylemek zorundayım; Cüneyt Arkın bunu sonuna kadar hak etmiş bir adamdır. Gerek fiziki gerek kafa olarak o kadar iyi hazırlanan başka bir oyuncu yok. Ata binmeyi, sirklerde parendeler atmayı onun kadar becerebilen kimse yok. Hatta onun çeyreği kadar bile yapabilen kimse yok.
“Arkın kahraman olmak için her şeye sahip…”
Bir kere yakışıklı bir adam… İnsan kendini onun yerine koyabiliyor. Cüneyt Arkın’ı izlerken kendisi ata biniyor, ok atıyor ya da düşmanla dövüşüyor. Bunu yaparken güzel mesajlar da veriyor; hep vicdanlı, dürüst, merhametli bir karakter var karşımızda. İnsanlar bu yüzden onu çok seviyor ve kahraman olarak kabul ediyor.
Genel olarak, hayallerimizi perdede izlediğimiz süper kahraman filmlerinin yanı sıra bizi yüzleşmeye çağıran gerçekçi filmleri de düşündüğümüzde, siz bir sinemacı olarak hangisine daha yakınsınız?
Aslında ikisine de… Bu televizyonda da böyleydi; mesela Kemal Sunal da aynı özellikteydi. Aslında insan hayatı boyunca o kadar çok şeyi gerçekleştiremiyor ki… O yüzden bu karakterlerin her biri bu kadar kahraman… Bir de senaryolar çok güzel… Yani o dönem bu senaryoları yazan insanlar sanki doğrudan sokakta yürüyen insanı yazmışlar. Bugün sinemadaki senaryoları biraz halktan kopuk görüyorum. İnsanlarla iç içe değil, buna da ana akım diyorlar. Bu tabii başka bir konu…
Günümüzde senaryoların halkla buluşmadığını söylediniz. Sizce neden?
Bu tabii benim fikrim ama o dönemde bu senaryoları yazan insanlar halkın bir parçası… Ertem Eğilmez filmlerine bakın… İnsanlar sete gidiyorlar bir tane minibüsle… Hepsi bir arada… Kameraman da içerde, teknik ekip de sanatçı da… Şimdi bakıyorsunuz elli tane karavan…
Belki doğrusu bu ama yönetmeni ya da senaristi halkın içinde değiller, uzak duruyorlar. O yüzden sokaktan yeterince beslenemiyorlar ve o yüzden ana akım dedikleri dijital platformlarda yer alan filmler çıkıyor. Çok fazla Ertem Eğilmez, Fatma Girik, filiz akın, Cüneyt Arkın filmlerindeki senaryolar karmaşık senaryolar değil. Duyguya yönelik, yalın ancak çok daha güçlü senaryolar…
Bugünkü entelektüel kaygı belki işleri daha çetrefilli hale getiriyor olabilir, ne dersiniz?
Tabii bir de teknoloji var. Teknoloji çok ilerlediği için… Önceden insanlar bir şeyleri konuşmak için bir araya geliyordu şimdi telefonla bile konuşmuyorlar. Birbirlerine emoji gönderiyorlar. Öyle anlaşıyorlar.
“Bu kitap Cüneyt Arkın sineması hakkında en iyi kaynak”
Bu kitabın sektöre ve sinemaseverlere nasıl katkı sağlamasını bekliyorsunuz?
Daha önce Cüneyt Arkın’ın hayatını anlatan bir kitap yapılmıştı. Bu kitap ise onun sineması hakkında en iyi kaynak durumunda. Daha sonra bir belgesel ya da bu konuda yazılı bir çalışma yapmak isteyen insanlar için bir başvuru kitabı…
Bir de biz çalışmalarımızda çok titiz davranıyoruz. Bir bilgiyi teyit etmeden kitaba asla koymuyoruz. Hem sektördeki insanlar hem sinemaseverler için çok iyi bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Zaten İBB Yayınları’nın çok satma kaygısı yok. Önemli olan iyi bir hizmet sağlamaktır. Bu nedenle kitaplarımız bir prestij konumunda. Dolayısıyla bu kitabın da çok ilgi göreceğini düşünüyorum.
Kitabın sizin için önemi nedir?
Bence güzel tarafı şu; Ali Can Sekmeç kitabını, ben de belgeselini yaptığım için o kadar çok hazırdık ki bu kitaba… Ailesi de bize destek oldu ve bizim de iyi bir arşivimiz vardı. İBB’nin bu kitabı yapıyor olması çok değerli… Günümüzde bu kadar iyi ismi bir araya getirip böyle bir prestij kitabı basmak zor…
O yüzden buradaki bence en büyük teşekkürü İBB ve Ekrem İmamoğlu hak ediyor. Sonrasında Ali Can’ın ve tüm yazarların çok büyük emeği var. Ben zaman zaman yazıyorum ama burada koordinatörlük yaptım. İçerde konusunda uzman çok önemli isimler var; Okan Ormanlı, Rukiye Karadoğa, Utku Uluer, Erhan Tuncer, Tuncer Çetinkay, Ali Karadoğan, Sibel Oral gibi…
Siz Cüneyt Arkın Belgeseli’ni ne zaman yapmıştınız?
2010 yılıydı. O dönemde Habertürk’te çalışıyordum. Cüneyt Ağabey o zaman yeni bir omurga ameliyatından çıkmıştı. Birkaç gün süren çekimler yapmıştık. O zaman güzel bir çalışma gerçekleştirmiştik.
Şu anda internette video sitelerinden de izlenebilir durumda. Bir de şöyle bir söyleyeyim; 1991 senesiydi. O dönemde Star TV’de çalışıyordum. Aynı zamanda üniversitede öğrenciydim. Kameramanlık yapıyordum. Cüneyt Arkın ile Fikret Hakan’ın çektiği bir polisiye dizi vardı.
Beni oraya gönderip, “Git orada oyna” dediler ve benim Cüneyt Arkın ile bir sahnem vardır o dizide. Dolayısıyla benim kendisiyle yüz yüze geldiğim ilk yer orasıdır. Sonra ara ara sohbetlerimiz olmuştur ama tabii derin bir dostluk, arkadaşlık şeklinde değildi.
2010 yılındaki belgesel sırasında uzun bir sohbet etme fırsatı olmuştu ve o zaman tanıdığım Cüneyt Arkın çok ekip insanıydı. Çok merhametli, hakkaniyetliydi. Kimsenin kimse üzerinde hakkı kalmasın isteyen vicdan sahibi bir adamdı. Bende bıraktığı izlenim oydu. Sinemasına da bunu yansıtmıştı.
Bu insanlar aslında 400 tane film yapmış. Yurtdışında söyleseniz inanmazlar çünkü bir oyuncunun yapacağı film 20 taneyi geçmez. Çok hırpalanmışlar. Sadece Cüneyt Arkın değil tabii ama galiba içlerinde en çok hırpalanan isim de o… Vücudunda kırılmamış kemik kalmamış, sırtında platinler vardı mesela…
Sizce belgesel filmin günümüzde Türkiye’de nasıl bir yeri var? Bir belgeselci olarak ne düşünüyorsunuz?
Türkiye aslında belgesel alanında dünyada hiçbir ülkede olmadığı kadar konu barındıran bir yer… Çekilebilecek o kadar çok konu var ki ve Türkiye’de hem çok hem de çok iyi belgeselci var fakat şöyle dezavantajlar bulunuyor; bir kere eskiye oranla özgürlükler çok daha azaldı. Haliyle üretim de böyle bir ortamda düşüyor. Bugün bazı şeyleri anlatmak gerçekten zorlaştı.
Onun haricinde maliyetler çok yükseldi. Çekim yapmak oldukça maliyetli hale geldi. Bunun yanında okullar çok fazla belgeselci genç yetiştiriyor ama belgeselcilikten para kazanmak yok denecek az durumda… Belgeselcilik bir gönül işi, artık ticari bir konu olamaz. Dünyada çok iyi örnekleri var tabii ama Türkiye’de o kadar profesyonel değil maalesef.
Diğer yandan arşiv açısından bakarsak Türkiye arşiv konusunda fena durumda değil. Kötü durumda diyemem. Bizim iyi bir arşivimiz var ama bulabilene… O kadar çok yerde ulaşabileceğiniz görsel materyaller var ki… Belgeselcilik için her zaman arşive de ihtiyaç yok tabii. Genelde eski fotoğraflar görüntüler akla gelir belgesel deyince ama tabii güncel bir konunun belgeselini de yapabilirsiniz. Belgeselin ucu bucağı yoktur.
Peki, İBB Yayınları’nda şu anda okuyucuyla buluşmayı bekleyen kitaplar nelerdir?
İki cilt olarak İstanbul Basın Tarihi var sırada. Dört sene önce İstanbul’un İşgali’ni yapmıştık, şimdi İstanbul’un Kurtuluşu baskıya girdi. Yalvaç Ural’ın İstanbul Masalları var, Yunus Emre var… Tabii bir de ekim ayında TÜYAP Kitap Fuarı var. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da geniş bir katılımla yer alacağız. Tabii bir de Cumhuriyet’in 100. yılı olması çok önemli…
Sizin kişisel olarak sinema adına çalışmalarınız devam ediyor mu?
Tabii, şu anda çalışmaları süren uzun metraj bir film var; ismi Paranoya… Bir komedi filmi ve onun için hazırlık yapıyoruz. Bunun haricinde, hamurumuzda belgeselcilik olduğu için belgesele de devam ediyoruz.
Dilek Karagöz